Sırrı Süreyya Önder'e "şükran borcumuz"

İki İmralı heyetinin ikisinde de yer alan ve az çok sürecin merkezinde olduğunu belirten Önder’in sorunun çözümü konusunda çizdiği çerçevenin net olmayan hiçbir yanı yoktur. Ortada bir paradigma değişikliği değil bir paradigma kardeşliği vardır.  Ve “kardeşlik” söz konusu olduğunda bunu Sırrı Süreyya kadar iyi anlatan bir kimse de yoktur.  Çözümden neyin kastedilmediği, kastedilenler ortaya çıktıkça daha rahat anlaşılmakta Önder’e “şükran borcumuz” da ikiye katlanmaktadır.

Aslında kapıyı Ahmet Türk açtı. Yıllar önce Dolmabahçe mutabakatı akamete uğradıktan sonra, sorunun çözümsüzlüğünün “Güçlü Türkiye” olanağını ortadan kaldırdığını belirten Ahmet Türk, “Güçlü Türkiye”yi içeride ve dışarıda güçlenmiş, hedeflerini yerine getirmiş, bölgesel bir güç haline gelmiş, hatta bölgeye ve dünyaya örnek olmuş bir ülke olarak tarif ediyordu.

Ahmet Türk, bu saptamasının altını, kendi içinde eşitliği ve özgürlüğü tesis etmiş, sınıf ayrımını ortadan kaldırmış, halkların kardeşliğini sağlamış, emperyalizme kafa tutan bir ülke olarak doldurmuyordu kuşkusuz. Keza güçlü bir Türkiye pekâlâ böyle bir ülke de olabilirdi. Ahmet Türk’ün kastının her seçeneğe açık ama bir tek sosyalist seçeneğe kapalı ‘Güçlü Türkiye’ vurgusu ile bugünün “iç cephenin tahkimatı” söyleminin bir ve aynı şey olduğunu görmek imkânsız değildi ancak göstermenin sınırları vardı.

Öyle ya, komünistlerin, sorunların çözümünü kaynağından kurutmak, hele hele mesele Kürt meselesi olunca Kürt emekçilerine kurucu güç atfı yapmak, sosyalist bir devrimi savunmak, bundan aşağısı kurtarmaz demek, kapitalizme ve emperyalizme içkin sorunların gerçekten çözümünün onun sınırlarını aşmak ile mümkün olduğunu söylemesi, “Benim de komünist arkadaşlarım var” diyen birçok Kürt için çiviyi arş-ı âlâya çakmaktan başka bir şey değildi.

Sırrı Süreyya Önder’in Habertürk televizyonunda verdiği bilgilerin belki de en değerlisi şu “arş-ı âlâ” ile ilgili olandı. Ancak bu “arş-ı âlâ” bu sefer başkaydı. Devlet Bahçeli’nin Önder’e telefon ederek,  Öcalan’ın gerekirse Meclis kürsüsünde konuşma yapması çağrısını nasıl bulduğunu sorması üzerine, Önder’in cevabının “Çiviyi arş-ı âlâya çaktınız, henüz değerlendirmeye boyumuz yetmiyor” şeklinde olması süreç diplomasisinin psikolojik, insani, vicdani  ve siyasi bir gereği olarak sunulmasının da ötesine geçmeye, “benim faşist arkadaşlarım da var” noktasına gelmiş olmasına, faşistin çizdiği “arş-ı âlâya ” ve Kürdün bunu anlamaya boyunun yetmemesine daha da yakından bakmayı hak ediyor.

Sırrı Süreyya Önder’e “şükran borcumuz” tam da bu noktada başlıyor.

Devlet Bahçeli konuyu ne kadar “arş-ı âlâya ” çıkarmış ise Sırrı Süreyya Önder’de bir o kadar yeryüzüne indirmiştir.

İki İmralı heyetinin ikisinde de yer alan ve az çok sürecin merkezinde olduğunu belirten Önder’in sorunun çözümü konusunda çizdiği çerçevenin net olmayan hiçbir yanı yoktur. Ortada bir paradigma değişikliği değil bir paradigma kardeşliği vardır.  Ve “kardeşlik” söz konusu olduğunda bunu Sırrı Süreyya kadar iyi anlatan bir kimse de yoktur.  Çözümden neyin kastedilmediği, kastedilenler ortaya çıktıkça daha rahat anlaşılmakta Önder’e “şükran borcumuz” da ikiye katlanmaktadır. Çözümden kastedilen barış ve müzakerenin başarıya ulaşmasıdır. Geçmişin bakiyesinin hukuk düzleminde onarılmasıdır. Yine kendi deyimi ile tarafların artık birbirleri ile aynı ufka bakmasıdır. Kürt hareketinin ufkunda Öcalan’ın mektubunda da belirtildiği gibi artık radikal demokrasi dahi yoktur ve olmamalıdır hatta gereksizdir. AKP’nin ufkunda ise sadece ve sadece değiştirdiği rejimi yerleştirme çabası vardır. Rejimin karakteri fetihçi, dinci, piyasacı, gericidir. Cumhuriyet düşmanlığı, emek düşmanlığı ve sol düşmanlığı ideolojik karakteridir, siyasal araçlarını pragmatik olarak seçmekte ve  baskı yolunu sadece susturmaya dönük değil, siyasi alanı dizayn etmek için çoğunlukla tercih etmektedir. Emperyalizmin yönelimleri ile uyumlu olmanın ötesinde ortağı ve kolaylaştırıcısıdır. Kürt hareketi ise, uzun ömürlerin dilendiği, bilge adam benzetmelerinin yapıldığı, Adnan Menderes, Turgut Özal referanslarının yapılarak oluşturulan sürecin içeriği ve dili ile AKP’ye “Sana mâni olmayacağım ! ” demektedir. Aynı ufka bakmak, aynı açı ile sırtını aynı yere dönmekle başlamış, görünen o ki, AKP’nin ufuk çizgisinin menzili, Kürt hareketinin ufkunu da belirlemiştir.

Sırrı Süreyya’nın bizim uydurmadığımız açıklamaları olmadan kürt sorununun ve siyasetinin içine girdiği kabı, müesses nizamın amaçlarını  tarif ve tespit etmenin bedeli, tuzu kuru olmakla, Kürt sorununu anlamamakla, sol sekterlikle, Kürt halkına yabancı olmakla suçlanmak idi.

İşte Sırrı Süreyya Önder, bizi bu ithamlardan kurtarmış, vebali boynumuzdan çekip almıştır.

Şimdi söyleme ve hatırlatma  sırası bize gelmiştir.

Millet aç, aç…

* Selahattin Demirtaş Evrensel’e yazdı: Sola bir çağrı daha – Evrensel