Marx’ın yönteminin önemi ve aciliyeti

Dolaylı vergiler bir yana, halkın çok temel harcama kalemini oluşturan elektrik, doğal gaz, su, ulaşım vb gibi alanlardaki olağanüstü zamlar da dikkate alındığında vergi adaletinden söz etmek bayağı ayıp oluyor. Bu gidişle, öyle gözüküyor ki, zengin zenginleşerek, orta tabakanın eriyip yoksullar gurubunu çoğaltarak AKP’nin manevralarına uygun bir toplum modeli yaratılmış olacaktır.

Prof. Dr. İzzettin Önder

 

Gerek akademik tartışmalarda gerek medyada yansıyan makalelerde çoğu zaman farkında olunmadan –belki de kasıtlı olarak- daima görüntüsel değerlerin yorumu ya da salt anlatımı ile yetinilmekte, görüntüde yansıyanların geri bağlantıları ihmal edilmektedir. Bana öyle geliyor ki, bu yöntem kısmen kolaylığı, kısmen de gerçeği perdeleme özelliği nedeniyle oldukça revaçtadır. Yöntemin yanlışlığı ya da geçersizliğini vurgulamak üzere örneklerle ne demek istediğimi açıklayacağım.

Birinci örnek hemen yakın geçmişte yaşadığımız durumla ilgilidir. Geçen hafta sonuna doğru Türkiye İstatistik Kurumu son enflasyon verilerini paylaştı. Yayınlanan rapora göre, son bir yılda gerek aylık gerek yıllık enflasyon oranları iki haneli ve yüksek seyrederken, bu arada elektrik, doğalgaz vb gibi kamusal ürünlere devamlı zam yapılırken, son ayın enflasyon değerine bağlı yıllık enflasyon oranı son yılın en düşük değeri olarak % 9,26 ile tek haneli değere indi. Tahmin edilebileceği üzere bu durum başta muhalefet olmak üzere tüm çevrelerce şiddetle eleştirildi. TÜİK’in söz konusu raporları hazırlarken tüm Türkiye’yi tarayıp çok farklı ürünlerden sepet oluşturma yöntemi ya da örneklemede politik endişelerin hâkim olduğu da tartışılabilir. Ancak hemen şunu söylemek olanaklıdır ki, mutlak fiyat düzeyi belirli bir süre boyunca olağanüstü yükseldikten sonra, fiyatların geçmiş dönemlerle aynı miktarda yükseltilmesi halinde de, oranın paydasının olağanüstü yüksekliğine bağlı olarak, artış oranını ifade eden enflasyon düşük değer verebilir. Bunda bir yanlış yoktur. Yanlış olan, eleştiride hesaplamanın yanlışlığı ya da politik ortama bağlı olduğu gibi saptırmalara yönelip, asıl açıklayıcı olarak, matematik ilişki bağlamında orandaki düşüşün sebebinin olağanüstü yükselmiş fiyatlar olduğunun ihmalidir. Bu hata görüntünün arkasındaki basit matematik ilişkinin atlanması sonucudur, ancak önemlidir. Hatanın önemi şuradan kaynaklanmaktadır ki, bizzat TÜİK verilerinin fiyatların yüksekliğini vurguladığı gerçeği, belki de farkında olunmadan, geri plana çekilmiş, hükümet politikaları değil, TÜİK suçlanmıştır. Kısacası, mekanik bir yanlış yorumlama olarak algılanabilecek muhalefetin tutumu, aslında AKP’nin yanlış politikasının netleştirilmesinin perdelenmesine yol açmıştır.

Aynı konu ile ilgili ikinci vahim hata da, politika bağlamında suçlamaların “damat bakan” a yoğunlaştırılmasının çarpık algılamaya yol açarak politika yapımında ve uygulanmasında emir-kumanda mevkiinde bulunan parti ve parti başkanının geri plana çekilmesidir. Halkın “damat-bakan” algılaması nedeniyle böyle bir eleştirinin halk nezdinde politik karşılığı bulduğu savlanabilir. Ancak bu mantığa bağlı kalınarak uygulanan yöntem “damat-bakan” olgusunun salt halk nezdinde iyice koyulaşması sonucunu sağlamakla kalmaz, aynı zamanda da AKP’ye de söz konusu bakanı “paratoner” olarak kullanma olanağı sunar. Böyle hatalar ilgili bakana yüklenirken zımnen parti yönetimi ve başkanı geri plana çekilmiş olacağı gibi, çok vahim durumlarda partinin ilgili bakanı değiştirerek kendisine alan açma olanağı da yaratılmış olur. Muhalefet partilerin kalkışlarında iktidarı eleştiri odağına yerleştirirken halka da gerçek görüntünün algılanmasında yardımcı olması politik gerekliliktir. Aksi halde, iktidarın anlık zaman kazanmak için kullandığı gerçek dışı ifade ne denli yanlış ise, muhalefetin de halkın zayıf karnı üzerinde yapacağı eleştiriler de o denli yanlış ve yararsızdır.

