Reklam
Kategoriler: Mercek

‘Solcu’ TÜSİAD, ‘Devrimci’ AKP! – 2

Reklam

Kurtuluş Kılçer

Bir önceki mercek yazımı “…demek ki ülkede yanlışları ortaya koymanın, gerçekleri ortaya dökmenin, doğruları söylemenin yolu solculuktan geçiyor!” diye bitirmiştim.

Devam edelim.

Türkiye solunda eski bir tartışmadır. “Milli-komprador burjuvazi” üzerinden burjuvazinin ilerici ve gerici kanatlarının tespit edilmesine kadar vardırılan bir konu. Sınıf uzlaşmacılığının ve düzen siyasetine yelken açmanın en kolay yollarından birisidir, “Milli burjuvazi” arayışı. Türkiye sosyalist hareketinde milli demokratik devrim ve sosyalist devrim stratejilerinin de önemli bir noktası olan bu konuda, kapitalizm bütün tezleri çürütmüştür. Emperyalist dünya sisteminde, dünya tekellerinin işbirlikçisi olmayan burjuvazi bulamazsınız. Bu, niyetten bağımsız, ekonomik bir yasa olarak karşımıza çıkar. Emperyalist aşamada, ilerici burjuva kalmamıştır, burjuvazi bir sınıf olarak toptan gericileşmiştir. Anti-emperyalist olmadan anti-kapitalist olamayacağınız gibi, anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist de olamazsınız.

Erdoğan, “Komprador burjuvazi” diye TÜSİAD’ı suçlarken öte yandan kendisinin “Milli burjuvaziyi” desteklediğini ima etmektedir. Ama hangi milli burjuvazi? Erdoğan’ın millilik ölçüsü, sermayenin AKP’ci ve yandaş olanıdır. Yoksa türedi sermayenin ve oligarkların, hele hele uyuşturucu baronlarının emperyalist tekellere karşı bağımsızlık savaşı verdiğini mi zannediyorsunuz? Kaldı ki Türkiye kapitalizminin bütün tarihi “Milli burjuva” yaratmak üzerine kurulmuştur. Bu anlamıyla AKP’nin kendisine biçtiği iddianın özgün hiçbir yanı da bulunmuyor. Türkiye’de yıllardır milli burjuva yaratmayı bizatihi devlet, bir görev olarak üstlenmiş, bugün de kamu kaynaklarının ve rantın doğrudan sermayeye pay edilme işi hep iktidarın bir görevi ve aynı zamanda gücü olmuştur. (Örneğin tersinden rüşvet ise, kapitalizmde sermayenin emeği sömürüsünden bürokrasinin payı olarak nesnel bir gerçekliktir. Kapitalizmde rüşvet son bulamaz) Buradan iki şey çıkar: İlki devletin bir sermaye devleti olduğu, ikincisi ise kamu kaynaklarının üleştirilmesinde iktidarların kendilerine bağımlı sermaye yaratma isteği. İşte AKP, kendisine bağımlı burjuvaziyi milli burjuvazi zannetmektedir. Aslında kamu kaynaklarının ve rantın üleştirilmesinde sıraya giren büyük-küçük bütün sermaye, işbirlikçi olsun olmasın, işçi sınıfının karşısında yer alan sermaye sınıfından başka bir şey değildir.

İşin diğer boyutu ise yaptığı eleştiriler üzerinden “TÜSİAD AKP’yi desteklemiyor, onun karşısında” anlamı kesinlikle çıkmaz. Açalım.

Sermayenin kendi iç bileşiminde ortaya çıkan “sektler”, sermayenin “sınıf bilinci” ile iktidarın politikaları arasındaki çelişkiler ve dönemsel çıkarlar nedeniyle sermaye ile sermaye partileri arasındaki ilişkileri analiz etmek basitçe çözülebilecek tek bilinmeyenli denklem değildir. Aynı zamanda kriz koşullarında sermayenin el değiştirilmesinde, siyaset daha merkezi bir rol oynarken kapitalist sınıf-kapitalist partiler arasındaki belirleyen-belirlenen ilişkisi dinamik bir ilişkidir.

