Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi öncesini, o günü ve sonrasını mercek altına almak adettendir. Bu seneyi ise birden fazla yönden ele almak mümkün görünmektedir. Birincisi, Türkiye’de sınıf hareketinin durumu, genel olarak toplumsal mücadeleler alanı ve siyaset ile ilişkileri. İkincisi, birinici ile de bağlantılı düşünülmek üzere sendikal alanın durumu. Üçüncüsü, Türkiye’de sol, sosyalist hareketin durumu. İşçi sınıfı geride mi? Yoksa atılım için hazır mı? Tam ikisinin arasında bir noktada denilirse yanlış olmayacaktır. Eğer sadece 1 Mayıs gününde ortaya çıkan tabloya bakarsanız bazı noktalarda umutsuz, bazı noktalarda ise normalin ötesinde değerlendirmelere varabilirsiniz. O yüzden sınıf mücadelelerini belli bir tarihsellik içerisinde ele almaya çalışmak, işçi sınıfının mücadelesinin kaynaklarını tespit etmek ve buradan bir gelecek kurgusu oluşturmaya çalışmak olmazsa olmazdır. Örneğin bu 1 Mayıs’ta sağcı, gerici ve düzen yanlısı sendikaların yaptığı kutlamalar da fotoğrafın içine sokulmaya çalışılmakta, ‘bakın emekçiler ne kadar da güzel toplandılar’ denilmektedir. Yaklaşık yüz elli yıldır emekçilerin başına bela edilmiş olan bu anlayış, bu sene ülkemizde açık bir şekilde AKP iktidarının güncel söyleminin kopyasını, kurdukları sahte 1 Mayıs kürsülerinden dile getirmiştir. Hele bir de üzerine 1 Mayıs kürsülerinden Kur’an okutarak, mehter marşları çaldırarak yapılmaya çalışılan şey, emekçilerin bütününün İslâmcı ya da Osmanlıcı ideolojinin taraftarı olduğunun mesajını vermek, bununla birlikte işçileri teslim almaktır. Bu durumun çok açık bir şekilde, sermaye sınıfı, gerici AKP iktidarı ve bunların tamamlayıcı halkası olan gerici, faşist sendikalar tarafından hayata geçirilmeye çalışıldığı açıktır. Hatırlanacağı üzere bu yıl ilk Taksim başvurusu Hak İş tarafından yapıldı. Başvuru İstanbul Valiliği tarafından reddedilince, Sakarya’da miting yapma kararı aldı. Onun devamında Memur Sen Kahramanmaraş’ta, Türk İş ise Çanakkale’de 1 Mayıs mitingi yapma kararı aldı. Hak-İş mitinginde Kur’an okundu, Memur Sen mitinginde mehter marşı çalındı, Türk İş mitinginde ise Çanakkale şehitleri üzerinden milliyetçi bir söylem geliştirilmeye çalışıldı. Bir not olarak, Memur Sen başkanının mitingde yaptığı konuşmaya, kamu emekçileri içerisindeki örgütlülük düzeyi de düşünüldüğünde dikkat çekmek gerekmektedir. Doğrudan AKP iktidarının temsilcilğini yapan bu hat güç kazandığı oranda, sınıf mücadelelerinde daha fazla mevzi kaybedilmesi gündeme gelebilecektir. Konuşmanın bazı noktalarını dikkatinize sunuyoruz. Doğrudan AKP iktidarının söylemleri bir konfederasyon başkanı tarafından işçilere pompalanıyor. “Terör örgütleri ve efendileri şunu bilin ki; çağlardan çağlara, kuşaklardan kuşaklara süregelen kardeşliğimizle baş edemeyeceksiniz, yenileceksiniz, yok olacaksınız. Kapitalistler, tetikçiler, devlete paralel hat çekenler, hesap verecek, bedel ödeyeceksiniz. Sömürgeciler, kan emiciler, işgalciler, darbeciler, hep birlikte tarihin çöp sepetine gideceksiniz.” “Yeni Türkiye’nin yol haritasını birlikte yazmalıyız. Türkiye Anayasa Platformunu bu amaçla kurduk. Milleti forsalaştıran, devleti kutsallaştıran, vesayeti