İbre nasıl şaştı?

Emekçi halkın geçim zorluğu yeni bir düzeye kavuşmuş durumda. Artık bundan geriye dönük bir dönüş, sistemin içerisinde gözükmüyor. Sınıflar arası mücadelenin yeni seviyesi bu mevziden verilecek. O nedenle, itirazın büyük çoğunluğu ücretlerin erimesine, hayat pahalılığın artmasına, yaşamsal tüm ürünlerin her geçen gün daha da fazla pahalanmasına yöneltilmek zorunda.

Irmak Ildır

 

Ani bir biçimde kaybettiğimiz değerli yoldaş Özgü Can’ın anısına…

Senin de Hüseyin’e verdiğin söz gibi, sözümüzü mutlaka tutacağız!

 

“Düzülke”, Türkiye’de az kişinin bildiği bir kitap. Edwin A. Abbot’un 1889 yılında yazdığı kitap, boyutları kullanarak insan bilincinin sınırlarını tartışmaya açıyor. Kitap, tıpkı felsefe tarihinde Aristo’nun yaptığını yaparak “mağaradaki insanın” dışarısını neden kabullenemediğini anlatmaya odaklanıyor.

Eser, anlatımını sembolik bir biçimde okuyucuya aktarırken, yazarın ana amacı aslında kendi döneminin sosyal gerçekliğini eleştirmek üzerine kurulu. Viktorya döneminin sınıfsal katılıklarının toplumsal bilinci nasıl etkilediğini incelemeye çalışan eser, bir tür “geriye dönüşü” savunan izler taşıyor.

Bu pek bilinmeyen eserin aklımıza düşmesine sebebiyet veren şey ise; geçtiğimiz haftaki bazı gelişmelerden kaynaklı. Enflasyon verilerinin geçtiğimiz hafta açıklanmasıyla birlikte başlayan tartışma, Bakan Albayrak’ın açıkladığı ekonomik program ile birleşince “saman alevi gibi parlayıp sönen” bir gürültüyü kopardı. Bu gürültünün özellikle iktidarın hedefleri ve açıkladıkları üzerine “güvensizlik” tartışmalarını tetiklemesi olağan bir sonuç. Zaten genel olarak ortaya atılan hedeflerin soyutları ve açıklanan verilerin “tartışmalı” olması üzerinde mutabık olunan bir sonuç.

Ancak bu sonucun, pek haklı nedenlere dayansa da, tartışmanın ana eksenini değiştirecek özelliklerden yoksun olduğunu söylemek lazım. İzzettin Hoca’nın yazısında ifade ettiği biçimiyle ele alacak olursak; “mekanik bir yanlış yorumlamanın yarattığı tutum, AKP’nin yanlış politikasının netleştirilmesinin perdelenmesine yol açmıştır.” [1] Adlı adınca bu tutum, bir tür “sınıfsal perdelemenin” uzantısı olarak önümüzde belirmektedir. Sınıfsal perdeleme kaynaklı olarak, görünenin ardındakine uzanmak zorlaşıyor. Ancak iki soru sormak gerekli:

1-Sınıfsal perdeleme, nerede devreye giriyor?

2- İktidarın verilerini ve hedeflerini tartışmaya açmak yanlış mı?

İkinci sorunun cevabını kestirmeden verelim; hayır. Elbette veriler tartışmaya açılmalı ve istatistik biliminin inceliklerini içeren yanlış yönlendirmeler açığa çıkarılmalı. Yeni Ekonomik Planı’nın ve iktisadi verilerin içerdiği tutarsızlıklar hedef tahtasına oturtulmayı hak ediyor. Öte yandan, ilk sorunun cevabına da ağırlık vererek bu tartışmayı yapmak gerekli.

İlk sorunun muhatabı olan “sınıfsal perdeleme”, iktidarının niyetinin yalnızca dar bir çevrenin ipleri elinde tutma cambazlığında saklı olduğu algısıdır. Bir başka şekilde söylemek gerekirse, yapılanlar iktidarda kalmak için değil, sınıfsal konumunu güçlendirmek için iktidarı elinde tutmak istenilmektedir. Bu iki sonuç bizi farklı bir noktaya mı götürüyor?

Evet, çünkü iktidar sermayeden ve düzenden ayrı bir bakış açısıyla değil, bizatihi onun bir temsilcisi olarak bu kararları alıyor. Dahası, her bir karar kendisini de sermaye sınıfı içinde “belli bir kesimin” temsilcisi olmaya daha fazla itiyor. Örnek mi? Son İstanbul seçimleri, iktidarın sadece politik moral motivasyonunu korumak için değil, aynı zamanda sınıfsal çıkarları gereği de yenilendi.