Bu açık örnekleri göz önünde bulundurarak, şimdi de son YEP’İ (Yeni Ekonomik Program) ana hatları ile mercek altına alalım. Bakanın açıklamalarına göre, önümüzdeki üç yılda ekonomide “değişim” yaşanarak enflasyon denetim altına alınacak, kalkınma hızı % 5 dolaylarında gerçekleştirilecek, cari açık küçültülüp, hatta pozitif değerlere dönüştürülecek vs. Bir kere, bir ekonomide üç yıl ya da beş yıl gibi kısa zaman dilimleri yapısal sorunların giderilmesinde yeterli değildir. İkincisi, bakanın sözünü ettiği yapısal değişim ifadesi eğer ekonomide temel yönelişlerin değişeceği şeklinde alınacaksa, bunun ifade ettiği anlam kısa vadede sıkıntı pahasına uzun vadede mutluluk olabilir. Ancak, ne programın süresi, ne de içeriği böyle bir değişim mesajı algılamaya müsait gözükmüyor. Zira yapısal sorunlarla mücadelede gerek makine-teçhizat gerekse beşeri sermaye alanında büyük yatırımlar gündeme gelir. Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için de halkın tasarrufunun yükselmesi gerekir ki, bu da ya ulusal gelirin hızla artmasına ya da tüketimin kısılmasına bağlı uzun dönemli politikayı zorunlu kılar. Bu pencereden programa bakışta hemen karşımıza tüketim harcamaları ile ekonomik büyüme arasında ilişki kurulacağı görüşü çıkmaktadır ki, bu ifade yine ekonominin tüketimle kısa vadeli dalgalanmalar yaşayacağı anlaşılır. Planın tüketim harcamalarına dayandırılmasının ikinci ima ettiği husus da, geçmişte olduğu gibi yine devamlı iç ve dış borçlanmalarla ekonominin sürükleneceği gerçeğidir. Diğer yandan, vergiler alanında da kulağa hoş gelen, fakat bu sistemde uygulama olanağı asla bulunmayan, az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınacağı ilkesi de plana yapıştırılmış. Ne var ki, asgari geçim indirimi kapsamındaki gelirin vergilendirilmesinden vaz geçilmezken, gelir vergisi tarifesinde en düşük gelir dilimi gereği kadar genişletilip dar gelirlilerin bir yıl içinde bir üst dilime çıkmaları engellenmezken bu ifade de halkın diline bir parmak bal çalmaktan öte bir anlama gelmez. Dolaylı vergiler bir yana, halkın çok temel harcama kalemini oluşturan elektrik, doğal gaz, su, ulaşım vb gibi alanlardaki olağanüstü zamlar da dikkate alındığında vergi adaletinden söz etmek bayağı ayıp oluyor. Bu gidişle, öyle gözüküyor ki, zengin zenginleşerek, orta tabakanın eriyip yoksullar gurubunu çoğaltarak AKP’nin manevralarına uygun bir toplum modeli yaratılmış olacaktır.

Bunlar sistemin işleyişinde yüzeye yansıyan görüntülerdir. Bu görüntülerle de durum vahim olmakla beraber, arka plana geçtiğimizde bir de çocuklarımıza ve torunlarımıza havale ettiğimiz borçlar var. İşte Marxist analiz yönteminin, yüzeye yansıyan görüntü ile yetinmeyip, arka plana yönelmesinin özelliği ve derin anlamı buradadır; görüntü gerçeği yansıtıyorsa, bilime ne hacet! Kaldı ki, buradaki arka planı görmek için ne derin analizlere ne de Marx’a ihtiyaç var. İşin diğer özel yanı da burasıdır ki, böylesi hiç derin olmayan, sadece bir kademe alta inildiğinde anlaşılabilecek durum dahi standart tablolarda verilmemekte, fakültelerde dikkate alınmamaktadır. Bunun nedeni, sistemin sermaye ve emperyalizm başatlığında nasıl sömürüldüğünün alenileştirilmemesidir. Tam da bu noktada, sömürünün de ötesinde, analiz olarak topluma sunulanların ne denli anlık ve yanlış fotoğraflar olduğunu vurgulamak istiyorum. Bakın lütfen şu örneğe: derin analistler buyururlar ki, 2008 yılına dek ekonomi büyüdü, sonra küçülmeye başladı. Bilindiği üzere 2008 yılında yaşanan küresel kriz doğal olarak bizi de etkiledi, ama tüm olay bununla açıklanamaz. 2008 krizini bir an gözden uzak tutarsak, belirli bir süre büyüyen ekonominin bir anda küçülmeye geçmesi nasıl açıklanabilir? Bu sorunun yanıtı da “yüzeysel-şekilsel” değil “derinliğine-dokusal” analizle verilebilir, yani rakamlarla oynamak yerine bir kademe geriye gidip ekonominin iç işleyişine bakmak gerekiyor. Bu yaklaşım bize şunu gösteriyor ki, büyümeye aldanarak oy verdiğimiz iktidar, iç ve dış kredilerle halkı borçlandırarak tüketimi pompalamıştır. Yatırım ve üretim artış hızı tüketim artış hızının gerisinde kaldığında, tüketim için harcadığımız paranın bir bölümü borçlanmadan geliyor idi ise, açıktır ki stoktan yeme bir yerde duracaktı, ancak o durulan yerde kocaman bir borç stokunun da gölge gibi bizi izlediği görülecekti. Neden böyle bir aldanmaya kapıldık? Çünkü reel yatırım ve üretimle değil, borçla yaptığımız alış-verişler ulusal geliri yükseltti, ancak bu uğurda harcadığımız paranın bir bölümü borçtu.

Bu denli basit sonuçlara ulaşmak için Marx’ın piyasa sürecinin arka planını görmek için kullandığı analize dahi gerek yok. Sadece bir perde arkayı görmek ve göstermek yeterlidir. Komünizm tartışmalarında ileri sürülen “dünya komünizmi karşısında ülke komünizmi” ne analojik olarak bizim de “dünya kapitalizmi karşısında ülke kapitalizmi” yöntemi ile analiz yapmamız kaçınılmazdır. Bu konuyu da ileriye bırakalım.