derinleştiren cuntacıların ferman anayasasından kurtulmak için var gücümüzle çalışacağız. İnsan onurunu dokunulmaz, bireyi özgür, devleti demokratik kılan yeni bir anayasayı hep birlikte yapacağız. Biz bunun için çalışırken vesayet rejiminin bekçileri, tetikçileri vesayete suni teneffüs yapma derdindeler. Sahayı onlara bırakmayacağız. Yeni Anayasayı yazana kadar sahadan ayrılmayacağız. İstikrarımızı bozmaya çalışanlara fırsat vermeyeceğiz. Yeni, yerli ve milli nitelikte, evrensel ilkelere, insani değerlere dayalı toplumsal sözleşmeyi birlikte yazacağız. Toplu sözleşmede tarih yazan Memur-Sen’in birikimini, toplumsal sözleşmenin yazım sürecinde seferber edeceğiz.” 1 Mayıs’a sadece bu pencereden bakınca, sağ sendikaların tasallutu altındaki işçileri ya da bu karanlıktan çıkma iradesini gösteremeyenleri görüyorsunuz. Halbuki tablo tek başına böyle değil. Öncelikle dikkatleri geçtiğimiz yıl başlayan ve etkileri bugüne kadar devam eden metal işçilerinin direnişine çekmeye devam etmek gerekmektedir. Türk İş’in amiral gemisi olarak görülebilecek Türk Metal’e vurulan darbe henüz sonlanmadı. Yine yıl içerisinde Renault işçilerinin DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’na üye olmaları ile başlayan süreç devam ediyor. Ancak bu noktada açık olarak görülmesi gereken nokta Türkiye işçi sınıfının motor gücü ya da Türkiye kapitalizmine darbeyi vuracak güç olan metal işçilerinin örgütlülüğünün çok daha ileri taşınmasının zorunluluğudur. Buna doğal olarak diğer sektörler eklenecektir. Ancak başlangıç noktasını iyi tespit etmek gerekmektedir. Dolayısıyla 1 Mayıs’ı bu pencereden de değerlendirmek gerekiyor. İşçi sınıfı mücadelesinin en fazla gündeme gelmesi gereken gün olan 1 Mayıs’ın ülkemizde zayıf bir işçi örgütlülüğü ile karşılandığı açık. Bununla birlikte, ülkedeki siyasi ortamın da toplumsal mücadeleler alanında bir geri çekilmeye sebep olduğunu herkes görüyor. Ek olarak, son aylarda patlayan bombalar sonucunda terörize olan toplumun, 1 Mayıs’ı bir mücadele günü değil de “kazasız belasız geçiştirilmesi” gereken bir gün olarak görmesi de bir yere kadar normal görünebilir. Ancak bu normalleştirme çabasını uç yorumlara vardırmaya çalıştığınızda apolitizmin birkaç türü ile karşı karşıya kalmanız mümkündür. Birincisi, ülkenin siyasi gündemlerinden soyutlanmış bir korku atmosferine mahkum kalınması olarak karşımıza çıkıyor. İkincisi ise kendini bu korku duvarını aşmaya odaklamış olan ama yine ülkenin siyasi gündemlerini ancak ve ancak söylemsel olarak gündeme almaya çalışan yaklaşımdır. Bu görüşleri insani gerekçelerle bir yere kadar mazur görebiliriz. Ya da toplumsal mücadeleler alanında güvenin tesisi için son 1 Mayıs’ta özellikle büyük kentlerde “kazasız belasız” kutlamalar yapılmış olmasını ön plana çıkartabiliriz. Ancak o kadar… Çünkü, ne olursa olsun şunları akıldan çıkartmamak gerekir. 