Son günlerde Cumhuriyet Gazetesi’nden bazı yazarların yazılarında gündeme getirdiği konu sol, sosyalist ve komünist hareketi doğrudan ilgilendiriyor. Daha doğrusu dile getirilen tezin muhatabı doğrudan Türkiye solunun kendisi.
Gündeme getirilen konu; “CHP’ye destek olunması”.
Öncelikle, bununla ilgili son bir iki hafta içerisinde yazılan bazı değerlendirmeleri özetleyerek başlayalım.
06.10.2025 tarihinde Ergin Yıldızoğlu köşe yazısında şöyle bir yaklaşım geliştiriyor: “(…) sosyalistlerin CHP’ye yönelik benimsemesi gereken doğru yaklaşım da CHP’ye onun hedeflerinin çerçevesi içinde bir eleştirel destek, süreç olarak faşizmi anlamasına, karar vermesine yardımcı olmaya çalışmak biçimde tanımlanabilir. ‘CHP’yi destekle, laikliği ve Cumhuriyetçiliği savun, sosyalist hareketi inşa et’ sloganı bu duruma çok uygundur.”
Bu yazıya istinaden Emre Kongar ise kendi formülasyonunu “‘Reelpolitik’ adına, şimdilik CHP’yi eleştirerek destekle, Atatürk çizgisinde Laikliği, Antiemperyalizmi ve Cumhuriyetçiliği savun ve böylece sosyalist harekete destek ol.” şeklinde ifade ederek tartışmaya katkı koymuştur.
İki yazı üzerine Mehmet Ali Güller ise 13.10.2025 günü yazdığı “Sosyalist hareketin inşası” başlıklı yazısında konuya dair yaptığı girdi ile CHP’nin yeniden ortanın soluna nasıl çekilebileceğini gündeme alıyor. Güller’in yazısındaki ilgili bölüm şu şekildedir: “Dolayısıyla formülasyon ‘CHP’yi ‘eleştirerek’ desteklemek ve sosyalist hareketi inşa etmek’ diye sadeleşebilir. Diğer yandan hem sosyalist olduğum için ama hem de son 23 yılın deneyimiyle, sosyalist hareketin inşasını, CHP’yi desteklemekten daha önemli buluyorum; dolayısıyla formülü, ‘sosyalist hareketin inşası ve CHP’yi sola çekerek desteklemek’ diye ters çeviriyorum.”
Bu değerlendirmeler, politik eksende sosyalistlerin pozisyonu bir kere daha tartışmaya açma niyeti taşıyor. Ancak özellikle CHP’nin pozisyonunu ve bunun kimi noktalarını belirgin hale getirmek bu tartışmayı yürütmek açısından hem öncelik hem de önem taşımaktadır.
Türkiye’de tesis edilen “istibdat rejiminin” güncel olarak geldiği aşamanın emperyalist kapitalist sistem içerisinde bir anomali (normalden farklı, aykırı, kural dışı) olmadığını baştan ifade etmek gerekiyor. Kimi zaman kapitalizminin “normalleri”nin emekçi sınıfların karşısına “öcüler” olarak çıkartıldığı iyi bilinen gerçeklerden bir tanesi. Ancak bu durum sistem içerisindeki özneler ve özellikle sınıfsal ya da yönetsel bölmesindeki unsurlar arasında tartışmalar, sürtünmeler olmadığı anlamına gelmiyor.
Türkiye gerek Ekim Devrimi sonrasında ortaya çıkan kuruluş dinamikleri bağlamında gerek jeopolitik konumu dolayısıyla gerekse uzun yıllardır emperyalizmle kurulan ilişkileri nedeniyle hep “müdahale kapsamında tutulan” kapitalist bir birim olarak bugünlere gelmiştir. AKP iktidarı da tam böyle bir müdahaleler silsilesi üzerine kurulmuş, şekillenmiş ve Türkiye’ye biçim veren bir unsura dönüşmüştür. Burada siyasal İslâm’ın iktidara yerleşmesi ve başta tarikatların tam boy kapitalistleşme ve holdingleşme süreçlerini de önemli bir not olarak belirtmek gerekir.
