Fethullahçı yargı I
AKP ile Cemaat el ele Birinci Cumhuriyet'in tasfiyesini tamamlarken, yargıda cevap bekleyen sorular üzerine...
FETÖ’nün yargıdaki yapılanmasına ilişkin bir dizi iddianame düzenlendi. Bir kısmında da yargılamaya başlandı.
İddianameler, bölük pörçük bilinen bilgileri bir araya getirmiş oldu. Böylece FETÖ/PDY’nin yargıya derinlemesine nasıl nüfuz ettiği daha anlaşılır hale geldi. Yargı nasıl teslim alınır, apaçık görür hale geldik.
15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi günü 2 bin 745 hâkim ve savcı açığa alındı, ardından meslekten atıldı. Sonrasında, bu kişilerin birkaç saat içerisinde bu kadar hızlı nasıl tespit edilebildiklerine ilişkin sorulara Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Teftiş Kurulu Başkanı, bu sorunun Avrupa Konseyi tarafından da kendilerine sorulduğunu belirterek, “Biz zaten 2015 Nisan ayından itibaren paralel devlet yapılanmasına ilişkin bir soruşturma yürütüyorduk” yanıtını verdi. Soruşturmaların ilk kez rutinin dışına çıkılarak yürütüldüğünü söyleyen Teftiş Kurulu Başkanı, emniyet birimleri, istihbarat dairesi, terör dairesi ve MİT ile uyumlu ve koordineli bir çalışma yürüttüklerini de ekledi. Bu yöntem ile bir bilgi havuzu oluşturulmuştu. İlk elden atılanlar da bu havuzdandı. Sonrasında, bu süreçte toplam 4 bin 521 hâkim ve savcı meslekten ihraç edildi.(1)
Bu yapılanmanın birçok alanda olduğu gibi yargı alanında da nasıl bir örgütlenme içerisine girdiğinin bilinmesi, takip edilmesi bir dizi nedenle önemli. Kastım iddianamelerde yer alan şüphelilerin yargılanma faaliyetleri ve bunun sonucunda ceza almaları ya da beraat etmeleri değil. Bu süreçler de önemli ve tabii ki takip edilmeli. Ancak benim buradaki kastım bunun ötesinde, yargı alanının nasıl bir mücadelenin konusu olduğuna dair yeni ipuçlarını ortaya koymasına yönelik.
Böylesi bir çabanın köşe yazısı formunda sınırları olduğu açık. Kaldı ki tek bir yazıya sığması zaten mümkün değil. Belki bu yazılar başka bir çalışmaya dair notların paylaşımı olarak düşünülebilir.
***
Ancak, öncesinde bazı “köşeli” tespitlere ihtiyaç bulunduğunu düşünüyorum. Uzunca bir süredir ara ara güncelleyerek dillendirdiğimiz bu tespitleri yazı içerisinde her seferinde geri dönüşler yapmamak, açıklama/ek yapma ihtiyacı duymamak için bir kez daha hatırlatmış olayım. Zaten bunları şimdi iddianamelerde görüyoruz.
En başta hatırlanması (unutulmaması) gereken oldukça uzun bir dönem AKP ile Cemaatin kader ve hedef ortaklığı yaptığıdır. Cemaatin yargı içerisinde rahatça örgütlenmesini sağlayan da bu ortaklıktı. Yani, bugün iddianamelerde yazan o “korkutucu” örgüt bu sayede yol alabilmiştir. AKP de bu örgütlenmeyi arkasına alarak, bir yandan toplumu şekillendirme çabasını sürdürmüş ve kendi iktidarını sağlamlaştırmış, diğer yandan da muhaliflerini tasfiye etmiştir.(2)
Nihayetinde AKP ile Cemaat el ele Birinci Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamışlardır. Yargı da bu tasfiyede kritik bir role sahiptir. O nedenledir ki AKP’nin iktidara gelmesinin hemen ardından gündeme oturan yargı merkezli tartışmalar, yargının 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesinde ve toplumun şekillendirilmesinde oynadığı özel rol nedeni ile hiç gündemden düşmedi. (Bu rol bugün de el değiştirmelere rağmen devam ediyor. Ancak bunu başka bir yazıya bırakalım.)