1 Mayıs’tan iki gün önce Bursa’da TAK bombalı bir saldırı yapmış, 1 Mayıs günü Gaziantep’te miting alanının yakınında patlayan bomba sonucunda iki güvenlik görevlisi ölmüş, Adana ve Tarsus’ta 1 Mayıs yapılamamıştır. Dolayısıyla, korku duvarının aşılması düşüncesini mutlaklaştırmak ya da buradan politik çıkış aramaya çalışmak son tahlilde apolitizmin bir türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara rağmen aylar boyunca oluşan korku ortamına rağmen bu 1 Mayıs bir nefes alma anlamına gelmiştir. Önemli olan budur. Türkiye işçi sınıfının karşısında, kapitalist sistemin bekçisi gerici bir iktidar bulunmaktadır. Bu iktidarın ajandasında, yeni anayasa, başkanlık sistemi ve gericiliğin toplumsal alanda derinlemesine örgütlenmesi vardır. Bunlardan soyutlanmış her türlü 1 Mayıs, işçi sınıfının mücadelesine kan taşımaktan uzak kalacaktır. Tersinden iktidar yandaşlarının, emekçileri üzerindeki basıncı arttırmak için bu gündemleri her platformda dillendirdiklerini görüyoruz. O yüzden işçi sınıfının örgütlenmesinde politik gündemlerin esas tutulması da çok önemli bir noktada durmaktadır. Sol sendikal alan: DİSK ve KESK’te kitle yok gürültü var Belli bir tarihselliğe oturan ve sol çizgide olduğu varsayılan iki sendikal konfederasyondan bahsediyoruz. Ancak iki konfederasyon da tarihselliklerinin ve kökenlerinin hakkını veremeyecek bir pozisyonda bu 1 Mayıs’ı karşıladılar. Açık söylemek gerekirse, uzun yıllardır CHP’nin ve Kürt siyasi hareketinin belirleyiciliğinden hareket eden bu konfederasyonların bulundukları nokta emekçilerin yaygın örgütlenmesinden uzaklaşmak anlamına gelmiştir. 1 Mayıs söylemlerinden, kürsüdeki konuşmalara ve 1 Mayıs bildirisine kadar ortadaki tablo bellidir. Net olarak bu konfederasyonlar açısından, işçi sınıfı adına siyasal tutum almakla siyasal bir partinin uzantısı olarak söylem geliştirmek arasındaki çizgi tamamen belirsiz hale gelmiş durumdadır. Zaten kürsüden işçiler değil konfederasyon başkanları konuşma yapmıştır. Dolayısıyla sendikalar her şeyi söylemekte, her şeyi söylerken Türkiye’deki kapitalist sistemi yıkacak temel gücün işçi sınıfı olduğu gerçeğini işin sosu haline getirmektedirler. Uzun yıllardır bu konumlanışı terk edemeyen bu iki konfederasyonun ayağa kalkması ve büyük işçi örgütlülüklerine ulaşması mümkündür. Hedefler ve planlama bu yönde hayata geçirilmelidir. Türkiye solu ve 1 Mayıs 2016 Normal koşullar altında 1 Mayıs’ların Türkiye’de beklenenin üzerinde bir kitlesellikle kutlandığını hepimiz biliyoruz. Özellikle 2010-2011 ve 2012 yıllarında Taksim meydanında yapılan kutlamaların göz doldurduğunu ve işçi sınıfı mücadelesi açısından önem taşıdığını bir tarafa not etmemiz gerekmektedir. Bununla birlikte Haziran Direnişi sonrasında geniş bir halk hareketinden ve bunun sınıf kimliğinin belirginleşmesinden korkan bir iktidar bu sene de Taksim’i yasaklayarak engel üretmeye çalışmıştır. Kendi korkularını toplum üzerine yıkmaya çalışarak işin içinden sıyrılmaya çalışan bu gerici iktidarın hafızası oldukça kuvvetlidir ve mücadelesini bu mantıkla ortaya koymaktadır. Bugüne kadar politik gündemin geri düştüğü ve meydan fetişizmi şeklinde ortaya çıkan Taksim gündeminin yeniden işçi sınıfı tarafından kazanılabilmesi için büyük bir mücadele verilmesi gerektiği, bu mücadeleninse sağlam ve güçlü bir örgütlülüğe tahvil edilmesi gerektiği ise açıktır. Bu sene 1 Mayıs’ta solun durumunu ele almamız gerekirse, iki çizginin belirginleştiğini görmekteyiz. Geleneksel olarak Kürt siyasi hareketi ile ittifak