Bitmeyen bir kabus: Eğitim sistemi veya sistemsizliği

"Bizden internete erişim sağlamak amacıyla çatıya çıkan ve düşerek hayatını kaybeden 8 yaşındaki Çınar Mert’i görmememizi istiyorlar, bizden ders anlatmak için bir tepeye çıkan edebiyat öğretmeni Aziz Serin’in kalp krizi geçirerek öldüğünü duymamamızı istiyorlar…"

Bitmeyen bir kabus: Eğitim sistemi veya sistemsizliği

Ayça Delal İlter

Okulların açılma tarihinin gelmesiyle birlikte pandemi sürecinde yaşadığımız ekonomik güvensizliğe, sağlığımıza dair kuşkulara bir de uzaktan eğitim ve olanaksızlıkları eklendi. Parasız, eşit ve ulaşılabilir eğitim sisteminden uzak olmanın acısını öğrenciler, öğretmenler, ebeveynler olarak yaşıyoruz. İnterneti olmadığı için uzaktan eğitime bağlanamayan öğrenciler, internet çekmediği için dağlara çıkan öğrenciler, öğretmenler ve bunlar gibi nice sorunla karşı karşıyayız. Eğitimin sektör olmaktan çıkarılıp, geleceği inşa edecek bir kurum olabilmesi için parasız, eşit ve ulaşılabilir olması elzemdir. İstediğimiz ve uğruna mücadele ettiğimiz taleplerin bir rüya, bir hülya olmadığını gösteren; insanca bir yaşamın mümkün olduğu, öğrencilerin gelecek kaygısı yaşamadığı SSCB’de yaşayan Makarenko’ya ve Gorki Topluluğu’na değinmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Suçlu Çocuklardan Eşit Yurttaşlığa

1921 yılında Sovyetlerde yaşanan kıtlık sürecinde çocuklar fazlasıyla suç işler durumdaydı. Günümüzde serseri, sokak çocuğu olarak adlandırılan çocukların topluma kazandırılması gerekiyordu. Bu çocuklar kredi verip, faizle geri alınacak yahut özel okullara para verebilecek çocuklar değildi –ki Sovyet eğitimi buna ihtiyaç duymuyordu. Sovyet hükümeti yoksulluk, eğitimsizlik gibi nedenlerle suç işleyen çocukları hayata geri döndürmek, iyi birer yurttaş kılmak adına planlama yapmıştı. Suç işlemiş çocuklar için bir topluluk kurulmuştu. İlk başta Çocuk Suçlular Kolonisi olarak kurulan daha sonra alınan karar ile ismi Gorki Topluluğu olarak değiştirilen topluluk ve kurumun başındaki Makarenko kamucu eğitim sisteminin en güzel örneği oldu.

Gorki Topluluğu’nda yaratılmak istenen eğitim anlayışında, birey – toplum arasındaki bağdan hareketle yalnızca eğitimci ve öğrenci yoktu. Makarenko kişiliğin oluşumunda en büyük etkenin, eğitimcilerden, öğrencilerden ve yetkili bir kişiden oluşan topluluklar olduğunu düşünmekteydi. Eğitsel yaşamla toplumsal yaşamı bir bütün olarak gören bu yaklaşım ile öğretim süreci, öğrencilerin günlük yaşantıları üzerinden şekillenmekteydi. Öğrencileri birer nesne olarak değil, topluluğun kaderi ve geleceği üzerinde söz sahibi olan ve birbirleriyle eşit haklara sahip birer birey olarak görülüyordu. Gorki Topluluğunda öğrencinin yaşamı eğitim pratiği içerisinde bedensel çalışma ile kafa çalışmasının bir arada yürütüleceği şekilde planlanmıştı. Şüphesiz en önemli noktalardan bir diğeri ise öğrencilerin üretim süreci içerisinde yer almanın toplumsal önemini kavramasıydı.

Makarenko’nun ilk başta “Çocuk Suçlular Kolonisi” adı verilen topluluğa ‘’suçlu çocuklar’’ tanımlamasını reddettiği için bu ismi kullandığı düşünülebilir fakat öyle değildir. Bu tanımlamayı reddetmesinin sebebi suçun toplumsal olaylardan doğru olduğunu düşünmesidir. Pandemi döneminde tanıklık ettiğimiz, virüsün bir kişiye dahi bulaşması bütün toplumu etkiler gerçeği, suç ve eğitim için de geçerliydi. Suç onun için salt çocukla yani bireyle çözülebilecek bir alan değil, toplumsal bir mücadele alanıydı ve suç sadece çocuk tarafından işlenen bir eylem değildi. Eğer ki cehalet ve suç, adeta virüs gibi orada duruyorsa, bu kendiliğinden düzelecek bir şey olmadığı için toplulukta çocukları düzeltmek değil, yeniden eğitmek söz konusuydu. Esas hedeflenen; çocukları zararsız bir birey haline getirmek değildi. Toplumsal yaşam içerisinde yeniden toplumla bağı kurulmuş çocuklar yaratılmasıydı. Siyaset, toplum, kültür gibi birçok alanda okumalar ve tartışmalar yapıyor, hem pratik hem de teorik alanda birçok eğitim alıyorlardı. Bu ve benzeri birçok faaliyet sonucu öğrenciler kolektif bilinci kazanmış oluyor ve toplumsal değer konusunda oldukça donanımlı bir hale geliyorlardı. Gorki Topluluğu’nda aldığı eğitimler öncesi okuma yazma bilmeyen Sovyet gençleri mühendis, doktor olmak üzere üniversitelere yahut mesleklerine atılıyorlardı.