Bu konuları tartışmadan önce, önsel olarak şu teorik saptamanın yapılması gerekiyor: Kapitalist partiler (liberal, muhafazakâr, milliyetçi, sosyal demokrat, İslamcı vs.), bir sınıf olarak sermaye sınıfının bileşeni ve aygıtıdır. Kapitalist sistemde devletin görece özerkliği, devletin doğrudan sermaye sınıfının organik bileşeni olduğunun üzerini örter. Ancak bugün kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmde, çürüme ve gericileşme süreciyle birlikte bu örtü de incelmeye yüz tutuyor. Artık kapitalist sınıflar buna da ihtiyaç duymuyor.  Trump iktidarında doğrudan milyarderlerin bakan olarak atanması, AKP iktidarında patronların aynı şekilde bakanlık koltuğuna oturtulması gibi. Daha ilerisi ise şu: Feodalizmin soylu sınıflarına benzer kalıtımsal kapitalist sınıf var artık. Babadan oğula geçen sermaye ve mülkiyet, her daim egemen kapitalist aileler yaratmış durumda.

Üzerinde mutlaka vurgulanması gereken bir diğer teorik ve tarihsel saptama ise şöyle formüle edilebilir: Sermaye sınıfının kendi arasındaki çelişkileri, bölünmeleri, çıkar farklılaşması, faz farkları vb. ayrımlar işçi sınıfı karşısında ya da işçi sınıfının tehdidinde ortadan kalkar.

Önce bir tezle hesaplaşalım: Birikim Dergisi’nde yayınlanan ve Ahmet İnsel tarafından doğrudan kaleme alınan ancak ondan öte liberalizmin politik çerçevesi içinde önemli bir ağırlığa sahip bir tezle başlayalım. “Orta sınıf yeni burjuva sınıfı oldu ve Türkiye’de adı konmamış bir demokratik devrim yaşanıyor!”[1] AKP’nin yükselişinin ve iktidara gelmesinin nedenini açıkladığını düşünen liberalizm, aynı zamanda AKP destekçiliğinin teorik zeminini bu tezlerle üretiyordu. TÜSİAD başkanının polis zoruyla adliyeye getirilmesi, eski sınıfının tasfiyesi olarak bu tezlerden pekâlâ çıkabilirdi. Ancak liberallerin “önde gelen” ismi Kavala’nın kaç yıldır hukuksuz bir biçimde mahpus edilmesi, liberal zevatın ürettiği tezlerin zavallılığını ortaya koymaya yeter de artar bile!

Ancak bu tezler yeni de değil. Geçmişte solun popüler tartışmalarından birisi de hangi sermaye grubunun sermayenin hangi kanadında olduğu, bu kanatların hangi düzen partisi tarafından temsil edildiği tartışmasıydı. Örneğin TÜSİAD’ın geleneksel büyük sermayeyi, TOBB’un ise küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesini temsil ettiği düşünülürdü. Yani sanayi sermayesi ile ticaret sermayesi ayrımı yapılırdı. 1980 sonrasında ise neo-liberal dönem ile sermayenin yoğunlaşması ve küreselleşme adıyla emperyalist dünya sistemi ile entegrasyon gibi nedenlerle net çizgilerle ayrılabilecek bir durum arz etmiyor bugün.  İstatistiki olarak 50’in altında işçi çalıştıran KOBİ’ler toplam işletmelerin yüzde 97’sini temsil ediyor. Ancak kamu dışı milli gelirin yarısı, dış ticaretin yüzde 85’i, kayıtlı istihdamın yüzde 50’si, kurumlar vergisinin yüzde 80’ni TÜSİAD tarafından “sağlanıyor.” Yani ülke ekonomisinin hemen hemen yarısının ağırlıklı olarak TÜSİAD üyesi sermaye grupları tarafından şekillendirildiği görülecektir. [2] Aynı zamanda Türkiye ekonomisi açısından önemli bir noktayı daha belirgin kılmak lazım. KOBİ’ler bağımsız bir ekonomik birim değil doğrudan sektörel ve bu sektördeki dikeyine yapılanan tekelci sermaye ile organik bir ilişkiyi sahip. Türkiye’de daha çok yan sanayi ya da bayilik şeklinde işleyen bu tablo, büyük sermaye ile küçük sermaye arasında mutlak ayrımları değil, tersinden karşılıklı ilişkiyi gündeme getirir. Yine aynı şekilde Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB), büyük sermayeye bir rakip değil, burjuva sınıfının örgütlenmesinin çatı örgütü olarak değerlendirilmeli, TÜSİAD’da temsil edilen büyük sermayenin aynı zamanda TOBB içinde de etkin olduğunu not edip geçmek gerekiyor.

