Aziz Nesin’le nice yıllara!
Hande Durna, Aziz Nesin'in yüzüncü doğum günü için yazdı
Aziz Nesin’le tanışıklığım elime ilk defa kitap aldığım dönemlere denk geliyor. Tıpkı sizler gibi, tıpkı benim kuşağımın da içerisinden yer aldığı pek çok kuşak için geçerli olduğu gibi. Benim Aziz Nesin okumalarım belli dönemlere ayrılıyor. Mizah kitaplarını okumam, bazıları çocuk kitabı olarak da bilinir, ortaokul lise dönemlerime rastlar. Ama asıl Aziz Nesin’i tanıdığım ve ilk okuduğum kitaplarına da dönüp bu gözle tekrar baktığım dönem, kendimi örgütlü bir marksist olarak tanımlamaya başladığım döneme denk geliyor. O dönemki okumalarımın bende bambaşka bir Aziz Nesin algısı yarattığını çok net hatırlıyorum. Bugün aradan geçen onca yıl sonucunda Aziz Nesin’i yeniden okuma ihtiyacı duyduğumu da not düşmeyi isterim…
20 Aralık 1915’de Heybeliada’da doğan Aziz Nesin, şimdi tam yüz yaşında. Yoksul bir ailenin ve dindar bir babanın çocuğu olan Aziz Nesin için aydın olma yolunu açan ve ciddi bir aydın sorumluluğu taşıtan büyük ölçüde bu yaşam koşullar olmuştu. Kendinde ne varsa emekçi halka borçlu olduğunu düşünen ve buradan sosyalizm fikrine varan Aziz Nesin’in bu düşüncesini şu ifadelerde görmek mümkün:
“Ben bir rastlantıyla okuma olanağı bulmuştum. Açların, çıplakların, okumayanların yerini, şans bize gülmüş, biz doldurmuştuk. Peki bana bunları kim veriyor diye sorduğumda, o günlerdeki yanıtım devlet oluyordu. Daha sonra devlet kimi temsil ediyor sorusuyla asıl karşılığını buldum. Halk veriyordu. Türkiye gibi okumayanların milyonları bulduğu bir ülkede okuyabilenleri aslında halk okutuyordu… bu borç ödenmez, ama ödemeye çalışmak gerekiyor, işte böylece de sosyalist oldum.”
Kendini her zaman borçlu hisseden, bu borcu ödemek için sosyalist olan ama hayatının sadece çok küçük bir bölümünde örgütlü olan, yalnızlıkla ve binbir çeşit zorlukla başetmeyi bilen Aziz Nesin…
Aziz Nesin’in bütün yaşadıklarına ve zorluklara rağmen ayakta kalışı, hayata kafa tutuşu ve idealleri için herşeyi göze alışı bugünün komünistleri ve aydınları için asıl büyük değeri taşımalıdır.
Fildişi kulelerde değildir Aziz Nesin. Bizden birisidir, bizim aramızdadır. Yazdıkları bizim hayatımızdır. Bu toplumdur, bu halktır. Ve öyle yalın anlatmıştır ki bütün gerçekliği bazen bu kadar gerçekçi ve etkili olması bile hayrete düşürür.
Yalnızdır Aziz Nesin. Kişisel yalnızlığın ötesinde politik bir yalnızlıktan bahsediyorum. Elbette tek başına hareket etmediği dönemler olmuş, beraber pek çok işe imza attığı dostları olmuştur ama bunlar hep birer çentiktir. O çentikler ki bugün benzerlerini görmeye hasret kaldığımız türdendir…
Büyük usta, Sivas Katliamı’ndan 2 yıl sonra, 5 Temmuz 1995’te imza günü için gittiği Alaçatı’da aramızdan ayrılmış ve kendi isteği üzerine Nesin Vakfı’nda kimsenin bilmediği bir yere gömülmüştü. Bugün Nesin’in yattığı toprakların üzerinde minicik ayaklar koşmakta, şen çocukların kahkaları çınlamaktadır.
Çocukluğuna dair anlattııkları arasında sık sık gömü aramaya giden babası önemli bir yer tutar. Babasının çok istediği, çok çabaladığı gibi dindar olmamıştır ama babasının en büyük hülyasına o da sahiptir, hep gömüyü aramıştır:
“Olmasa da ara düşleyip bir gömü
Yaşamak aramaktır içindeki gömüyü”