Yargı artık “zor aygıtının bir parçası” olmanın ötesinde, kendisini İkinci Cumhuriyet’in asli unsuru olarak deklare eden yeni bir kimlik oluşturdu ve kararlarını “yeni” cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda veren bir yapı haline dönüştü. Tamamen operasyonel bir araca dönüşmüş olan bu yapı kuralsızlığı da en çıplak hali ile kural haline getirdi. İddianameler şimdilerde bize bunun somut örneklerinin neler olduğunu gösteriyor.(3)
Bu süreçte, 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu sonrasında yapısı değiştirilen HSYK tam anlamı ile İkinci Cumhuriyet’in ihtiyaçları doğrultusunda yargıyı biçimlendiren bir araca dönüşmüştü. Bu referandumun Fethullahçı yapı için ne kadar kritik olduğunu şimdi iddianameler de yazıyor. Gerçekten, mezardakilerden bile “evet” oyu kullanması istenmiştir! (Merak edilmesin, –şimdilik- yetmez ama evetçileri hatırlatmayacağım.)
Sonrasında 2013 yılında, 17 ve 25 Aralık operasyonları ile de açığa çıkan çatışma yolları tamamen ayırdı. 2014 Ekim ayında yapılan HSYK seçimlerine de bu ortamda gidildi. Taraflar HSYK’da kendi ağırlıklarını oluşturma hedefi ile seçimlere girdiler. Yargıda Birlik Platformu (YBP) ile HSYK’yı alan AKP seçimlerden hemen sonra, HSYK’nın kurumsal yapısını ve seçimin yöntemini bir kez daha değiştirdi. Ardından yargıda operasyonlara sıra geldi. Cemaate yakın isimler tasfiye edildi. Hâkim ve savcı tutuklamaları gerçekleşti. Böylece AKP artık yargıda etkili tek güç haline geldi.
Sonra darbe girişimi…
***
FETÖ/PDY, “yargıyı ele geçirme” sürecini Teftiş Kurulu üzerinden yürütmüş. Örgüt mensupları bu kurul vasıtasıyla müfettiş yapılmış, daha sonra da kendilerinden olmayan hâkim ve savcılar hakkında soruşturmalara başlanmış. Denetimler sırasında bu kişilere son derece düşük notlar verilirken, kendilerinden olan kişilere de hak etmedikleri halde çok yüksek notlar verilmiş.
Yani, tüm örgütlendiği kurumlarda olduğu gibi yargıda da öncelikle tasfiye yöntemini kullanıp (hâkim adayı Didem Yaylalı’nın ölümü gibi çok acı örnekler de bulunmakta) ardından da kumpas davaları ile (örneğin İlhan Cihaner’in tutuklanması) yargıya yerleşmiş.
Peşi sıra Türkiye’deki örgüt faaliyetleri usulsüz yargılama işlemleri ile yapılmıştır.
Örgüt yargıyı her açıdan etkin bir silah olarak kullanmış. Sadece rakiplerini bertaraf etmek için değil, siyaseti tanzim etmek, siyasi partilerin yönetimlerini değiştirmek, toplumdaki etkinliğini arttırmak, toplumu kontrol etmek, herkesle ilgili bilgi toplamak, ticari faaliyet alanlarını ve kamu kurumlarını ele geçirmek, hükûmeti yıkmak, kendi felsefesine uygun bir siyasi yapı oluşturmak için de yargı bir araç haline gelmiştir. Örgüt, yargının gücünü fark etmiş ve yargının hazırladığı delillerle, soruşturma unsurları, alt yapısı ve polis desteğiyle muazzam bir silaha dönüştüğünü görmüştür. Yüksek yargı olan Danıştay ve Yargıtay’daki değişimle birlikte de örgüt ülkedeki en güçlü silaha sahip olmuştur. Yargıyı tekelinde ve yedinde tutan FETÖ/PDY, her istediği gücü, kişiyi ve olayı istediği tarafa çekebilir, mağdur edebilir, engelleyebilir, istediğini tutuklar, istediğini serbest bırakabilir hale gelmiştir.(4)
***
Bir köşe yazısının sınırları oldukça zorlanmaya başlandı. O nedenle, ara birkaç not ile bu yazıyı sonra devam etmek üzere sonlandırayım.
