Sesimi duyan var mı?
"Şimdi adaletin peşinde olan ve kaybettiklerinin hesabını adliye koridorlarında arayan ailelerin de en büyük dayanağı bu dayanışma örnekleridir. Enkaz altındaki yalnızlığa, enkaz sonrasındaki telaşa, acıya, çaresizliğe karşı yok edilmeyecek bir insanlık onurunun var olduğunun ispatıdır."
6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden iki yıl geçti.
İktidarın bu depremi “Asrın Felaketi” olarak nitelendirmesinin gayet basit bir nedeni vardı. Yirmi yıldır sorumlusu olduğu kamusal çöküşün bir sonucu olarak, iktidarın, enkaz altında kalana, enkazdan kurtulana da bir hayrı dokunmayacaktı. AKP’nin depremin büyüklüğü ve yaygınlığını kendine paravan edinmesi ile depremin sonuçlarını normalleştirmesi arasında Recep Tayyip Erdoğan’ın deprem ziyaretlerine kamera önünde saçını tarayarak gitmesi kadar bir süre geçmesi gerekmişti sadece.
Yeni normalin eski normale rahmet okuttuğunu söylemek ise hiç abartı olmayacak. Depremin ardından gerçekleşen ilk seçimlerde, AKP’nin açıkça ona oy vermeyecek il ve ilçeleri cezalandıracağını, tersinden oy veren bölgeleri kalkındıracağını ilan etmiş olması ne asrın gafı, ne asrın itirafı idi. Utanmazlık, had bilmezlik ile de açıklanması da beyhudedir. Resmi sayılara göre elli bin yurttaşın öldüğü, kalanların da sürünme koşullarında hayatlarına devam ettiği deprem bölgesine en üst seviyeden tehdit savrulmuştu. Muktedir AKP, güce tapınma çağrısı yapıyordu, iş için, aş için, konut için…
Aynı yöntemi, ana muhalefet partisi de uyguladı. Abartı sayılmasın, aynı şey değildir denilmesin… Deprem bölgesinde özellikle de Hatay’da geçmişin suçlarına ortak olan tam da bu nedenle “güçlü” olan adayı gücünden dolayı tercih eden bir CHP’nin yöntemsel olarak halka yine bir “gücü” dayatıyordu.
Depremin siyasi rantının bölüşülmesinde büyük pay AKP’de kaldı. İş, aş konut da gelmedi. Verilen sözlerin yarısı dahi yerine getirilmedi. Rezerv alan uygulamaları ile nerdeyse zorunlu bir göçün önü açılmış oldu. Yandaş medyanın teslim edildiğini belirttiği toplu konutların ne kadar sağlam olduğu propaganda edilirken, bu inşaatlarda çalışan inşaat işçileri konutlara karşı halkı uyardı. Ve depremde enkaz altından yurttaşları kurtaran inşaat işçileri için deprem bölgesi başka bir ölüm havzası haline geldi. 158 inşaat işçisi bu iki yılda deprem bölgesindeki şantiyelerinde iş cinayetinde hayatını kaybetti.
Maden işçileri, İliç’te olduğu gibi “Sesimi duyan var mı?” bile diyemeden hayatını kaybetti. Maraş Depremi’nde binlerce insan “Sesimi duyan var mı?” diye diye hayatını kaybetti. Bolu otel yangınında sesler, duyuldu, görüntüler kaydedildi ama onlarca kişi gözler önünde yaşamını yitirdi.
Yaşayanlar dayanışma ile yaşadı, enkazdan kurtulanları ayakta tutan da aynı dayanışma oldu.
Şimdi adaletin peşinde olan ve kaybettiklerinin hesabını adliye koridorlarında arayan ailelerin de en büyük dayanağı bu dayanışma örnekleridir. Enkaz altındaki yalnızlığa, enkaz sonrasındaki telaşa, acıya, çaresizliğe karşı yok edilmeyecek bir insanlık onurunun var olduğunun ispatıdır.
Unutmayacağımızın garantisi işte bu dayanışmadır.
Peki ya affetmeyecek ve helalleşmeyecek oluşumuzun garantisi nerededir?
Her seçim öncesi devr-i sabık yaratmayacağız diyenlerle, sandığı güç terazisinden ibaret görenlerle, halkın mesafesini açacak bir öncülüktedir.
Hesaplaşmanın piyasacı, gerici politikalarla ve onun tüm aktörleri ile verilmesinin sağlanmasındadır.
Komünistlerinin sesinin duyulacağı alanlarının büyümesinde ve örgütlenmesindedir.
Unutmayacağız, affetmeyeceğiz, helalleşmeyeceğiz ve mutlaka hesaplaşacağız!