***

Bu noktada, sınıfsal perdelemeyi kaldırmak, gene mevcut tartışmalar ekseninde başka bir bakış açısının derinleştirilmesi ile mümkün. Örneğin, enflasyon verilerinin tartışılmasında, enflasyonun aylık olarak belirli bir düzeye gerilemesi, fiyatların artış hızının yavaşladığını, ancak hayat pahalılığının devam ettiğini gösteriyor. Teknik açıdan ele alındığında “baz etkisi” olarak ifade edilen şey; geçim düzeyinin geçmişe oranla daha zor kılındığını gösteriyor. Dahası, yıllık ortalama ele alındığında enflasyon düzeyi hala yüzde 18’leri gösteriyor.

Buradan da anlaşılacağı gibi, reel ücretlerin düzeyi oldukça gerilemiş durumda. Emekçi halkın geçim zorluğu yeni bir düzeye kavuşmuş durumda. Artık bundan geriye dönük bir dönüş, sistemin içerisinde gözükmüyor. Sınıflar arası mücadelenin yeni seviyesi bu mevziden verilecek. O nedenle, itirazın büyük çoğunluğu ücretlerin erimesine, hayat pahalılığın artmasına, yaşamsal tüm ürünlerin her geçen gün daha da fazla pahalanmasına yöneltilmek zorunda.

Elbette, bu itirazın belirli bir “bütünlük” düşüncesine kavuşması gerekiyor. Yeni Ekonomik Program ile açıklanan yönelimler, iktidar açısından sermaye sınıfının önümüzdeki dönem beklentileriyle uyumlu. Emperyalizmle olan bağlantıların açık edildiği, sıkça “IMF programına benziyor” vurgusunun yapıldığı bir program var. Programın iç bütünlüğünün tutarsızlıklarla dolu olduğu açık. Ancak bundan önemlisi, AKP emperyalist-kapitalist sisteme program aracılığıyla “beklentilerinizi karşılayacağım” mesajı veriyor.

Esas problem de zaten bu mesajın kendisi. Büyüme için ortaya konulan hedeflerin iki yoldan sağlanacağı bir kez daha ilan edildi; emekçilerin tasarrufları ve dış kaynak aktarımı. İlki için kıyasıya bir mücadele söz konusu, ikincisi için ise “büyük beklentiler”. Dış kaynak akışına dair beklentinin zorda olduğunu ise TÜSİAD dahi itiraf etmek zorunda kalıyor. [2]

Gerçekten de parasal genişlemenin devam edeceği umuduyla beklenen yatırımlar, bu genişlemenin yarattığı sorunları da görmezden geliyor. IMF’nin emperyalist sistem içinde Çin-ABD eksenli süren “ticaret savaşlarına atıfla” 2020’de ülkelerin yüzde 90’nın da bir “durgunluk” beklemesi, zaten böyle bir parasal genişlemenin de araçlarının sınırına dayanıldığının itirafı oluyor. Nitekim buradaki tek çözüm yolu ise, emekçilerden elde edilen birikimlerin uluslarası sermayeye cazip fırsatlarla sunulmasından geçiyor.

O nedenle dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Sınıfsal perdelemenin örtüsünün kaldırılması bize bir kez daha büyük bir avantaj sağlayacak. Bu ister ekonomik programa ilişkin olsun, isterse ülkenin emperyalist sistem içinde üstlendiği rollere ilişkin olsun değişmiyor.

Bu avantajı kullanmak önümüzdeki dönemin de ana meselesidir.

Notlar

[1] İzettin Önder, Marx’ın yönteminin önemi ve aciliyeti, https://gazetemanifesto.com/2019/marxin-yonteminin-onemi-ve-aciliyeti-301069/

[2] Bu noktada TÜSİAD’ın bu itirafının bir beklenti kaynaklı ve sınıfsal çıkarlardan ötürü olduğunu söylemek gerekiyor. Tartışmanın uluslararası durumun nereye gideceği ile yakından bağı var. İşte burada tartışılan “eksi faiz” ve “ticaret savaşları” tartışmasında TÜSİAD’ın belirli bir yere yatırım yaptığı açığa çıkıyor. Bu tartışmayı daha sonra ele almak üzere şimdilik bir giriş olarak not düşelim.