Sosyalizme geç Türkiye

Sen sosyalizme geç Türkiye…Öğüttüğün buğdaydan, erittiğin demire, masa başında akıttığın terden, makine başında yarattığın ürüne, şantiyeden okula, ana kucağından ölüm döşeğine kadar, sırtını sana yaslayacak bir ülke değil, senin sırtını yaslayacağın bir ülke düşün.

Elinizde bir madalyon olduğunu farz edelim şimdi. Elinizde tuttuğunuz bu madalyonun ön yüzünde koca bir kırmızı nokta. Adı koronavirüs…

Eğer bir emekçiyseniz, hani şu Nâzım Hikmet’in şiirinde dediği gibi, gemide güverte yolcusu, trende üçüncü mevki, şosede yayalardansanız, büyük insanlığın en büyük parçasıysanız; siz olmadan yapı büyümüyor, su akmıyor, ekmek çıkmıyorsa o kırmızı noktaya bakıp bakıp korkarsınız, çekinirsiniz, yalnız hissedersiniz kendinizi, sessizleşirsiniz. Canınızı değerli gördüğünüz için değil; keşke öyle olsaydı… Çocuklarınızın durumundan, belki hiç olmayan maaştan, belki de artık gelmeyecek maaştan, evdeki makarna sayısından, olmayan etten, faturalardan, kiradan, krediden daha da korkarsınız.

Bir de madalyonun diğer yüzü var.

Büyük insanlığın çok küçük parçası. Hani şu, fıtratçılar, fetvacılar, baronlar, krallar ve kraliçeler, sömürüyü sermaye eyleyenler, silahın, afyonun, kadının, çocuğun, erkeğin ve memleketin tüccarları…

Onlar da korkarlar madalyondaki kırmızıdan elbet.  Emekçinin korkusuna oranı ile onun ölüm oranı aynıdır. Milyonda bir bile değil. O kırmızı hemen yeşil oluverir. Doların yeşilinde de yeşil. Rant kapılarını hatırlatır ona. Aklı yalnız ve yalnız buna çalışır. Sonra bir ara siyah oluverir. İşte korku biraz daha artar bir anda. Neme lazım sosyal patlama falan oluverir de tüm tezgah dağılırsa diye düşünmeden edemez. Madalyonu usulca elinden bırakır… Koronanın kendine uğramasından daha fazla korkar, koronayı yaratan sistemin çökmesinden…

İşte usulca bıraktığı madalyonu bu defa hızlıca çevirmeye başlar…

Kırmızılar, siyahlar ve yeşiller birbirine karışır.

“Korona ile mücadele edilecekse onu da biz ederiz.”

Biz demesine bakmayın lafın gelişi. O siyah nokta söyletiyor bunu…

Siz edeceksiniz…

Yani “Evinde kal Türkiye”.

Yani “Hekimlerimizin kıymetini bilelim”.

Yani “Sizi makarnaya boğarız”.

Yani “Makarna almak için de işe gitmen gerek. Yani sen fedakar ol Türkiye”.

Yani “Ücretiz izin, yıllık izin de düşeriz istiyorsan. Uzadıkça düşeriz.”

Yani, “Şu yaşlılar olmasa…”

Yani “Özel hastaneler kapıyı açacak. Elbette ki telafi ederiz”.

Pek tabii ki “Girişimcilerimizi düşünürüz”.

İş Kanunu ve işçiler mi? “Dava açan olursa, bir bakarız…”

KHK ile atılan hekimler mi dediniz? “O kadar da değil. Sen evinde kal da şimdilik…”

Yani mikrofon açık olsaydı, “Kamuoyunda algı iyi bakanım”.

Kapitalizmde kalan Türkiye işte böyle…

Bugün korona, yarın madende göçük. Bugün korona, yarın bir meydanda katliam. Bugün korona, yarın siyanürle aile intiharları. Bugün korona, yarın başka bir virüs…

Sen sosyalizme geç Türkiye…

Öğüttüğün buğdaydan, erittiğin demire, masa başında akıttığın terden, makine başında yarattığın ürüne, şantiyeden okula, ana kucağından ölüm döşeğine kadar, sırtını sana yaslayacak bir ülke değil, senin sırtını yaslayacağın bir ülke düşün.

Elindeki madalyondaki tek kırmızının emeğin bayrağının göklere çekildiği ve her yeri kapladığı bir allık deryasından ibaret olduğunu, bu bayrağın senin bayrağın olduğunu düşün.

Sağlığın her şeyin başında olduğunu bildiğini ve de bunun böyle olduğunu gördüğünü düşün. Hasta olmanın bile “imkansızlığını” mesela…

Yaşlılığında “Daha neler göreceğiz” demediğin, gençliğinde yaşlılığını özlediğin, daha güzel günlere kadar yaşamayı çok istediğini düşün…

Çocuklarına sadece iyi yurttaş olmak konusunda yardımcı olacağın ve sadece sevgin ile büyüteceğin, geri kalanını sosyalist devletin çözeceğini düşün mesela…

Ne hastalık, ne ölüm, ne yaşlılık, ne çaresizlik… Hayattaki tek korkunun, bilimin, aydınlanmanın, sanatın, edebiyatın, siyasetin gerisine düşmek korkusu olduğunu düşün…

Sen sosyalizme geç Türkiye…

Daha fazla geç kalmadan…