Küçük ve orta işletmeler kaba bir yaklaşımla ifade edersek genel ekonomik büyümeden pay alarak ve iktidar olanaklarından yararlanarak güçlendiler. Tespit edilmesi gereken önemli noktaların başında küçük ve orta ölçekli işletmelerin AKP sayesinde kamu bankaları aracılığıyla sağlanan olanaklarla güçlendiği.  Genel ekonomik büyümeden pay aldıkları gibi aynı zamanda AKP sermayesi haline geldiklerinin altı çizilmelidir. Buradan iki sonuç kendiliğinden çıkıyor: Büyük sermaye ile çelişkisi yok, AKP’nin arkasına dizildikleri ise açık.

Peki büyük sermaye ile AKP arasında mutlak ve kategorik bir karşıtlık tespiti yapılabilir mi? Geleneksel sermaye aleyhine bir dönüşüm, bir el değiştirmeden söz edilebilir mi ya da bugün büyük sermayeyi tehdit edecek rakipler AKP eliyle yaratılıyor mu? Yukarıdaki küçük-büyük sermaye arasındaki organik ilişkiyi ortaya koyduktan sonra bu sorunun yanıtının olumsuz olduğu son 22 yıllık pratikte saklı. Çalık, Koza, Albayrak gibi “AKP’nin organik sermaye gruplarına” iktidar tarafından aktarılan rant, ihale ya da torpil olmakla birlikte AKP döneminde ekonominin en önemli başlığı olan özelleştirmeler söz konusu olduğunda pastanın büyük bölümünün geleneksel büyük sermayeye aktarıldığı net olarak görülecektir. Özelleştirmeler yoluyla kamu işletmelerinin yaklaşık yüzde 80’i 13 gruba peşkeş çekilmiştir. Tüpraş Koç’a, Erdemir Oyak’a en bilinenleridir. Büyük sermayenin kaç kere Erdoğan’ın ve bakanların kapısını çaldığını bilemeyiz, ancak kamuoyuna yansıyan fotoğraflar AKP ve büyük sermaye arasındaki yakın ilişkiyi gözler önüne seriyor.

Peki sermaye el değiştirmez mi? AKP, yeni Devlet Denetleme Kurulu yasasıyla birlikte sermayede bir dönüşüm ve el koyma hedefi mi taşıyor? TÜSİAD’ın “muhalif” bir söylem geliştirmesinin altında AKP’nin gizli ajandasına yönelik bir hamle mi var? Türkiye’de yakın dönemde sermayenin el değiştirmesi özellikle iki etapta karşımıza çıkan bir olgu. İlki 2001 krizi, sermaye içinde bir seleksiyona yol açtı. Özellikle finans sektörünün büyümesiyle nemalanan bir dizi sermaye grubu 2001 krizinden etkilenmiş, kapitalist krizlerin sermayenin tekelleşmesiyle sonuçlanan genel ilkesinin kurbanı olmuşlardı. Uzanlar ise 2001 krizinde küçülmek yerine büyümek adına uluslararası kapitalizmin kuralların çiğnemeye kalktılar. Emperyalizm, Uzanların fişini çekme görevini AKP’ye vermişti. Bununla birlikte 2001 döneminde bir önceki iktidardan nemalanan sermaye gruplarının AKP ile bu nemalanmadan mahrum kalması, sermaye içinde seleksiyonun bir başka boyutunu oluşturmuştu. Ama 22 yıllık iktidarı boyunca AKP, TÜSİAD merkezli sermaye grubuna dokunmamış tersine özelleştirmelerle birlikte önünü açmıştı.