İşte böylesi bir iktidarın hele ki günümüzde Cumhur İttifakı’na dönüşmüş haliyle rejim değişikliğine imza atarak ülkeyi despotizme sürüklemesi kaçınılmaz bir olgu olarak karşımızdadır. Bunun bir yanıyla da sermayenin “merkezileşme” ihtiyacıyla da ilişkili olduğu ayrıca belirtilmelidir. Ancak bununla birlikte bu rejimin ülkenin temel değerleri, emekçi sınıfların kazanımları ve Cumhuriyet rejimi ile giriştiği hesaplaşma doğal olarak kimi zaman rejim, kimi zaman iktidar, kimi zamansa sistem değişikliği başlıklarını daha güncel bir şekilde gündeme getirmektedir. Bunun kapılarını açan temel olgu ise toplumsal durum ve özünde ise emekçi sınıfların tepkisidir. Türkiye’de çoğunluk böylesi bir rejimde yaşamak istememektedir.
Dolayısıyla; gerek emperyalizm gerekse Türkiye burjuvazisi açısından Türkiye’deki rejimin restorasyonu kimi zaman öne sürülen kimi zamansa yedekte tutulan bir başlık olarak her zaman hazır tutulmaktadır. Çok fazla sağa yatmış bir düzenin merkeze çekilmesi ya da çeşitli “normalleri”ne davet edilmesi her zaman için bu odakların arayışları arasında yer alır. Burada kimin, hangi zaman ve hangi şekilde başarılı olduğu ise ayrı bir tartışma konusu olarak ele alınabilir.
Türkiye’nin yaklaşık son on beş yıllık dönemine baktığımızda CHP’nin tam da bu restorasyon çizgisinin ana aktörü haline yerleştiğini, bu pozisyonun en önemli yükseliş noktasının ise 2023 – 2024 dönemlerinde yaşandığını görebiliriz.
Önce bir noktayı belirginleştirelim: CHP’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren taşıdığı değerler, toplumsal karşılığı, sosyal demokrat bir parti olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olarak ele alınabilir, alınmalıdır da. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanı olması ile başlayan süreç, Türkiye’de İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz yeni rejimin sistem içi muhalefet partisinin inşasının süreci olarak tanımlanmalıdır. Günümüzde bu inşa sürecinin kapitalist sistem içerisinde gelişerek devam ettiğini, Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu arasında görülen zıtlık ilişkisinin işin özünde diyalektik bir bütünlüğe denk geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Kılıçdaroğlu dönemi CHP’sinin ayak seslerinin Deniz Baykal’ın çarşaflı bir kadına CHP rozeti takması ile birlikte geldiği söylemek mümkündür. Devamında CHP’nin Türkiye’de yerleştiği temel zemin emperyalizm ve sermaye açısında restorasyon çizgisi, halk açısından ise AKP’den kurtulma özleminin “yanılsamalı” temsiliyeti olmuştur.
“İkinci Cumhuriyet’in CHP”sinin helalleşme çizgisinin devamında şekillendirdiği Millet İttifakı tam boy sağcı bir ittifak olarak tarihe geçerken, CHP’nin artık “ortanın sağı”nda olduğu tescillenmiştir. O günden bugüne değişen şeyler elbette var.
CHP’nin başta TÜSİAD olmak üzere sermaye sınıfı ile olan ilişkileri, özelleştirmelere karşı olmaması, emperyalist merkezlere olan hayırhah bakışı ve oradan beklentileri, NATO’cu karakterini çelik gibi korumaya devam etmesi doğal olarak kamucu, halkçı yanlarının da budanmasına yol açmıştır. Öyle ki artık ANAP kökenli bir müteahhit olan Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin lideri gibi ortaya çıkması garip görülmemekte, yarı seküler bir CHP bu topluma yeter düşünülmektedir.
Helalleşme çizgisi kimi zaman iktidarla normalleşme çizgisine doğru taşınabilmekte, CHP’nin oyları ile Meclis’e giren sağcılar ve siyasal İslâmcılar gidip Erdoğan’ın yanına dizilmesi kanıksanabilmektedir.
CHP bugün burjuva düzen içerisinde iktidar mücadelesi veriyor. Despotik rejim buna kendi meşrebince yanıtlar veriyor. Burada belirtilmelidir ki haksız, hukuksuz ve adaletsiz uygulamaya maruz kalan kim varsa sosyalistler onun yanında olurlar. Bu tartışma konusu bile değil. Ancak bu durum bir adım ötesinde CHP’ye ya da onun temsilcilerine sahip olmadıkları nitelikleri atfetmek anlamına geliyorsa orada durmak zorundayız.
