Toplumsal ilerleme!

Sosyal alanda teorilerin savaşı, uygulamada zaman faktörünün etkisi altında eşitsiz koşullarda cereyan eder. O kadar ki, olumsuz bir sistemin oluşturduğu algılama tuzağı daha olumlu bir sistemin fikir taşıyıcılarını beyne ulaştırmaz.

Bu yazıya muhatap tüm dostların da bildiği üzere, 15 Ocak solcular için önemli bir gündür. 1902 yılında doğmuş olduğuna göre, Büyük Usta bu yıl 117 yaşını tamamlamış ve 118. yaşına başlamış oluyor. Klasik ifadesiyle, ustaların anılmaları sadece anma günlerinde değil ya da bazı anlamlı ya da felsefi ifadelerinin tekrarı ile değil, sakince düşünüp, düşünce ve söylemlerinden süzülen fikirlerin zaman içinde yorumlanması ile yapılırsa daha yararlı toplumsal katkı yapılmış ve ustaların amaçladıklarına daha bir ulaşılmış olur.

Düşünce ve fikirlerin zamana uyarlanması fevkalade tehlikeli patikada yürümeden farksızdır. Zaman içinde başat sistemin oluşturduğu ve tüm toplumun sosyal genetiğine kazıdığı patika, üzerinden geçen her fikir ve söylemi hiç fark edilmeden ya kendisine benzetir ya da elinden geldiğince dışlanmasını sağlar. Hem de bu işlem öylesine maharetle yapılır ki, eylem içindeki de gerçek değişimin ışığını görme zehabına kapılabilir. Nitekim kapitalizm ilerledikçe inanılmaz şekil değiştirmekte, kriz dönemleri dışında, sistemin bazı aşırılıklarını ilerleyen teknoloji desteği ile törpüleyebilmektedir. Kısacası kapitalizm, sanayileşmenin ve Marks’ın eserlerini ortaya koyduğu dönemdeki vahşi ve karanlık yüzünü zamanla sağladığı ilerlemelerle hafifleterek perdeleyebilmektedir. İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde sahnelenen sosyal demokrasi politikalarıyla oldukça pembeleşen kapitalizm çoğu çevrelerce insancıl sistem görünümüne bürünebilmektedir. O kadar ki, Analitik Marksizm vb akım yandaşları teorik düzeyde de Marks’ın sisteminin devrim olmadan da, kültür yoluyla gelişen insanın basireti ile sağlanabileceği tezini ileri sürebilmektedir. Bu denli teorik düzeye sapmadan da günümüz insanı, hatta çoğu düşünürü var olan sistem neredeyse kapitalizmle özdeşleştirmeden, salt doğal bir sistem olarak görme eğilimine girebilmektedir. Öyle algılamalar geliştirilebilmektedir ki, günümüz sorunları sanki bazı siyasilerin ya da çeşitli çevrelerin aldığı yanlış kararlarla böylesi olumsuz görüntü sergilemektedir. Yaşanan krizler de sistemik hata olarak değil de, adeta yağmur vb gibi doğa olayı gibi görülebilmekte ve oluşum nedeni irdelenmeden, salt olabildiğince korunma çareleri aranmaktadır. Sosyal demokrasi döneminde dahi, gelişmiş ekonomilerdeki orta tabakanın dahi görece müreffeh yaşam düzeyine ulaşması, mutlak zenginleşme parıltısı altında göreli fakirleşme algılanamadan mutlak kazanım olarak görülerek sistem sorgulamasına gidilmemiştir. Kısacası, sistem tüm güç ve mahareti iledoğayı tahrip etmenin yanında, krizler vb gibi özel önlemleri ile de yaşam süresini uzatmaya çalışırken, her krizden çıkış çabalamaları da kriz mağdurlarını bir kez daha sisteme ram etmektedir.