Sermayenin el değiştirmesi TUSKON örneğinde görüldü. Doğrudan FETÖ’ye bağlı bir sermaye grubunun tasfiyesi ve sermayenin el değiştirmesi başka bir İslamcı parti olan AKP eliyle yürütüldü. Ama şimdi sadece TÜSİAD’a değil aynı zamanda yeşil sermaye olarak kodlanan BİM’e yönelik verilen yüksek miktarda ceza, AKP’nin sermaye gruplarıyla ilişkisine yönelik aykırı örnek olarak görülebilir. Şimdi ara bir saptama yapmak gerekirse, sermayenin dili, dini, rengi, cinsiyeti olmaz ama FETÖ sermayesi olabileceği gibi AKP sermayesi tanımı, egemenlik ilişkisi bağlamında ifade edilebilir.

Buna verilebilecek örneklerin başında ise MÜSİAD geliyor. AKP ile MÜSİAD’ın etkisini artırdığı MÜSİAD’ın İSO 500 listesindeki her yıl ağırlığının artmasından anlaşılıyor.

Şimdi sermayeyi neye göre ayıracağız? Sermaye partilerini hangi sermaye grubuna yerleştireceğiz? Örneğin Marx’ın eserlerinde sanayi, ticaret, mali, toprak sahibi gibi sermaye grupları ayrımı varken bugün sermayenin tekelleşmesi, yoğunlaşması, uluslararasılaşması, finans-kapital biçimini alması bu tür ayrım çizgilerini çok belirsiz hale getirmiştir. Peki bugün TÜSİAD-AKP arasında yaşanan gerilim üzerinden sermayeyi ayırabilir ve burjuvazinin kanatlarından burjuva partilerini tanımlayabilir miyiz? Beyaz-yeşil, geleneksel-yeni, İstanbul-Anadolu, Amerikancı-Avrupacı, batıcı laik-İslamcı gibi sermayeyi tanımlayabileceğimiz büyük küme tanımlamaları yapabilir miyiz?

Örneğin geleneksel sermayeye karşı yeni sermayeyi, İstanbul sermayesine karşı Anadolu sermayesini, Avrupacı sermayeye karşı Amerikancı sermayeyi, beyaz sermayeye karşı yeşil sermayeyi, batıcı laik sermayeye karşı İslamcı sermayeyi AKP mi temsil ediyor? Doğrudan bu ilişkinin kurulup kurulmayacağı önemli bir soru olarak karşımızdadır.

Bugün düzen siyasetinde sermaye partilerinin nereye oturduğunu anlamak gerekli bir analiz olmakla birlikte sermayenin herhangi bir grubunu olumlamanın önünün açılmaması açısından da bu anlama çabası gereklidir. Yine başka bir teorik doğru ile devam edelim: Sermayenin ilkeleri yoktur, çıkarları vardır. Bu anlamıyla sermaye gruplarının, çıkarlarıyla müteşekkil bir konumlanış içinde olacağı aslı akıldan çıkarılmamalıdır.

