Sedat Bakıcı: “Biz yoksak Cumhuriyet mahvolur” anlayışı sıkıntılıdır
Cumhuriyet Vakfı Yönetimi'nin son yapılan seçimleriyle ilgili süren tartışmalara Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) son yapılan Başkanlık seçimlerinde "Emeğe Saygı" grubunun Başkan adayı gazeteci Sedat Bakıcı da dahil oldu.
Cumhuriyet Vakfı Yönetimi’nin son yapılan seçimleriyle ilgili süren tartışmalara Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) son yapılan Başkanlık seçimlerinde “Emeğe Saygı” grubunun Başkan adayı gazeteci Sedat Bakıcı da dahil oldu.
Bakıcı, Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın dün Twitter’dan “Vakıf Yönetimi”nin usülsüz seçildiği gerekçesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yönetimin değiştirilmesi gerektiği yönündeki kararına sosyal medyadan bir cevap yayımladı. Bakıcı “Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşananlara dair” başlığı ile yayımladığı mesajında şu ifadelere yer verdi;
“Cumhuriyet’te son dönemde yaşanan gelişmeler ve gazete yönetiminin kullandığı özensiz ifade ve yakıştırmalardan “kayyum gelir ha!” korkutmacasına kadar birçok şeye itirazım var…
Cumhuriyet gazetesinde son birkaç haftadır yaşananları, meslektaşlarım gibi ben de uzaktan merakla izliyor(d)um. Ne zaman ki, İcra Kurulu Başkanı Sayın Akın Atalay’ın dün twitter’dan yaptığı duyuruda, ‘kayyum atanması ihtimali’nden söz etmesiyle irkildim. 30 yıllık Cumhuriyet okuru ve muhalif medyanın böylesine budandığı bir ortamda bir basın emekçisi olarak, muhalif bir gazeteye sahip çıkma adına (bazı çevrelerce aforoz edilmeyi de göze alarak) dostane bir uyarı yapma ihtiyacı hissettim…
Malum, geçtiğimiz günlerde iktidara yakın bir TV kanalındaki sohbet programına bağlanan Vakıflar Genel Müdürü, ‘Cumhuriyet Vakfı’nın yeni yönetim kurulunun belirlendiği toplantısının yok hükmünde sayılıp yenilenmesi gerektiği’ yönünde, devam eden mahkemeye görüş bildirdiklerini duyurmuştu. Bu duyuru üzerine Cumhuriyet gazetesi, 8 gün önce içinde zehir zemberek ifadelerin olduğu yazılı bir açıklama yapıp eski Vakıf üyeleri Mustafa Balbay ve Alev Coşkun’u, siyasi iktidarla birlikte ‘kumpas’ kurmakla suçlamıştı.
Tam ortalık duruldu derken, dün Sayın Akın Atalay’dan sosyal medya üzerinden bir açıklama geldi. Atalay, Vakıflar Genel Müdürlüğü kararının, Cumhurbaşkanlığı’na yapılan imzasız bir şikayet dilekçesine dayandığını, Vakıflar’dan gazeteye gönderilen belgeyi yayınlayarak ortaya koyuyordu. Atalay’ın yazısında, bu dilekçeyi yazanların eski yönetime mensup kişiler olduğu açıkça ima ediliyordu. “Saray’ın destek ve himayesinde Cumhuriyet yönetimine gelmek için kirli işbirliği hangi aklın ürünüdür?” gibi çok ciddi töhmet altında bırakan ifadelere de yer verdiği açıklamasında Atalay, bu kez kayyum atanma ihtimalinden söz ediyordu.
Cumhuriyet’in 8 gün önceki konuyla ilgili duyurusu, içerdiği karalayıcı ifadeler yüzünden şahsen beni çok rahatsız etmişti. Yıllarca Cumhuriyet yönetiminde bulunan insanları, bir çırpıda ‘siyasi iktidarla birlikte kumpas kurmak’la suçlamak, en basit deyimiyle vicdani değildi. Hele dünkü “muhterisler”, “hırsları akıllarının önüne geçmiş”, “Saray’dan tescilli” vs. gibi fazlasıyla sekter, gayrivicdani ve haksız ifadeleri görünce nedense aklıma yıllardır, “Biz olmasak bu memleket batar” diyen siyasi iktidarın söylemleri geldi. Rakiplerini siyasi iktidarla birlikte yürümekle suçlarken, aynı siyasi iktidarla böylesine benzeş bir dili kullanarak, “Biz olmazsak bu gazete, iktidarın dümenine girer ey halkımız” türünden açıklamalar fazlasıyla irite edici. Kaldı ki, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürürcesine, ortada hukuki olarak hiç de böyle bir durum söz konusu değilken, “Bak kayyum gelir ha!” diyerek korkutma yöntemi de, fazlasıyla sakil ve inandırıcılıktan uzak duruyor.
Bu cümleleri yazarken sanılmasın ki, Cumhuriyet’in son dönemdeki habercilik anlayışını kökten eleştiren, karşısında duran biriyim. Tam tersi, kimi eleştirilerim saklı kalmak kaydıyla, bu dönemde Cumhuriyet, Türk basın tarihinin onurlu sayfalarında kendisine yer bulacak onlarca habere imza atmıştır. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanıp ceza aldığı “MİT TIRLARI” haberi de bunlardan biridir. Dünyanın her yerinde gerçek gazeteciler için bu haberdir. Ve inanıyorum ki, dürüst, evrensel meslek etiğine saygılı her cesur gazeteci, sadece gerçeğe ve okurlarına karşı sorumludur. Kimin hoşuna gidip gitmeyeceği ya da kimin çıkarlarına uygun olup olmadığı gazeteciyi ilgilendirmez. Ve Cumhuriyet, bu haberi yayınlayarak mesleğimizin bir kez daha yüz akı olmuştur. Keza, Dündar ve Gül’ün yargılanmaları sırasında da davaların takipçisi ve meslektaşlarımın destekçisi olduğumun da şahidi yine meslektaşlarımdır.
Cumhuriyet gazetesinin gerçek sahibi, gazete için gece gündüz demeden çalışıp piyasanın altında ücretlerle alınteri akıtarak emeğini koyan, Cumhuriyet’i ayakta tutan emekçileriyle okurlarıdır.
Gazetedeki görevleri ne olursa olsun, bu ortak iradeyi görmezden gelip gazeteyi tek düşünen, kendileri olmazsa gazetenin mahvolacağını, iktidarın dümenine gireceğini iddia eden bir anlayış sıkıntılıdır, yanlıştır.
Ola ki mahkeme sonuçlandığında, şimdiki Vakıf yönetimi değişip de eski yöneticilerin ağırlıklı olduğu bir yönetim ve onların atayacağı bir gazete yayın ekibi söz konusu olursa… Başta iktidar olmak üzere hiç kimse, Cumhuriyet’in muhalif yayıncılık anlayışından çark edip iktidar yancılığına soyunacağını beklemesin, avuçlarını yalarlar… Böyle bir durumun gerçekleşmesine başta gazetenin emekçileri olmak üzere okurları asla izin vermeyecektir, bu böyle biline…
Biliyorum ki, tıpkı benim gibi halkımızın ‘birlikte yaşama iradesi’ne saygı esasına dayalı, eşit, özgür, adil, refah, paylaşımcı, bağımsız, laik, istikrarlı, şeffaf ve müzakereci anlayışa sahip, doğayla uyum içindeki demokratik Türkiye’nin inşası mücadelesi veren binlerce Cumhuriyet okuru var. Ve bizler oldukça, Cumhuriyet daima var olacaktır. Hiç kimse merak etmesin!”