Kapitalist sistemden bunalan, artık yeter diyen, laikliğin ve Cumhuriyet’in tasfiyesine karşı çıkan kitleler, hakkını arayan emekçiler kurtuluş için umudu CHP’de görüyorlar.
Artık adlı adınca karşımızda İkinci Cumhuriyet’in CHP’si olduğu açıktır. Şimdi sosyalistlerden ve komünistlerden bu CHP’nin “ıslah ya da restore” edilerek destek olunmasının beklenmesi biraz abes görülmelidir. Hele ki bunun, CHP’nin eleştirilerek desteklenmesi ve sola çekilmesi gibi bir misyon, sosyalist solun inşası hedefiyle yapılmasını istemek de solun bağımsız hattının inşasını “büyük bir şarta” bağlamak anlamına gelmektedir. Çünkü siyasette destekleme ve ittifak gibi kavramlar pozitif anlaşmalar üzerine şekillenmektedir. Ana konularda (emek, laiklik, emperyalizm) eleştirmek zorunda olduğunuz bir siyasi oluşumu “destekleyemezsiniz”. Bu açılardan baktığımızda Yıldızoğlu ve Güller sosyalist hareketin inşasını değil, aslında solun CHP’ye destek olmasını merkeze bir pozisyonda kalıyorlar. Aynı madalyonun farklı iki yüzü gibi değerlendirilebilir. Çünkü CHP bağımsız ya da sabit değişken; sosyalist hareket ise bağımlı değişken olarak görülmektedir.
Diğer taraftan, Türkiye tarihinde CHP’nin geçmişteki ortanın solu açılımına denk gelen olgular bütününe yapılan bir atıfla bugün CHP’nin tekrar yeniden sola nasıl kayabileceği değerlendiriliyor. Burada ise müneccimlik yapmanın sınırları vardır. CHP geçmişte ortanın solu derken yükselen işçi sınıfı hareketini ve solu kendisine bağlamayı hedefliyordu. Ancak, o zamanlarda Sovyetler Birliği’nin varlığı denilen “büyük detay”ı dikkate almazsak bugünkü durumu açıklamanın da sınırları olabilecektir. İkinci Cumhuriyet’in CHP’sinden Ecevit CHP’si çıkar mı bilinemez ama başka ülkelerdeki bazı pratikler “sosyal demokrat” kapsamdaki partilerin yeni dönemde neler yapabileceğini açık bir şekilde gösteriyor. CHP ile birebir örtüştürme amacı taşımasak da, Yunanistan’da Syriza’nın kendisini AB’nin ekonomik enstrümanlarına nasıl attığını ve geldiği noktayı ya da Almanya’da Yeşiller Partisi’nin Ukrayna’daki neo-Nazi iktidarı nasıl desteklediğini hatırla(t)mak bu noktada faydalı olabilir.
Şu büyük gerçek ise doğru bir yere işaret ediyor. Evet, bugün Türkiye’de sosyalist hareketin bağımsız hattını inşa etmek gibi bir sorunu bulunmaktadır. Emperyalizme ve sermayeye karşı mücadeleden taviz vermeyenler; emek, laiklik ve bağımsızlık bayrağını yükselten ve sosyalizmi uzaklara havale etmeyenler bu ilkeler çerçevesinde Türkiye’nin aklı ve vicdanında büyük bir yer edinebilirler. CHP ya da DEM Parti’nin gölgesinde siyaset yapmaktan, kime nasıl bir destek vereceğimiz ya da nasıl milletvekili pazarlıklarına girileceğinden yorulmadık mı?
Bugün sol açısından yakıcı ve öncelikle ele alınması gereken mesele budur.
Bu haber en son değiştirildi 20 Ekim 2025 10:30 10:30
ABD Başkanı Trump’ın eski danışmanı Kushner ve Orta Doğu Özel Temsilcisi Witkoff, Hamas’ın silahsızlandırılması süreci…
AKP’ye yakın iş insanı Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu Eti Bakır A.Ş.’nin Eskişehir’de hayata geçirmek istediği…
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Louvre Müzesi'nden tarihi eser niteliğindeki 9 parça mücevherin çalınmasına ilişkin, "Tarihimize ve…
İBB Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı lisans diplomasının sahte olduğu iddiasına ilişkin bugün ikinci kez…
İsrail basını, Tel Aviv yönetiminin Gazze Şeridi’ne insani yardımların girişini durdurma kararını ABD’nin baskısıyla geri…