"Düşmanımız" Andrzej Wajda, Yoldaşımız Dario Fo!

Yazarımız Cengiz Kılçer geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Andrzej Wajda ve Dario Fo'nun ölümlerinin ardından yazdı.

Edward Hallett Carr’ın “Tarih Nedir?” adlı çalışmasında “Tarihçinin araştırma konusu bireylerin davranışları mı­ dır yoksa toplumsal güçlerin işleyişi mi?” (sf. 52) sorusunun yanıtı gibidir aslında Andrzej Wajda ile Dario Fo’nun yaşamları.

Bu hafta dünyaca tanınan iki sanatçı dünyadan göçüp gitti.

Önce Polonyalı sinema yönetmeni Andrzej Wajda.

Ardından da İtalyan oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve oyuncu kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan Dario Fo.

İkisi de 90 yaşındaydı ve aralarındaki tek benzerlik aynı yaşta hayatlarını kaybetmeleriydi.

Aynı yüzyılda yaşadılar.

Ama ayrı iki hikâye gibi…

Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi” romanın girişinden alıntılarsak daha iyi anlaşılır:

“Tüm zamanların en iyisiydi, belki de en kötüsü de… Bilgeliğin çağıydı. Aptallığın çağıydı, inançların dönemiydi, inançsızlığın da. Mevsim aydınlığın mevsimiydi, belki de karanlığın… Umut’un baharını, umutsuzluğun kışını yaşıyordu. Her şey geleceğindi.”

Dario Fo: Bilgeliğin, iyiliğin, inançların, aydınlığın mevsimini, umudun baharını temsil ediyordu ve edecek.

Andrzej Wajda: Aptallığın, inançsızlığın, karanlığın, umutsuzluğun kışını.

Dario Fo burjuva sanatsevicilerinin, piyasanın değil kendine taktığı unvanla söylersek “Halkın Soytarısı”ydı. Ezilenlerin, yoksulların, işçilerin soytarısıydı!

Dario Fo burjuva değerlerini asla ve kat’a ciddiye almadı; otoriter, tutucu, baskıcı Katolik kilisesi ile dalga geçti İtalyan Hükümeti’nin çürümüşlüğünü, goşizmin trajedisini, emperyalizmi, işçi sınıfının ezilişini, bıkıp durmadan oyunlarında tiyatro severlere anlatan biriydi. Nuova Scena ve Colletivo Teatrole La Commune adlı tiyatro topluluklarıyla birlikte fabrikalarda, işçi derneklerinde sahnelediği politik nitelikli oyunlar sergilemişti.

Oyunlarında sermaye iktidarının sahipleriyle inceden inceye alay etti hep.

Politik ve toplumsal hiciv üslubuyla tanınıyordu Dario Fo; yine ezilenlerden alıyor gibidir bu tavrını “Küçük insanlar, basit halk, kendisini ifade edebilmek için hiç bir zaman verilenle yetinmemiş, trajik öyküleri bile yansıtırken araya mizah oyunları ve komik çelişkiler sokuşturmuştur” diyordu.

Eşi, yoldaşı Franca Rame ile bir dolu zorluklar yaşadı 90 yıllık hayatında. Gün geldi salon bulamama, kaçırılma tehditleri, gözdağı vermeler, hapis cezası ve benzeri engellemelere maruz kaldılar.

Ama bunlardan en alçakçası eşi Franca Rame’nin yaşadığıydı; Franca Rame, 1973 yılında kaçırıldı bir minibüste saatlerce işkence gördü ve tecavüze uğradı.

1997 yılında Nobel Barış ödülüne layık gösterildi. Nobel komitesi bu ödülü “İktidar odaklarına açtığı isyan bayrağı ile ezilenlerin onurlarını yeniden iade eden Dario Fo, 30 yıldır Avrupa politik tiyatrosunun en özgün temsilcisi olmuş ve 20. Yüzyıl tiyatrosu üzerinde derin izler bırakması sebebiyle” vermişti.

Dario Fo kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan bir sanatçıydı.

Kültüre sanata dair olan her şey politiktir!

Kültüre sanata dair olan her şey ideolojiktir!

Andrzej Wajda’ya gelelim: Vasat altı bir yönetmendi, Lech Walesa’nın sinema sektöründeki simetrisiydi. Anti-Sovyetik, anti-Komünist, anti-Stalinist temalı filmlerle emperyalizmin uşaklığını üstlendi. Sadece bir filmini örnek vermek yeterli: Katyn…

Film gerçek olaylara dayanmıştır. Güya Katyn Katliamı, 1940 yılında SSCB tarafından yapılmış bir katliamdır. Josef Stalin’in emriyle yaklaşık 22.000 Polonyalı subay ve sivil bu katliam sırasında başlarına birer kurşun sıkılmak suretiyle infaz edilmiştir.

İnsanın yüreği parçalanıyor değil mi? 2 değil 2 bin değil yaklaşık olarak 22.000 Polonyalı subay ve sivil katledilmiş!

Gelin bu olay “katliamın” aslında ne olduğunu Doç. Dr. Candan Badem’in bir makalesinden (ve yeniden) okuyalım: “(…) Savaş sürerken Nazi Almanya Nisan 1943’te Katın ormanında kurşuna dizilmiş Polonyalıların toplu mezarlarının bulunduğunu açıkladı ve Kızılhaç’ı çağırdı.(…) Nazilerin yalanına müttefikler arasında Londra’daki SSCB’nin tanımadığı sözde sürgünde Polonya hükümeti dışında inanan olmadı. Eylül 1943’te Smolensk faşistlerden temizlendikten sonra Sovyet hükümeti Katın olayını soruşturmak üzere iki komisyon kurdu. Komisyonların birine NKVD ötekine Kızıl Ordu başcerrahı Burdenko başkanlık ediyordu. Burdenko komisyonunun öteki üyeleri yazar Aleksey Tolstoy, metropolit Nikolay, Slavlar komitesi başkanı General Gundorov, Sovyet Kızılhaç’ı ve Sovyet Kızılay’ı başkanı Profesör Kolesnikov, eğitim bakanı akademisyen Potemkin, Kızıl Ordu askeri sağlık idaresi başkanı tabip General Smirnov ve Smolensk sovyeti başkanı Melnikov idi. Ayrıca adli tıp uzmanlarından oluşan bir alt komisyon kuruldu. Komisyon Ocak 1944’te bulgularını açıklamak için yabancı gazeteciler ve aralarında ABD elçisinin kızının da bulunduğu birçok kişiyi olay yerine çağırdı. Burada kurşuna dizilenlerin Nazilerin eliyle öldüğü gösterildi. Örneğin kullanılan silah Alman tabancası Walter idi. Ellerini bağlamak için kullanılan ip Alman malı idi. Katın olayı savaş bittikten sonra da Nürnberg duruşmalarında görüşüldü ve yine SSCB kazandı.”

Neymiş? Dario Fo kendine taktığı unvanla söylersek “Halkın Soytarısı”ydı. Ezilenlerin, yoksulların, işçilerin soytarısıydı!

Andrzej Wajda ise Anti-Sovyetik, anti-Komünist, anti-Stalinist’lerin, liberallerin, halk düşmanlarının ve emperyalistlerin soytarısıydı!

Hamiş: Dikkat buyurunuz, bu yıl 2016 Nobel Edebiyat Ödülü Amerikalı şarkıcı ve söz yazarı Bob Dylan’a verildi. Demek ki, Anti-Sovyetik, anti-Komünist, anti-Stalinist yazar sıkıntısı çekiliyor.