Zor bir soru
Hande Durna, kadın perspektifinden, kadın nedir sorusuna tarihsel çerçeveden bakıyor
Soru “Kadın insan mıdır?” şeklinde sorulduğunda hele bir de bu soru Suudi Arabistan gibi bir ülkede, bir seminerde sorulduğunda sinirlenmemek elde değil. Bu tür durumlarda belki de lafı hiç eveleyip gevelemeden Ekim Devrimi’nden sonra kadınların, “Tavuk kuştur, kadın insandır.” sözüyle yaptıkları gibi kestirip atmak gerekiyor. Peki ama ya soru daha zor bir yerden gelirse? Örneğin kadın nedir diye sorarsak? Dersimiz biyoloji olsaydı belki yine kestirmeden kolay cevaplar vermek mümkün olabilirdi ama toplumsal hayatın içerisinde bu sorunun cevabını aradığımızda işlerin kısmen zorlaştığını kabul etmek gerekir. Sanılmasın ki bu kulvarda sadece kadının tanımlanması zor. Benzer bir şekilde erkek nedir diye de sorabiliriz ve pekala aynı sorunun cevabını ararken de zorlanırız. Zor sorular devam ettirilebilir. Kadınlık nerede başlar? Erkeklik nerede biter? Kriterler ve sınırlar nasıl oluşur? Sorular farklı cinsiyet rolleri üzerinden çoğaltılabilir.
Toplumsal hayatın bir uzantısı olarak kadınlık ve erkeklik durumundan bahsettiğimize göre bu alanın yüzbinlerce yıla yayılan tarihine de göz atmak gerekir. Bu soruların cevapları, bugünkü “değer yargıları”nın kökenleri tarihte gizlidir. Gerçekten de gizlidir ve bugün aklımızın almadığı pek çok bireysel ya da aslında toplumsal davranışın kaynağını tarihte geriye doğru iz sürerek bulmak mümkündür. O yüzden ailenin, devletin ve özel mülkiyetinin kökeninin izini süren Engels’in çalışması, ona kaynaklık eden Marx’ın ön açıcı çerçeveyi çıkartmasına yardımcı olan Morgan’ın kitabı kritik bir rol oynamaktadır. O yüzden Jung’un sadece kadınlık ve erkeklik değil, annelik ve daha pek çok başlıkta arketipleri incelediği yaklaşımların üzerine düşünmek gerekmektedir. O yüzden aşağıdaki cesur sorulara cesurca yanıtlar verebilmek gerekmektedir:
“Kadın “doğasının’ özgürce yaşanabildiği huzurlu bir dönem olmuş muydu hiç? Peki gerçekten bir ‘kadın doğası’ var mı? Ya da başka bir şekilde ifade edersek ‘Kadın nedir?’ Doğa nerede biter, kültür nerede başlar?”*
Rus atasözüne tepki gösteren Ekim Devrimi’nin kadınları gibi basit düşünerek yola devam etmek gerekiyor. O halde hatırlayalım, altyapı üstyapıyı belirler! İlk işbölümü kadın ve erkek arasında olmuştu, bugün hala bunun acılarını çekmeye devam ediyoruz! Bu kadar mı basit? Evet bu kadar basit… Peki insanlık tarihi bu kadar ilerlemişken, yaşanan onca teknolojik gelişmeye rağmen, insan evlatları uzaya gitmişken, yirmi birinci yüzyılda insanlık hala cinsiyet rolleri nedeniyle neden acı çekiyor? Bugün kadınların mücadelesi işte bu soruya aranan cevapta, daha doğrusu bu koşullara isyanda gizlidir. Tıpkı tüm devrimler tarihinde olduğu gibi. Tıpkı işçi sınıfının tarihsel mücadelesi gibi… Üretim ilişkilerinin bugün geldiği koşullara mevcut üretim biçiminin giydirmeye çalıştığı elbise dar gelmektedir. Yaşadığımız onca toz dumanın özünde şu sarih gerçek vardır: İnsanlığın bugün ulaştığı evrede, kapitalist üretim ilişkileri de, arkaik kadınlık ve erkeklik rolleri de kabak tadı vermektedir. İş cinayetlerini de kadın cinayetlerini de kabullenememizin arkasında sadece duygusal tepkilerimiz değil, aklımızın ve mantığımızın isyan etmesi de vardır.
Baştaki soruya dönersek, peki biz bugün kadını nasıl tanımlayacağız? Kolayından başlayalım, önce insandır diyelim, bugünün ve aslında daha da önemlisi yarının toplumsal koşullarının cinsiyet rolleri üzerinde radikal değişikliklere gebe olduğunu görelim. Ama devrimlerin de, radikal değişikliklerinde olmazsa olmazını unutmayalım. Marx’ın güzel deyişiyle, kadın mayasını…
* Kadınların en güzel tarihi. Françoise Heritier -Michelle Perrot – Sylviane Agacinski – Nicole Bacharan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları