Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

Sinan Dervişoğlu’nun Kitabı, cilt 2: Bugünün ve Yarının Sosyalizmi

Reklam

Sinan Dervişoğlu’nun kitabının birinci cildini geçen yazımda incelemiştim. Kitabın ikinci cildinde yazar günümüzde yaşayan üç sosyalist ülke olan Çin, Vietnam ve Küba’da sosyalizmin nasıl ayakta kaldığını tartışıyor, bu ülkelerdeki riskleri analiz ediyor, bu ülkelerin dünya komünist hareketine katkılarını ve SSCB’nin yıkılışından çıkardıkları dersleri inceliyor. İkinci cildin öteki bölümlerinde ise sosyalizmde devlet, proletarya diktatörlüğü, hukuk, parti, ekonomi, plan, piyasa, işçi denetimi ve son olarak nasıl bir uluslararası perspektif ve dünya devrimi sorunlarını ele alıyor.

Dervişoğlu yukarıdaki üç ülkede sosyalizmin neden yıkılmadığı sorusuna kısaca şu yanıtı veriyor: Bu ülkelerdeki komünistlerin ve emekçilerin devrim öncesine uzanan belirli siyasi gelenekleri, zaafların büyümesini ve bir rejim krizi oluşmasını engellemektedir. Ayrıca bu ülkeler SSCB’nin çöküşünden dersler çıkarmışlardır. Ayrıca bu ülkelerden Çin ve Vietnam ekonomik olarak başarılı oldukları için, Küba ise hala yoksullukla boğuşmakla birlikte siyasal aygıtlarının şeffaflığı, katılımcılığı ve yozlaşmadan uzak kimliği sayesinde meşruiyetini korumuştur. Dervişoğlu, benim de bir zamanlar küçümsediğim ÇKP ve Çin’i küçümseme ve kapitalist saymanın yanlışlığını göstermektedir. Burada ben kendi adıma hatamı kabul ediyorum. Benim gibi Sovyetik gelenekten gelen sosyalistlerin talihsizliği Türkiye’de sosyalist solda Çin ve ÇKP denince akla ilk olarak malum ihbarcı hain karanlık fırıldak Maocu çetenin gelmesi oldu. Bu çetenin dışında kalan öteki Maocu gruplara gelince, bunların bir kısmı Kürt hareketinin kuyrukçusu olduğu için, kalan kısmı ise geçmişte Mao’nun Çin için bir zamanlar geçerli olan tezlerini bir şablon gibi Türkiye’ye uyguladıkları için, örneğin Türkiye’ye hala yarı feodal dedikleri için ve Mao’nun 1970lerdeki hatalarını, örneğin SSCB’yi sosyal emperyalist saymayı mahkum etmedikleri için biz onları ciddiye almakta zorlandık. Oysa ÇKP daha 1980lerde Mao’nun hatalarını aşmıştı. Biz Sovyetik bilimsel sosyalistler ne yazık ki ÇKP’nin ne dediğiyle ilgilenmedik bile. Dınğ Şao Ping’i kapitalist yolcu ve revizyonist olarak gördüğümüz için onu da hiç okumadık. Adamın adının Deng değil Dınğ olduğunu, İngilizcede ı ve ğ harfleri olmadığı için Deng diye yazıldığını dahi bilmiyorduk. Dınğ ve ardılları piyasa unsurlarını ekonomiye soktular ancak kapitalizmi geri getirmediler. Piyasa unsurlarını kontrol etmek mümkündür. Dervişoğlu’nun dediği gibi Çin kapitalist değildir çünkü a) kamu mülkiyeti ekonomideki kilit sektörleri elinde tutuyor b) bankacılık devletin elinde, c) özel sektörün siyasi güç ve medya sahibi olmasına izin verilmiyor ve d) piyasa serbest değil, yönetiliyor. Bu sonuncu maddede Dervişoğlu, kapitalist ülkelerde de piyasanın serbest olmadığını ve oralarda da yönetildiğini nedense atlamış. Çin’deki fark piyasanın basitçe yönetilmesi değil sosyalist planlamaya uygun biçimde yönetilmesidir.
Dervişoğlu, Çin, Vietnam ve Küba’nın ortak bir özelliği olarak, bu ülkelerdeki istihbarat örgütlerinin yöneticilerinin hiçbir zaman parti ve devlette önemli bir mevkide olmadıklarını saptıyor. Bu ülkelerde yozlaşma ve rüşvete karşı parti önderliği daha sağlam bir sınav verdi. Bu ülkelerde ayrıca komünist parti kitle çizgisi ve kolektif ustalık (kolektif akıl) siyasetlerini daha başarılı bir biçimde uyguladı. SBKP’de kadro seçiminde liyakatin terkinin sonuçlarını gören ÇKP, SBKP’nin hatalarından ders aldı. Dervişoğlu’nun ÇKP akademisyenlerinden Wu Meihua’dan aktardığına göre ÇKP kadro seçiminde şu dört ölçütü 1993 yılında kabul etmişti. 1) Genç ve enerjik olmak. Bu ölçütün Stalin döneminde uygulanmış olduğunu belirtmek gerekir. 1930’larda SSCB bakanlar kurulunun (halk komiserleri kurulu) yaş ortalaması 35 idi. 2) Devrimci ahlaka sahip olmak. Doğrusu bu kriter ölçülebilir değil. 3) Bilgili olmak. Salt ideolojik konularda değil başka konularda da bilgili olmak. Bu ölçülebilir bir kriter elbette ancak kadrolar tam olarak hangi konularda bilgili olacak? Dervişoğlu bunları açıklamıyor. 4) Profesyonel olmak, işleri tanımlı kurallar çerçevesinde yürütmek. Bu güzel ancak inisiyatif almayı nasıl teşvik edeceğiz? Yine Dervişoğlu’nun bildirdiğine göre, ÇKP parti kadrolarının seçiminde hem parti üyelerinden hem de parti dışı kitle örgütlerinden görüş almaktadır. Ayrıca kararlarda %51 çoğunluk yeterli bulunmamakta, üçte iki çoğunluk hedeflenmektedir.