Bu açıdan örneğin “Avrupacı sermaye, batıcı ve laiktir, o da İstanbul sermayesi olarak geleneksel sermayedir ve CHP’yi destekler. İslamcı sermaye Anadolu sermayesidir ve ağırlıklı KOBİ’lerden oluşmakla birlikte bu yeni sermaye AKP’yi desteklemektedir” şeklinde özetlenecek bir vulgarizasyondan kaçınmak lazım. En azından artık milli-komprador ayrımı ile sanayi-tüccar sermayesi şeklinde eski dönemki kalın çerçevelenmiş sınıflandırmalar bugün yok. Sermayeyi mali, sanayi, ticari vb. şeklinde bölümlemenin hala geçerli bir mantığı olmakla birlikte hem tek tek bu kategorilerde hem de bu kategorilerin bileşim/kesişim kümelerinde bulunan sermayenin büyüğü, orta ölçeklisi ile küçüğünün de olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu açıdan örneğin, küçük sermayenin mali gücünün yetersiz olması nedeniyle devlet eliyle kamu bankalarından kredi ile beslenmesi bu sermaye grupları açısından çok önemlidir. Ancak döviz kurunun artması, yarı mamul ithalatına dayalı sanayi burjuvazisi açısından maliyetleri yükselten bir durumdur. Bu örnek, sermaye-siyaset ilişkisini göstermesi açısından manidar olmakla birlikte orta gelişkinlikte bir kapitalist ülke olmasına karşın Türkiye burjuvazisinin hemen hemen tamamı, devlet ananın memelerini emmeyi bırakmayı hiç düşünmemiştir. Burada, vurgulanması gereken bir diğer olgu ise, doğrudan kamu kaynaklarının iktidar eliyle dağıtıldığı yeni türedi sermayenin de 22 yıllık iktidar süreci içinde oluşması.

TÜSİAD ya da büyük sermaye, bugün ekonomik kriz koşullarında bizzat Erdoğan tarafından göreve getirilen Mehmet Şimşek’ten razılar. Mehmet Şimşek’in uyguladığı ekonomi politikalarını açıktan destekliyorlar. Çünkü döviz kuru hareketinin enflasyonun altında tutulması politikası onlar açısından yurtdışından borçlanarak ucuza finansman sağlamalarına olanak veriyor. Şimşek’in “dezenflasyon” programından rahatsız olanlar ise, reel olarak değerlenen Türk lirası nedeniyle dış rekabet gücü azalan, yüksek faizli kredi kullanan, ağırlıklı olarak tekstil, gıda, mobilya gibi emek yoğun sektörlerde faaliyet gösteren Anadolu sermayesi.[3] Onların ise AKP’yle organik bağı daha açık.

Çelişik gibi değil mi: Bir yandan Anadolu sermayesi AKP’li ama öte yandan Mehmet Şimşek’ten razı olan TÜSİAD!

Şimdi bu ilişkileri daha yukarıdan bir bakışla ele alırsak emperyalizm – sermaye – siyaset – devlet şeklinde soyutlanabilecek 4 temel parametreyi kullanmak zorundayız.  Bu dört parametreyi birbirinden bağımsız değil bağımlı değişkenler olarak ele almak gerek. Örneğin emperyalizm-devlet-sermaye bağı 1978’lerde Ecevit hükümetinin düşmesine neden olacak bir müdahale bileşkesini ifade etti. Ya da emperyalizm-sermaye-siyaset üçlüsü Ergenekon-Balyoz davaları dediğimiz süreçte devleti değiştirmede ve ele geçirmede rol oynadı. Emperyalizm-devlet-siyaset bileşkesi örneğin Uzanlar gibi bir sermaye grubunun tasfiyesinin yolu olmuştur. Örnekler çoğaltılabilir ancak sermaye-iktidar-devlet ilişkisini ele alırken aynı zamanda kapitalist siyasetin aktörleri arasındaki tercih, öncelik, eğilim ve çıkar farklılaşması mutlak bir biçimde ortaya çıkan bileşkenin vektörleridir.