ilişkisi içerisinde bulunan sol yapıları dışarıda bırakırsak, mücadelesinin merkezine demokrasi mücadelesini yerleştiren ve genel bir muhalefet çizgisini soldan inşa etmeye çalışan sol birinci çizgiyi oluşturmaktadır. Diğer çizgi ise sosyalist iktidar mücadelesinin temsilcisi komünist partiler tarafından şekillenmektedir. Bu noktada birinci çizginin ana temsilcisi pozisyonundaki Birleşik Haziran Hareketi Türkiye genelinde yapılan 1 Mayıs’lara katılmış ancak yaklaşık iki yıldır yürütülen cephe çalışmasının üzerine çıkan bir performans sergileyememiştir. Özellikle son bir buçuk yılda Türkiye siyasetinin dalgalı atmosferinde çeşitli yalpalamalar gösteren bu hareket, emekçi sınıfların bağımsız hattının siyasi temsiliyetinden ziyade, genel muhalefet hareketinin temsiliyetinde bir yere oturmaya çalışmaktadır. Bu durum güçlü bir örgütlülük ile de çakışmıyorsa tek başına Haziran Direnişi’ne referansla yapılan eylemlilikler güdük kalmaktadır. 1 Mayıs vesilesiyle görünen tablo kabaca budur. Diğer çizgi ise komünistlerde şekillenmektedir. Doğal olarak 1 Mayıs işçi sınıfının mücadele günü olarak ön plana çıkması gereken, onun değerleriyle kutlanması gereken bir gündür. Dolayısıyla sınıfın siyasi gündemlerinin 1 Mayıs’a taşınması elzemdir. Bunun hakkını verecek bir örgütlenme ve hedeflerle 1 Mayıs’a gidilmesi, AKP iktidarına karşı mevzilerin ilerletilmesi, sosyalizm mücadelesinin işçi sınıfının kurtuluşu açısından en yakın gündem olduğunun söylenmesi en önemli başlıklardandır. Türkiye Komünist Hareketi bu 1 Mayıs’ta “Gericiler değil işçiler baş olacak” ve “Başkanlık diktatörlüktür” sloganlarıyla bunu ifade etmiştir. İşçi sınıfının ve sosyalizmin rengi olan kızıl bayraklar TKH aracılığıyla meydanlarda yerini almıştır. Bu yer alışın geleceğe ve önümüzdeki 1 Mayıs’lara devretmesi gereken çok şey bulunmaktadır. Sermaye diktatörlüğüne, onun gerici temsilcilerine, yeni anayasalarına, başkanlık heveslerine ve laikliği ortadan kaldırmak ya da bulandırmak isteyen arayışlarına dur diyebilecek güç emekçilerin örgütlülüğünde gizlidir. Bu güç gelecek 1 Mayıs’ları kazanacaktır. Son söz 1 Mayıs öncesinde Başbakan Ahmet Davutoğlu sağcı sendikalara yemek vererek, işçilere ne kadar değer verdiklerine dair yalanlar söyledi. 1 Mayıs’ı tatil ilan ettiklerinden dem vurarak, aslında işçileri ne kadar çok düşündüklerine dair bir burjuva politikacısı neler söyleyecekse onları dile getirdi. Onun yemeğini yiyen sağcı ve gerici sendikacılar ise yaptıkları mitinglerde aynı şeyleri papağan gibi tekrarlayıp durdular. Bunlara asıl yanıtı ise aşağıda fotoğrafını gördüğünüz, bir elinde kızıl bayrağı, kolundaki poşette bir şişe suyu, diğer elinde ise binlerce kilometre ötede Küba’da emekçilerin kurtuluşunda tarihsel bir rol oynayan Fidel’in posterini kararlılıkla taşıyan emekçi kadın verdi.
Bu haber en son değiştirildi 7 Eylül 2017 16:46 16:46
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şikâyetiyle 11 yıl 8 ay hapis…
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski basın danışmanı Ahmet Sever, Mustafa Varank’ın açtığı 'Ak trol' davasından…
"Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılan gazeteci Fatih Altaylı, "Olağan ve alışık…