Kadınlara mahsus

Şu kadınların nedir bu çilesi diye söze başlayıp, biraz da eskilere gidip bugüne baktığımızda bu çilenin aslında büyük bir tuhaflık içerdiğini de görebiliriz. Doğurganlığın ve üretkenliğin bir nimet olarak görüldüğü insanlık tarihinin o kısacık döneminden sonra ne çektin sen be kadın diyebilmek, bunu gören gözlere anlatabilmek işten bile değil. İlk ayrımcılık ilk işbölümü kadar eski,... View Article

Şu kadınların nedir bu çilesi diye söze başlayıp, biraz da eskilere gidip bugüne baktığımızda bu çilenin aslında büyük bir tuhaflık içerdiğini de görebiliriz. Doğurganlığın ve üretkenliğin bir nimet olarak görüldüğü insanlık tarihinin o kısacık döneminden sonra ne çektin sen be kadın diyebilmek, bunu gören gözlere anlatabilmek işten bile değil. İlk ayrımcılık ilk işbölümü kadar eski, ilk korumacılık ise mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinin ilk gelişkinlik evreleri kadar eski. Bunun en basit örneği örtünme olgusu. Kökeni Akdeniz kıyılarına dayanan kadınları örtme ihtiyacı, toprak mülkiyetinde hak iddia eden ortak sayısını kısıtlamayla doğrudan ilişkili. Sadece örtün me mi? Akraba evlilikleri, namus bahanesiyle işlenen cinayetler, kadınların mirastan mahrum edilmesi. Hepsi ama hepsi malın koruma altına alınması ihtiyacı ile ilgili.*

Bugün oluk oluk akan kadın kanı, adet yerini bulsun diye küçücük yaşta evlenmeye zorlanan kız çocukları, “namusu temizlemek” ülküsüyle gerçekleştirilen cinayetler, bütün bu arkaik olduğunu her biçimiyle gördüğümüz ama yaşamakta inat eden davranışların kökeninde hep ama hep mülkiyet var. Böyle bakınca tarihsel gelişimin kadınlara karşı insafsız olduğu kadar ikiyüzlü olduğunu da görmemek mümkün değil. İnsanlığın uzun tarihi boyunca özellikle bu uç örneklerin, tamamen hurafe haline geldiğini bilsek de önüne geçemiyoruz. Peki ama neden? Çünkü bu hurafelere yataklık eden gericilik, ama parçalı, ama topyekün bir dünya görüşü olarak yaşamaya devam ediyor. Nasıl yaşamasın? Dün mülkiyet düzeninin devamında önemli bir yer tutan gerici ideolojiler, bugün aynı işlevini devam ettiriyor. Ülkenin tüm kaynaklarını yağmalayan, içeride yaşanan savaşı körükleyen, komşularımızda savaş kışkırtıcılığının baş aktörlüğüne soyunan bir iktidarın, en büyük dayanaklarından birisi olan dini imanı sürekli gündemde tutması, Diyanet’in gün aşırı yayınladığı fetvalarla, yukarıda bahsettiğimiz hurafelerin canlılığını korumaya hizmet etmesi başka nasıl açıklanabilir?

Sokakta gördüğü yalnız bir genç kadına, minibüste evine gitmeye çalışan bir genç kadına, küçücük çocuklara tecavüz edebilmek hakkını kendinde bulabilen zihniyetin de gericilikten beslendiğini hiç unutmamak lazım. Evdeki karısını, çocuğunu mülkü olarak gören, mülküne el konulmasından deli gibi korkan, ama sokaktaki, okuldaki, işyerindeki, otobüsteki, minibüsteki kendi mülkü olmayana istediği muamaleyi yapabileceğini düşünen, aslında evdeki mülküne de istediğini yapabilme hakkını sadece kendinde bulan zihniyet gericilik değil de nedir?

Kadınların asli işinin evde olduğunu iddia eden; toplumsal hayatı, iş hayatını ve yasaları buna göre düzenleyen; kadını toplumsal hayatta erkekten ayırarak koruyacağını iddia eden zihniyet peki, gericilik değil de nedir?

Kadınlara mahsus plajlar, kadınlara mahsus otobüsler, kadınlara mahsus parklar, kadınlara mahsus pembe taksiler…. Kadınları evde ve dışarıda bekleyen tehlikeleri ortadan kaldırmadan, sadece çizilmiş sınırlar içerisinde yaşarlarsa korunabileceklerini söylediğiniz mekanlar… Pembe taksi uygulaması kadın cinayetlerinden akıllarına gelmiş, peki evleri de pembeye mi boyayacaksınız, en yakınları tarafından öldürülme tehditi altında yaşayan kadınları dört duvar arasında nasıl koruyacaksınız? İşyerlerini okulları, yolları haremlik selamlık olarak ikiye bölün. Ama aile mülkün temelidir, oraya karışamayız mı diyeceksiniz?

*Konu ile ilgili Germaine Tillion’un Harem ve Kuzenler kitabı mutlaka okunması gereken kaynaklar arasında yer alıyor.