Bugün 22 yıllık AKP iktidarı yeni bir rejimin temellerini atmış, bu rejimin anayasal dayanağı üzerinden rejimin yerleşmesinin hesabını yapmaktadır. Bu aynı zamanda kurulan “yeni rejimin” revizyonunu içermektedir. Yeni anayasa bir yandan bu revizyon arayışına denk geliyor. Ama daha önemlisi “yeni rejimin” yerleşmesi, AKP ile temsil edilen zihniyetin artık resmî ideoloji haline gelmesi: Burjuvazinin birinci programı bu.

Doğaldır ki AKP eliyle büyüyen sermayenin bundan rahatsızlığı yok. Gerek AKP’nin oligarkları gerek AKP eliyle beslenin türedi sermaye gerekse AKP eliyle-nedeniyle daha da kazanan büyük sermaye… Sanayi, mali, ticari, tarım olsun fark etmiyor. Ancak kamu kaynakları ve kamu bankaları üzerinden beslenen yandaş bir sermaye sınıfının oluştuğunu vurgulamak lazım. AKP’nin egemenlik ilişkisine tabii sermaye grupları demek yanlış olmayacaktır.

Bununla birlikte yeni rejim kendi krizini yaşıyor. AKP, yaşanılan ideolojik krizi yeni anayasayla çözmek isterken iktisadi krize ise çare olacak bir reçeteye sahip değil. Toplumsal tepkinin biriktiği, ekonomik temellerin sarsıldığı bir kriz ortamında büyük sermayenin uyarıları, aslında restorasyon programını işaret ediyor. Yoksa 22 yıllık AKP iktidarına yönelik, laik-batıcı sermayenin bir tepkisi/direnci olarak süreci okumak çok doğru değil. (Örneğin AKP döneminde büyüyen bazı sermaye gruplarının İslamcı sermaye olarak tanımlanması çok mümkün değil) 22 yıl siyasette uzun bir süre… Bugün burjuva düzenin önündeki ikinci program bir restorasyon programıdır: Bir bütün olarak sermaye (küçük ya da büyük) ekonomik krizin aşılmasını, Avrupa başta olmak üzere emperyalist tekellerle uyumu ve sermaye güvencesini arıyor. Bu hem AKP’nin sınırını hem de sermayenin AKP ile mesafesini de belirleyen önemli faktörlerden birisidir. Doğaldır ki “toplumsal formasyon” sadece işçiler için değil sermaye için de işliyor. Birinci Cumhuriyet’ten kalan sermayenin normları ile İkinci Cumhuriyet’in yarattığı sermayenin normları birlikte var oluyor.

Dikkat edilmesi gereken en temel husus şudur; restorasyon programı, 22 yıllık AKP iktidarının reddiyesini değil tadilatını ifade etmektedir. Helalleşme, normalleşme gibi kavramlar ile bugün CHP’nin temsil ettiği politik çizginin ufku güçlendirilmiş parlamenter rejimden ibarettir.

AKP, sermaye grupları üzerinde egemenlik ilişkisi arıyor. Rejim değiştiren bir iktidar olarak kendisini kudretli görüyor, AKP eliyle büyüyen ve beslenen sermayenin AKP’nin sermayesi olmasında bir sorun bulunmuyor.

AKP, yeni bir rejim kuruyor, bu rejimin paradigmalarını oluşturuyor. Bu “değerler dizisine” uyumsuz herkesi sindirmekten çekinmiyor. Bir yandan Kürt sorununda “yeni çözümün” önündeki engeller temizleniyor. Ümit Özdağ’ın tutuklanması ile soldan HDK’ya yönelik operasyonlar aslında eski Türkiye’nin kalıplarını taşıyanların tasfiye edilmek istenmesidir. Diğer yandan AKP, düzen siyasetinde artık rakipsiz değil. Rejim kendini yerleştirirken karşısına çıkan seçeneği ortadan kaldırmak için her türlü tedbiri alacağını gösteriyor.

