Lozan'ı konuşuyoruz ama Mondros'u yaşıyoruz

Yazarımız Ekim İsmi, son günlerde açılan Lozan tartışmalarından hareketle AKP'nin aslında ne gibi bir oyun oynadığını yazdı.

Tayyip Erdoğan’ın Lozan Antlaşması’yla ilgili söylediği “Birileri Lozan Antlaşması’nı zafer diye yutturmaya çalışıyor” cümlesi sağdan soldan bayağı bir tepki aldı. Tayyip’in Lozan’a çatmasının tam da Suriye ve Irak’ın kuzey bölgelerinde savaşın iyice yoğunlaştığı, devletlerin, örgütlerin bölgede cirit attığı bir döneme denk gelmesi bazı aklı evvellerde tekrar “yedi düveli dize getiren, üç kıtaya yayılan muhteşem Osmanlı” hayallerini canlandırdı.

Zannediliyor ki “Reis”in önderliğinde tekrar “büyük bir imparatorluk” kurulacak, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğerleri dize getirilecek, Musul, Kerkük, alabiliyorken niye duralım ki, Suriye, Irak tekrar “vatan toprağı” olacak, herkes haddini bilecek!

Buna gerçekten inananlar en hafifinden saf, inanmayıp propaganda edenlerse sahtekar ve işbirlikçidir, bu durumdan nemalanmaktadır. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durum, ülkenin gerçekleri, bu hayallerle hiç de örtüşmemektedir. Lozan’ı tartıştırıp efelik edenler ülkenin her şeyini, Mondros’taki gibi, teslim etmektedir.

Mondros Mütarekesi tam 98 yıl önce, 30 Ekim 1918’de, Limni adasının Mondros limanına demirli Agamemnon zırhlısında imzalandı. 25 maddeden oluşan mütareke aslında İtilaf Devletleriyle Osmanlı Devleti arasındaki savaşı sonlandıran bir belgeydi, fakat aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin varlığının ve egemenliğinin fiili olarak bittiğini ilan ediyordu. Bu durumu gösteren maddelerden bazılarını hatırlamakta fayda var.

5.madde: Sınırların korunması ve iç asayişin sağlanması dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

7.madde: İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

8.madde: Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.

12.madde: Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

15.madde: Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.

24.madde: Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.

Nitekim, Mondros’un imzalanmasının hemen ardından fiili işgaller başlamıştır. İşgaller kısa zamanda ülkenin dört bir yanına yayılmış, işgallere karşı direniş de hızlı bir şekilde örgütlenmiştir. Direnişi büyüten ve nihayetinde ülkeyi emperyalistlerin işgalinden kurtaran ulusal kurtuluş hareketi zaferini cumhuriyetle taçlandırırken, Mondros’u imzalayıp ülkenin kapılarını emperyalistlerin işgaline açanlar çareyi ülkeden kaçmakta bulmuştur.

Mondros Mütarekesi aslında malumun ilanıdır. Ülke ekonomisinin başına emperyalist ülke temsilcilerini getirmiş olan, tüm önemli sektörleri emperyalistlerin elinde olan bir devletin güçlü ve bağımsız olduğunu düşünmek abestir ve Osmanlı tam da böyle bir ülkedir.

İngiltere ile yapılan 1838 Ticaret Anlaşması’yla hız kazanan ekonomik çöküş borçlanma yoluyla kapatılmaya çalışılmış, içte bankerlerden dıştaysa farklı ülkelerden alınan borçlar iyice artmış, 1881 yılına gelindiğinde artık borç faizleri bile ödenemez olmuştur. 20 Aralık 1881 yılında, 2.Abdülhamid’in padişahlığı döneminde, çıkarılan bir kararnameyle Osmanlı Devleti artık iflas ettiğini duyurmuştur. Muharrem Kararnamesi diye bilinen bu kararnameyle Osmanlı Devleti alacaklılarına “ben borçlarımı ödeyemiyorum, elimdeki kaynaklar bunlar, buyrun siz işin başına geçin” diyordu. Düyun-ı Umumiye bu çağrıyla kuruldu ve kararnameyle alkollü içki, tuz, tütün, balık, ipek ve damgadan elde edilen tüm gelirler/vergiler Düyun-ı Umumiye’ye bırakıldı. Osmanlı’nın bağımsızlığı, artık, ortadan kalkmıştı. İşe bakın ki, Osmanlı’yı çöküşe getiren en önemli kurumlardan olan Düyun-ı Umumiye Lozan Antlaşması’yla sona erdirilmiştir!

Durum şimdi çok mu farklı peki?

Osmanlı’nın yıkılışı sonrası kurulan cumhuriyetin ülkeye kazandırdığı ve ülkenin kalkınmasında lokomotif olmuş sayısız işletme artık kamuya ait değil. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, İspanya, Arap ülkeleri, Japonya, İtalya, İsveç, Rusya vb. ülkeler ülkemizin kritik sektörlerini ellerinde tutuyorlar. Çok övünülen ordu dağılmış durumda, savaş uçaklarını kullanmak için özel sektörden pilot devşirmeyi tartışıyorlar. Ülkenin sınırları yol geçen hanı gibi. Çok güvenilen ve bahsi edilen insan gücümüzse yıllardır yaşadığı çürümeyi bir çöküşle sonlandırmaya doğru gidiyor.

Bakmayın siz gazete manşetlerinde, televizyon ekranlarında koparılan yaygaralara, efelenmelere… Ortada kendi kaderini başkalarının ellerine bırakmış bir düzen ve bu karmaşada kendi küpünü doldurmaktan ötesini umursamayan düzen aktörleri var. Yıktıkları cumhuriyete ait Lozan’la uğraşırken, kendi Mondros’larının yolunu döşediklerinin farkındalar mı?

Biz farkındayız.