Burjuva eğitimcileri eğitimi “Bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen yönde değişme meydana getirme sürecidir.” olarak tanımlıyor. Sovyet eğitimci Makarenko eğitim için: “Eğitim, eğitilen çocukların her birinin kendisini edilgin bir nesne gibi değil, topluluğun yazgı ve onurundan sorumlu; öbür insanlarla aynı haklara sahip, etkin bir üye gibi duyumsamasını sağlayacak bir mesele, bir bilimdir.” diyordu. Bu tanımlamalar ile birlikte Gorki Topluluğunda hiçbir çocuktan ücret alınmadan, toplumuna karşı sorumluluğunu hisseden, çok yönlü bireyler yetişebilmesinin nasıl gerçekleştiğini anlamış oluyoruz. Burjuva eğitim sistemi ile sosyalist eğitim sitemi arasındaki farkın temelinde, birisi sermayeye kâr getirecekse eğitimi desteklerken diğerinde eğitimin koşulsuz şekilde eşit ve ücretsiz olması gerektiğini görürüz.

Türkiye’de Ücretsiz Eğitim

İçinde bulunduğumuz dönemden çok önce eğitim sorununu kamuculukla çözen Sovyet eğitim sistemini gördük. Peki ya memleketimizde eğitim sistemi ulaşılabilirlik açısından “on yıllar öncesinde kalmış” bir sistemden daha geride değil mi? Her fırsatta “eğitimi biz ücretsiz yaptık” diyenler, geçtiğimiz yıllarda dershanelere, temel liselere izin vererek “ücretsiz eğitimin” yetersizliğini onaylamış oldular. Eğitimin niteliksizliğinin devlet tarafından onaylanması bir yana, öte yandan yardımcı kaynaklara, özel derslere, dershanelere gitmek zorunda kalan insanlar için ücretsiz bir eğitimden nasıl söz edebiliriz? Hele bir de pandemi döneminde internete, telefona, bilgisayara, tablete ulaşmak için yüzlerce lira para harcanan bir sistemde, eğitim ücretsizdir demek sadece saçmalıktır.

Sermaye düzeninin yarattığı eğitim sisteminin bir tarafında parası olanın on kişilik sınıflarda ders gördüğü, erken yaşta dil öğrendiği, spor, müzik gibi birçok kursa gitme olanağı bulduğu öğrenciler var. Diğer tarafında ise internete, bilgisayara, tablete erişim imkânı olmayan ve eğitimini alamayan, tarlada çalışan öğrenciler var. Elbette bir de bu iki taraf arasında tüm bunları normal gibi gösteren bir düzen ve bu düzenin piyonlarından özel okul sahibi biri olan Ziya Selçuk…

Onlar için okul; kredi vererek faiziyle öğrenciden kâr edilecek, özel liseler, özel üniversiteler açılarak öğrenciyi müşteri haline getirecek bir sektördür ve en önemlisi, okul denilen yer “yaşamanın, mücadele etmenin, doğa ile savaşmanın öğrenildiği” bir kurum değil, adeta iş yeridir. Bizler için ise okumak isteyen öğrenciye kredi verilmez; çünkü öğrencinin okumak için her hakkı eşit ve ulaşılabilir şekilde sunulmalıdır. O yüzden bütün kredi borçları silinmeli ve öğrencinin geçimini sağlayabildiği, borçlanmak zorunda kalmadığı bir sistem kurulmalı. Bizler için özel ders, dershane, özel üniversite gibi eğitimin yetersizliğinin bakanlık tarafından kabul edildiği bir sistem, eğitim sistemi değildir. O yüzden bütün özel okullar kamulaştırılmalıdır ve her insana eşit eğitim imkânı sunulmalıdır. Onlar için eğitim almanın ön koşulu olan barınma hakkı özel yurtlara peşkeş çekilecek, gençler tarikat yurtlarına terk edilecek bir şeydir. Bizler için barınma en temel haktır ve bütün özel yurtlar kamulaştırılmalıdır. Bizler için “2020-2021 eğitim öğretim yılı” demek için, her çocuğa telefon, tablet, internet sağlanmalıdır; yani uzaktan eğitimdeki bütün eşitsizlikler giderilmelidir ki eğitim gerçekleşsin.

Biz bunları isterken özel okul patronları, sermaye sahipleri bizden ne istiyor? Bizden kadın cinayetlerine, eşitsizliğe, geleceksizliğe, işsizlik ile harmanlanmış bu düzene sessiz kalmamızı istiyorlar. Bizden piyasaya açılmış eğitim sistemini kabullenmemizi bekliyorlar. Bizden internete erişim sağlamak amacıyla çatıya çıkan ve düşerek hayatını kaybeden 8 yaşındaki Çınar Mert’i görmememizi istiyorlar, bizden ders anlatmak için bir tepeye çıkan edebiyat öğretmeni Aziz Serin’in kalp krizi geçirerek öldüğünü duymamamızı istiyorlar… Kısacası bizleri başka bir ihtimalin mümkün olmadığına inandırmak istiyorlar. Kimse bizden bu tabloyu kabul etmemizi, bu yalanlara inanmamızı beklemesin. Bizleri karanlığa, geleceksizliğe, çaresizliğe ve ölüme götüren bu düzene karşı bir ihtimalin daha olduğunu biliyor ve mücadeleyi sürdürüyoruz. Parasız, eşit ve ulaşılabilir ve bir eğitimin mümkün olacağı sosyalist cumhuriyet kavgamız büyüyor ve büyümeye de devam edecek…