Bugün TÜSİAD’da cisimleşen büyük sermayenin ya da sermayenin egemen kesimi krizde bir yandan Mehmet Şimşek programının açık destekçisi iken aynı zamanda düzenin restorasyonuna yönelik sınıf çıkarını dile getiriyor.

Bugün düzen siyasetinde sermaye sınıfının iki programı bulunuyor. İlkini AKP temsil ediyor, arkasındaki sermaye sınıfıyla birlikte. Diğer program ise CHP’nin başını çektiği düzen muhalefeti. Onun programı ise düzenin tadilatı! Burjuvazinin kanatlarını biraz buradan okumak, sınıf-siyaset ilişkisini buradan kurmak daha sağlıklı olacaktır.

TÜSİAD, muhalif bir solcu olmadı. Ama raporunda Gramsci’den alıntı yapacak kadar solun ideolojik gücünün etkisinde. Ya da dönek solculardan oluşan bir danışman ekibi bulunuyor. Gramsci’nin sözü olan “Eskinin öldüğü ama yeninin doğmadığı bir süreç yaşanıyor” saptaması yapıyor.

Bir sınıf bilincine sahip TÜSİAD’ın dönek solcuları, doğru söylüyor. 1923 Cumhuriyeti’nin öldüğü ama yenisinin doğamadığı bir süreçte geçiyoruz. TÜSİAD yöneticilerinin kovuşturmaya uğradığı, faşist parti liderlerinin hapsedildiği, Öcalan’ın Meclis’te konuşmaya çağrıldığı “şok”a uğratılmış bir kavşak.

Yeni bir cumhuriyetin doğumu ellerimizde…

Sinmenin, korkmanın, susmanın zamanı bu zaman mı?

[1] Bu konu için ilgili makale: https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-262-subat-2011-sayi-262-subat-2011/2438/akp-ve-solun-ezberleri-akp-yi-teshir-etmekle-yetinmenin-hafifligi/3575

[2] Dinçel, Gülay, Türkiye sermayesinin haritasını çıkarmak, https://gelenek.org/turkiye-sermayesinin-haritasini-cikarmak/

[3] https://www.birgun.net/makale/tusiada-tavir-ne-olmali-600536

Reklam

Önceki Haberler

HÜDAPAR’lı Yapıcıoğlu: Türkiye ile Abdullah Öcalan bir yıldır görüşmeler yapıyor

HÜDAPAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu “Yaklaşık bir yıldır Türkiye devleti ile Abdullah Öcalan görüşmeler yapıyor,…

3 Mart 2025 15:52

Laiklik Meclisi’nden 3 Mart Laiklik Günü Bildirgesi

Laiklik Meclisi, 3 Mart Laiklik Günün'de bir bildirge yayımladı. Yayımlanan bildirgede 3 Mart'ın tarihsel önemi…

3 Mart 2025 14:52

Ankara’da sahte içkiden ölenlerin sayısı 81’e çıktı!

Sahte içki nedeniyle yaşanan can kayıplarında artış sürüyor. Ankara'da 81 kişinin sahte içki nedeniyle yaşamını…

3 Mart 2025 14:42

Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler’in savcılık ifadesi ortaya çıktı

Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, savcılık ifadesinde, "Benim süreçlere ne müdahalem ne de şirketlerle bir…

3 Mart 2025 14:07

Öcalan’ın çağrısı sonrasında DEM Parti MYK’sı toplandı

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakma çağrısının ardından DEM Parti'de üst üste toplantılar gerçekleştiriliyor. Parti…

3 Mart 2025 13:48

İstanbul Üniversitesi’nden İmamoğlu’nun diplomasıyla ilgili açıklama

İstanbul Üniversitesi, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun "sahte diploma" soruşturması hakkında yaptığı açıklamada, "Gerekli inceleme ve…

3 Mart 2025 13:43
Reklam