Annelik kadınlığın yarısı mıdır? Peki kadınlarla uğraşmak devleti yönetmenin ne kadarıdır?

Hande Durna, Annelik kadınlığın yarısıdır tartışmasına cevap veriyor.

Hala hatırlardaki bir reklam sloganıdır, çocuk da yaparım, kariyer de. Güçlü, özgüvenli, işinde başarılı ama illaki çocuklu kadın. Her reklam gibi gerçek dışı ve aldatıcı!

Kutsal annelik söyleminin zirvede olduğu bir dönemdeyiz ve bu söylemi destekleyen bir kelamın edilmediği neredeyse tek gün geçirmiyoruz. Tayyip Erdoğan’ın iki gün önce sarfettiği “Çalışıyorum, diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkar ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eksiktir, yarımdır. Anneliği reddetmek insanın yarısından vazgeçmektir. Daha geniş tutuyorum. İnsanlıktan vazgeçmektir.” sözleri şimdilik son örnektir. Yarın yeni veciz sözlerle karşılaşacağımız da kesindir.

Anneliği bir kutsallık haresi içerisine alınca arka fonu grileştirip görünmez yaptığınızı zannediyorsunuz belki ama gerçek hayatın içerisindeki kadınların bu masallara karnı gerçekten tok.

Doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaşması ile beraber (bu da ayrı bir devlet sorunu artık ülkemizde!) tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de doğum istatistiklerinde bir farklılaşma yaşandığı gözle görülür bir gerçek. Burada eğitimli ve vasıflı işlerde çalışan kadınların çocuk isteğini “kariyer” ile ikame ettikleri için mi yoksa hayat şartlarının başka türlüsünü mümkün kılmadığı için mi çocuk sahibi olma ya da çok çocuk sahibi olma konusunda isteksiz oldukları sorusunu sormak gerekiyor. Bir kadının “doğurmama hakkı”nın her zaman saklı olduğunu ve bunun tartışılamaz olduğunu bir kenara yazalım. Ama pek çok kadın için hayat şartlarının korkutucu olduğu gerçeğini mutlaka görmek gerekiyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe düşen doğurganlık oranının arkasında yatan önemli nedenlerden biri budur. Tersinden, vasıflı işlerde çalışma imkanı olmayan kadınlar, “çocuk doğurma fetvaları”ndan geçilmeyen bir ülkede yaşadığımız için bir çocuk sahibi olduktan sonra ya işlerini kaybediyorlar, ya da çocuk bakımı çok büyük bir gider kalemi olduğu için çalışmaktan vazgeçip evde çocuklarına bakmaya ve “evde oturuyorsun madem, ha bir , ha iki, ha üç” döngüsüne mahkum kalıyorlar.

‘“Geleneklerdeki devrim iyi eğitimli erkekleri ve kadınları birbirlerine yaklaştırırken, bu kadınları, daha az eğitimli olanlardan tamamen uzaklaştırmıştır.” Birinciler işlerine, zaman zaman annelikten vazgeçecek kadar çok yatırım yaparken ikinciler, özellikle de iş imkanları kısıtlı olduğu ve düşük ücret aldıkları zaman tam tersini tercih ediyorlar. Cinsler arası eşitsizliğe eklenen toplumsal eşitsizlik, çocuk isteği konusunda tüm ağırlığını hissettiriyor.’1

Öte yandan bugün hem çalışıp hem de çocuk sahibi olmaya karar vermiş kadınların hem kendi iş güvenceleri hem de çocukların gelecek güvenceleri konusunda tek garanti noktası olması üzerlerindeki sorumluluğu tahmin edilemeyecek ölçüde arttırıyor.

“Batılı kadınların, tam da patriarkal düzenden kurtuldukları sırada evde yeni bir efendilerinin olması tarihsel bir ironidir… Annelik görevlerine ilişkin bu tatlı zorbalık eskiden de vardı, ama natüralizmin tekrar güç kazanmasıyla bir hayli artmıştır. Bu kadar göklere çıkarılan maternalizm, şu ana dek ne anaerkil bir düzene geçilmesini sağladı ne de cinsiyet eşitliğini getirdi. Hatta tersine, yaşananlar, kadınların koşullarında gerilemeye neden olmuştur…. Erkek hakimiyetinin en iyi müttefiki, kendisine rağmen, masum bebek olmuştur.” 2

Tasvir edilen manzara, “patriarkal düzenden kurtulma” tezi dışında ülkemiz için de çok tanıdık değil mi? Bugün kadınlar, sadece çocuk doğurmakla yükümlü değil; çocuğun her yönüyle bakımı, sağlığı, eğitimi, ilgi alanlarının ve yeteneklerinin keşfedilmesi vs… akla gelebilecek herşeyinden tek başına sorumludur. Tarihin her döneminde kadınların üzerindeki yükün bilincinde olmakla beraber bugünkü tablonun akıl almaz boyutlara geldiğini de görmek gerekmektedir.

Kadınların üzerindeki bu yükün kamusal hizmetlerle üstlenilmesi, kadınların iş sürekliliğinin devlet güvencesi altında olması gerekirken, bu konularda bir arpa boyu yol alınamamışken; kadınlık ve annelik üzerine edilen kelamlar, verilen fetvalar, sabır taşına dönmüş kadınların, sabrının sınırlarını zorluyor. Bugün iktidardakilerin kadınların doğurma hakkını görev ilan etmeden önce yapmaları gereken çok iş var. Kadınlara vasıflı ve sürekli iş garantisi sağlanması, annelerin ve babaların mesai saatlerinin iş koşullarında eşitsizliğe yol açmaksızın yeniden düzenlenmesi, ücretsiz kreş hakkı, anne ve babalar için ücretli doğum izni, çocuk hastalık izni, ücretsiz ve çocuğun bilimsel, entellektüel, sanatsal gelişimini hedefleyen eğitim hakkı, koruyucu hizmetlerin ön planda olduğu ücretsiz sağlık hakkı, ülke kaynaklarının diyanet ya da ne olduğu belli olmayan vakıflar için değil bu saydığımız hizmetler için kullanılması… Bütün bu hizmetler sağlandıktan sonra bile devletin görevi kadınlara “annelik” buyurmak değil, insanca yaşam koşulları sunmaktır. Bugün kadınların can güvenliğinin bile sağlanamadığı ülkemizde devletin görevi porsiyon hesabı yapar gibi kadınlığı sorgulamak hiç değildir.

  • Kadınlık mı Annelik mi, Elisabeht Badınter, İletişim Yayınları, sf. 25
  • Age, Sf 101