Tablo budur. Bu tablo gerçektir. Peki, bu gerçeklik geçmiş yılların pratiğinde nasıl bir karşılık bulacaktır?
Dört binden fazla hâkim ve savcı terör üyeliği nedeni ile meslekten atılmıştır ve haklarında bu nedenle dava açılmıştır/açılacaktır. O zaman, bu kişilerce bugüne kadar yapılan bütün yargılamalar ne olacaktır? Kaldı ki, şimdi AKP’nin yaptığı atamalarla göreve gelenlerin pratikleri nasıl güven sağlayacaktır?
Bu sorular hukuk çevrelerinde tartışılmaktadır. Tartışma siyasi alana da taşınmalıdır.
Diğer yandan, AKP kendinden beklendiği üzere süreci iktidarını sağlamlaştırmak için kullanmaktadır. Örneğin Yargıçlar Sendikası’nın nerdeyse tüm üyeleri sürgün edilmişlerdir. Sendika, sol bir kimliğe sahip olduğu için üyeleri cezalandırılmıştır. Bunun yanında iddianamelerde kumpaslar ile yargının ele geçirildiğinden bahsedilirken İlhan Cihaner’in evinde arama yapan savcı FETÖ üyeliğinden beraat etmiştir. Darbenin “siyasi ayağı” ise bir türlü bulunamamaktadır!
Anlaşılacağı üzere, yargı hâlâ oldukça işlevlidir!
(1)Bu rakam HSK Teftiş Kurulu Başkanı tarafından 13 Temmuz 2017 tarihinde verilmiştir. Bunun yanında bir iddianamede 2010 referandumu döneminde 1500 örgüt mensubundan bahsedilmektedir. Bu tarihlerde hâkim ve savcı sayısının ise 11 bin 695 olduğu söylenmektedir.
(2)Orhan Bursalı’nın 3 Ekim 2017 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinin başlığı “Artık FETÖ’yü iç siyasette kimse kullanabilir mi?” idi. Cevabı hayır. Buradan hareketle de o nedenle kimse birbirinin üzerinden “FETÖCÜ’LÜK” siyaseti yapmasın diyor. Bursalı bu iş bitmiştir diyerek kimsenin FETÖ’yü siyasi mücadelede bir araç olarak kullanamayacağından bahsediyor ve yazıyı şöyle bitiriyor: “Şimdi FETÖ’cülükle suçlanan masumları ayıklamak ve bir zamanlar pasif gönül vermişleri, masumca etkilenmişleri topluma kazandırmak gibi bir politika vardır.” Peki, AKP’nin siyasi sorumluluğu ne olacak? Peki, bu cenahtaki masumca etkilenmemişler ne olacak? Anlaşılan o ki, Orhan Bursalı da normalleşme arayışında. Bunun her daim AKP’ye yaraması ise sanırım umurunda değil. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/836708/Artik_FETO_yu_ic_siyasette_kimse_kullanabilir_mi_.html (Erişim tarihi: 04.10.2017)
(3)Bu ifadeleri uzunca bir süredir, Ergenekon yargılamalarından itibaren neredeyse şablon halinde kullanıyoruz. Şimdi FETÖ/PDY’nin yargı örgütlenmesine ilişkin iddianamelerde aynen şu ifade geçiyor: Örgüt, yargının ne kadar büyük bir güç olduğunu, yargıyı etkili ve operasyonel şekilde kullanmak suretiyle yapılamayacak hiçbir şey olmadığını ve her şeyin sınırsızca yapılabileceğini görmüştür. Özel yetkili mahkemeler, örgütün elinde tüm toplumu dizayn edecek bir silaha dönüşmüştür. Yargı, örgütün kendi menfaatlerini toplumda uygulayabilmek için kullandığı en güzel araçtır.
(4)Bu paragraf için bir iddianameden yararlanılmıştır.