Dervişoğlu devlet teorisi ve pratiğine ayırdığı bölümde Lenin’in Devlet ve Devrim adlı eserini de eleştirel süzgeçten geçiriyor ve devletin bir araç değil akıllı bir özne olduğunu, göreceli bağımsızlık tezinin de teoriye açıklık getirmeyen bir argüman olduğunu savunuyor. Ancak bu iki tezin neden birbirini dışlaması gerektiğini ben anlamadım: Devlet bir açıdan sınıfsal egemenliğin aracı, başka bir açıdan akıllı özne olamaz mı? Dervişoğlu ayrıca devletin politik bir yabancılaşma olduğunu, sınıf mücadelesinin ürünü, öznesi ve alanı olduğunu savunuyor ki burada söyledikleri daha ufuk açıcı görünüyor. Yazar Lenin’in tarif ettiği hiçbir hukukla kendini sınırlamayan bir proletarya diktatörlüğü fikrini de yanlış buluyor ki bence de haklı. Lenin’in burada kastettiği şey proletarya diktatörlüğünün burjuva hukukuyla kendini sınırlamaması olmalı ancak ifadesi sorunludur çünkü burjuva devleti yıkıldıktan sonra ne olacağı belirsizdir. Sosyalist bir devlette kendini hukukun üstünde sayan tek bir parti olması doğru değildir. Bununla birlikte SBKP’yi hiçbir hukuk tanımayan bir parti olarak göstermek de doğru değildir. En fazla idamların gerçekleştiği 1937 yılında bile yargısız infazlar yoktur, kararlar yanlış olsa bile yargılama prosedürleri uygulanmış, sanıklara savunma hakkı verilmiş ve her davada halka açık duruşmalar yapılmıştır. İdamların kurbanları da çoğunlukla yine partililerdir. 1939 yılında parti kendi hatalarını yine kendi kararıyla kabul etmiştir. Ne var ki Hruşçov gibi unsurlar makamını korumuştur.

Bugünden baktığımızda şurası net görünüyor: SSCB’de tek parti uygulaması yanlıştı. Bolşevikler karşı devrimci ayaklanmalara ve eylemlere katılmayan sol SR partisi ve Menşeviklerin parti olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamalıydılar. SR ve Menşeviklerin Bolşevik partiye katılması ister istemez onların eğilimlerinin Bolşevik partiye taşınmasını getirdi. Stalin, 1938’de kendi çocukluğunu idealize eden bir kitap tasarısına şöyle karşı çıkmıştı: “Kahramanlar” ve “kalabalıklar” teorisi Bolşevik bir teori değildir, bir SR teorisidir. SR’ler der ki halkı halk yapan kahramanlardır, onu kalabalıktan halka dönüştürürler. Bolşevikler ise SR’lere “kahramanları halk yaratır” diye yanıt verirler.” (Stalin, Soçineniya, cilt 14, Moskova: İzdatel’stvo Pisatel, 1997, s. 249). Ancak buradan hareketle günümüzde örneğin Küba’da çok partiye izin verilmesini istemek doğru olmaz çünkü doğru bir işi yanlış zamanda yapmak yine yanlış sonuçlar verir. Bugünkü Küba’da kurulacak ikinci bir siyasi ancak CIA tarafından desteklenen bir karşı devrim partisi olabilir.

Dervişoğlu’nun SBKP önderliğini haklı olarak eleştirdiği çok sayıda örnek var, SSCB’de sosyalizmin zaferinin tamamlandığı tezi bunlardan biri. Kuşkusuz Hruşçov’un bu saçma tezi yanlıştı. Ancak bence yazarın da halen bağlı kaldığı, devletin ortadan kalkması veya sönümlenmesi ve herkesin yeteneğine göre verip ihtiyacına göre aldığı bir komünist toplum ütopyasını gündemimizden çıkarmamız gerekiyor çünkü bu tür ütopyalar komünizmi gerçekleşmeyecek kadar iyi bir düş durumuna sokuyor. Oysa bizim insanlara gerçekçi ve ayakları yere basan bir proje sunmamız gerekiyor. Sosyal devlet, planlı ekonomi ve emekçi iktidarı yeterince iyidir bundan daha fazlasını önermeye gerek yoktur. Sosyalizm dünya çağında egemen olursa ve teknik gelişmeler olanaklı kılarsa o zaman daha ileri bir toplum hayali kurulabilir. Engels’in dediği gibi insanlık ancak çözebileceği meseleleri önüne koyar. Bugünün sorunu olmayan sorunları tartışmak bizi gerçek gündemden koparır ve davaya da zarar verir. Bunları deyince sosyalizmi bırakıp sosyal demokrasiye dönmüş olmayız çünkü sosyal demokrasi burjuvaların mülkünü kamulaştırmayı kabul etmez, planlı ekonomiyi kabul etmez, emperyalizmle bağını kesmeyi kabul etmez ve sosyal devletten anladığı da bizim anlayışımızın çok gerisindedir.

Dervişoğlu’nun nadiren de olsa SBKP önderliğine haksızlık ettiği örnekler de var. Örneğin Brejnev’in “prestij projelerinin” Aral gölünü kuruttuğunu ve çevre felaketine yol açtığını savunuyor. Oysa Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının suyunu pamuk tarlalarını sulamakta kullanma projesi Brejnev’in yalnız başına karar verdiği düşüncesiz bir proje değildi. Sovyet uzmanları projenin çevreye etkilerini hesaplamışlardı. Aral gölünün kuruması da öngörülen bir bedeldi. Proje uygulandı çünkü getirisi götürüsünden daha çoktu.
Dervişoğlu, geçmiş sosyalist ekonomi deneylerinde planı tartıştığı bölümde merkezi planlamanın teknik değil siyasal bir olgu olduğunu savunuyor ki bunda haklıdır. Bunun ardından şöyle diyor: “Kaç tane sigara çakmağı üretileceğini ve optimal fiyatın ne olması gerektiğini bize gösterecek bir mucize bilgisayar hala yoktur ve yakın bir gelecekte de olacağa benzememektedir.” Bu noktada yazara şöyle yanıt verebiliriz: Sigara çakmağı gibi stratejik olmayan bir hafif sanayi ürününün miktarı ve fiyatını neden merkezi planlama hesaplasın ki? Merkezi planlama sadece belli stratejik sektörlerin belli ürünleri ve hizmetlerini planlar. Gerisi işletmelere bırakılır. Devlet işletmesinin yönetim kurulunda emekçi temsilcileri olur ve bunların yönetime katılımı böyle sağlanır. Sigara çakmağının üretiminin planlamasını devlet işletmeleri veya özel işletmeler kendisi yapabilir, bunlar da kendi hesaplarına göre maliyete belli bir kar ekleyerek fiyatı bulabilirler ve üretimi de talebe göre ayarlayabilirler. Dervişoğlu SSCB’de beyaz eşya üretiminde plancıların o yıl kaç evlilik olacağına ilişkin tahminleri temel almalarını  komik buluyor. Doğrusu ben buna pek şaşırdım. Neden komik olsun ki? Bu gayet normal ve rasyonel bir düşüncedir. Kapitalist beyaz eşya üreticileri de böyle tahminleri kullanıyorlar. Sosyalist plancılar da bu kararları merkezi olarak alabilirler. Bazı riskler ekonominin kapitalist veya sosyalist olmasından bağımsızdır. Beyaz eşya örneğinde birbiriyle rekabet eden birden çok devlet işletmesi olabilir ve bunlara kendi kararlarını alma hakkı da verilebilir. Merkezi planlama da bunların aşırı üretim yaparak ellerinde stok biriktirmesi ve iflas etmesi riskine karşı bunları sürekli izleyerek önlem alabilir. Ayrıca merkezi planlama hangi sektörlerde ne kadar ithalata izin verileceğine karar verir. Örneğin hangi eşyanın içeride üretileceğine, hangilerinin ithal edileceğine karar verir. Nitekim Dervişoğlu ekonomide tek ve yegane belirleyici mekanizma olarak merkezi planlamayı düşünmeyi eleştirmektedir.