Sosyal alanda teorilerin savaşı, uygulamada zaman faktörünün etkisi altında eşitsiz koşullarda cereyan eder. O kadar ki, olumsuz bir sistemin oluşturduğu algılama tuzağı daha olumlu bir sistemin fikir taşıyıcılarını beyne ulaştırmaz. Pratiğin cahilleştirdiği öğreti karşısında, eyleme geçemediği sürece her parlak fikir mağlup olmaya mahkûmdur. Elimizden kayan küreye, gözümüzün önünde yok olan doğaya ve yaşadığımızı her türlü melanete, hatta kapitalist icraatlar içinde bizzat kapitalizmi suçlayan söylemlere rağmen işin özünü görememek, sistemden yararlananlar bir yana, sistemden devamlı zarar görenler bakımından beynin tesliminden başka bir şey değildir. Demem o ki, zaman içinde ilerlemek doğal bir şeydir; yerküremizin her kendi etrafında dönüşü gün olarak, güneşin etrafında her dönüşü ise yıl olarak zamanda ilerleme kaydediyor. İşin ilginç tarafı şu ki, salt zamansal ilerleme aynı zamanda yaşanan sistemin kendi düzenini koruma reflekslerini geliştirip, özünü sabit tutarak, salt çehresini değiştirmeye hizmet ediyorsa buna “sol” dememek, daha başka uygun bir ad vermek gerekir.

Marks’ın sistemini, diğer ekonomik sistemlerden ayıran çok temel özellik, yaşamın hemen tüm alanlarını kapsayıcı sürdürülebilirlik temeli oluşturmasıdır. Teorinin merkezinde doğal olarak ekonomi olmakla beraber, ekonominin düzenlenme ve işleyişi çevre, doğa, aile düzeni, aile içi ekonomik kavgalar, insanlar arası ilişki, adalet, eğitim vb gibi hemen tüm alanları kapsar ve etkiler. Doğaldır ki, kapitalist sistemde de tüm üst-yapılar üretim ilişkilerinin yansımasıdır. Fark şuradadır ki, Marks’ın sistemi doğanın, insan ilişkilerinin, kısacası insan-doğa ve insan-insan ilişkilerinin sürdürülebilirliği birlikteliğini oluştururken, kapitalist sistem insan-doğa ve insan-insan ilişkilerini giderek hoyratlaştıran ve tüketen mekanizmalar üzerinde ilerlemektedir. Kapitalizm, eş anlı olarak insan sağlığını ve ilişkilerini bozduğu gibi, zaman içinde de doğanın yıpratılması sonucunu doğurarak, kendi sonucunu hazırlamaktadır.

Hal böyle olunca önümüzde iki yol bulunmaktadır. Bunlardan biri var olan sistem üzerinde ilerlerken bazı düzenlemelerle yetinmek, diğeri ise sistem konusu ve sorunu üzerinde kafa yorarak dönüşümü sağlayıcı politikalar geliştirmektir. Bu iki yol arasındaki farkı ortaya koyabilmek için, izninizle bir ufak egzersiz yapalım. Son dönemde yaşadığımız doların ani fırlamasını ve alınan önlemleri iki farklı akademisyen bakalım nasıl anlatır. Bir akademisyen meseleye şöyle yaklaşır. Merkez Bankası bazı baskılarla faiz yükseltmesini geciktirdi, dolar fırladı, son anda yüksek faiz uygulayarak hatasını biraz telafi etti, ancak geç kalmış oldu. Bu basiretsizliğe bir de düşmanlarımızın, özellikle ABD’nin kasıtlı saldırısı gündeme geldiğinde ani şoklar yaşanmış olmasına rağmen, hükümetin aldığı önlemlerle kriz büyük bölümü itibariyle atlatıldı, gelecekte ekonomi daha da yerine oturacaktır. İkinci akademisyenimiz ise durumu şöyle anlatabilir. Döviz uluslararası silah olarak kullanılabilir, özellikle de güçlü ekonominin elinde olarak. Kapitalizm krizini yaşarken, çevreden merkeze kaynak çeker. Uzun planlı ve vadeli bu oyunda önce gelişmekte olan ekonomiye kaynak aktarılır, vade yaklaştıkça, özellikle de araya merkezin arzulamadığı siyasi tatsızlıklar girdiğinde, döviz merkeze çekilerek çevrede mali kriz yaratılır, bu esnada da borç tahsili yapılabilir.Zira 2000 IMF-Derviş programı Türkiye’nin değil, sıkışık durumdaki merkez kapitalizmin sorunlarını gidermeye yönelik senaryodan biriydi. Görülüyor ki, birinci arkadaş, bu senaryoyu algılamadan dolayısıyla sistemi geri plana atarak, dinleyicilerin kafalarındaki sorumluları siyasiler ve/bürokratlar olarak canlandırmış, ikinci arkadaşımız ise canlandırmayı sisteme çekmiştir. Egzersizi daha da ileriye taşıyınca şunu dahi görebiliriz, toplum birinci arkadaşı daha olumlu ve bilimsel görürken, ikinci arkadaşı daha siyasi, hatta yeteneksiz görebilir. İşte tablo budur, arkadaşlar!