Dervişoğlu SSCB’de kalite konusunu tartışırken de yine çok haksız bir önermede bulunuyor ki doğrusu ben çok şaşırdım. Diyor ki Sovyetlerin ve sosyalist ekonomilerin geçerliliği ve rekabet gücü olan bir markası (Kalaşnikov hariç) olmamıştır! Dervişoğlu ne yazık ki bu iddiasıyla Putin’e benzemiştir: Putin de SSCB galoştan başka bir ihraç maddesi yoktu demiştir! Dervişoğlu acaba hiç mi Sovyet Serkisov saati, Zenit fotoğraf makinesi görmemiştir? Sovyet Lada otomobilleri kendi segmentlerinde gayet başarılıydılar. Benim çocukluğumda 1970lerin Kars-Ardahan’ında Sovyet malı tırpanlar en kalitelisiydi. Sovyet traktörleri ve biçerdöverleri ise ABD ve NATO etkisi yüzünden Türkiye’ye giremiyordu. Perestroyka döneminde Gorbaçov haininin ihracat hakkı verdiği bazı kooperatifler ucuz ve kaliteli olan Sovyet tereyağını piyasadan toplamışlar ve Avrupa’ya satmışlardı. Bence Gorbaçov’un ihaneti kooperatiflere izin vermesi değil, kooperatiflerin devlet mülkiyetini yağmalamasına ve sübvanse edilen devlet ürünleri üzerinden rant elde etmesine izin vermesiydi. Dervişoğlu’nun plana ilişkin tezlerinin tamamını bu yazıda ele almak mümkün değil, o işi başka bir yazıya bırakarak son olarak dünya devrimi üzerindeki son bölüme değinmek istiyorum.

Yazar dünya devriminin mümkün olmadığını ve günümüzün karmaşık dünyasını tek bir merkezden yönetmenin de mümkün olmadığını güzel açıklıyor. Ben ise daha da ileri gidip günümüz dünyasında bir Komintern hayal etmenin dahi yanlış olduğunu çünkü bunun komünistlere zarar vereceğini düşünüyorum. Tek bir merkezden yönetilen bir komünist hareket mümkün olmadığı gibi her ülkedeki komünistlere de fazladan bir de yabancı bir devletin ajanı olmakla suçlanmak külfetini getirir. Örneğin merkezi Pekin olan bir Komintern olsaydı ve Türkiye komünistlerinin partisi de oradan yönetiliyor olsaydı komünistlerin Çin ajanı suçlamasıyla uğraşması gerekecekti. Yalnızca sermaye devletinin baskısı değil sıradan halkın gözünde de komünistler fazladan gereksiz bir yükün altına girmiş olacaklardı. Bunlara hiç gerek yoktur. Bütün komünist partiler kendi aralarında sürekli iletişim ve dayanışma içinde olabilirler ve olmalıdırlar elbette ancak bunun için merkezi bir partiye veya örgüte gerek yoktur.

Bu haber en son değiştirildi 3 Kasım 2025 12:29 12:29

Reklam
Paylaş

Önceki Haberler

Minguzzi cinayeti davasında beraat gerekçesi açıklandı

Kadıköy’de hayattan koparılan Mattia Ahmet Minguzzi davasında verilen iki beraat kararına ilişkin mahkeme gerekçesi kamuoyuyla…

3 Kasım 2025 16:45

Sözüm kime

"Uzmanlar küreselleşmeyi ,ABD’nin ekonomik, kültürel ve siyasi normlarının dünya üzerinde yayılması ve kabul edilmesi olarak…

3 Kasım 2025 16:03

Asgari ücretin 10 aylık kaybı 6 bin lirayı aştı

DİSK-AR, hazırladığı raporda asgari ücretin enflasyon karşısında eridiğini belirtti. Raporda, 2025'in 10. ayında asgari ücretin…

3 Kasım 2025 15:48

Memur ve emekli zammı için 4 aylık enflasyon farkı belli oldu

SSK ve Bağ-Kur emeklilerini ilgilendiren 4 aylık enflasyon farkı yüzde 10.25 olarak gerçekleşti. Memur ve…

3 Kasım 2025 14:48

ABD Büyükelçisi Tom Barrac: Türkiye ve İsrail arasındaki işbirliği daha da büyüyecek

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Barrack, Türkiye ve İsrail'in savaşmayacağını belirttiği açıklamasında “Türkiye ve İsrail konusunda bahse…

3 Kasım 2025 14:05

Evrensel’e silahlı saldırı davası: Hakimden ‘azmettiriciler’ için ek soruşturma kararı

Evrensel’in İzmir Temsilciliğine yönelik silahlı saldırının ilk duruşmasında tetikçi İsa Can Biler’in tutukluluğunun devamına karar…

3 Kasım 2025 13:57
Reklam