Tülin Tankut yazdı: İklim değişikliği karşısında bireyin tutumu

Deresini, kıyısını, ormanlık araziyi yıkımdan korumak için demokratik hakların kullanıldığı eylemlerden, barışçı protestolardan daha fazlası gerekiyor sistemle mücadele için.

Tülin Tankut yazdı: İklim değişikliği karşısında bireyin tutumu

Tülin Tankut

Koronovirüs salgınıyla birlikte hava kirliği, enerji harcaması v.b. alanlarda yapılan ölçümler ve araştırmalara göre; örneğin, geçen yılın nisan ayına kıyasla bu yıl nisanda havadaki karbondioksit miktarı yüzde 17 azalmış. Elektrik tüketiminde çarpıcı düşüşler kaydedilmiş. Dünya genelinde hava kirliliğinin azaldığı zaten çıplak gözle bile fark ediliyor.

Bu iyimser tabloya bakarak kapitalizmin tüketim çılgınlığının sonu geliyor, diyebilir miyiz?

Çevreyi en çok kirleten kömür, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynakları. İklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ölümle sonuçlanabilecek zararları konusunda uzmanlar epeydir uyarıyorlar. Bunu önlemek için fosil yakıtları yerine yenilenebilir enerji kullanımını öneriyorlar.

Ancak başta ABD, AB, Çin, Rusya olmak üzere bu ülkelerin liderleri uyarılara kulak asmıyorlar. İklim değişikliğini durdurmak için önlem almaya niyetleri yok. Nitekim ABD Başkanı Trump, Paris İklim Anlaşması’ndan imzasını çekti. Kapitalist sistem için önemli olan insan hayatından çok sermayenin büyümesi. Mevcut yönetimlerin siyasal iktidarı, sermaye kesimiyle paylaşma zorunluluğu artık gizlenemiyor. Dolayısıyla karşı çıkılmadıkça, doğal kaynakların sanki sınırsızmışcasına yağmalanması, fosil yakıt kullanımındaki vurdumduymazlık, kısacası yeter ki ekonomi yürüsün, mantığı sürecek gibi görünüyor.

Aslında kuraklık, orman yangınları, seller, hortum gibi felaketlerin iklim değişikliği nedeniyle olduğunu köyden kente tüm dünya biliyor. Bazı bölgeler bu felaketlerden büyük zarar da görüyor. Tarım üretimi kuraklıktan ya da aşırı yağıştan etkileniyor, gıda sorununa neden oluyor. Böyle giderse felaket bölgelerinde yaşayanların göçe zorlanacağı öngörülüyor.

Özellikle su sorunu kaygı verici boyutlara ulaştı. BM (Birleşmiş Milletler) 1993 yılında 22 Mart’ “Dünya Su Günü” ilan etti. Su sıkıntısının önümüzdeki yıllarda su krizine dönüşebileceğinden söz ediliyor. Krizin savaşlara yol açabileceği uyarıları yapılıyor. Tarih boyunca kuraklık savaş nedeni olmadı mı?

Bizde de barajlardaki su seviyesi düşüyor, içilebilir su kaynakları azalıyor, ayrıca kirleniyor, göller kurumaya başladı. Dereler siyah akıyor, dipleri balçık… İklim değişikliğinin yarattığı aşırı sıcaklar, su baskınları, hele hortumlar, bundan on- onbeş yıl önce hiç aklımıza gelir miydi? Ama gereğinden fazla tüketmeye öyle alıştık ki. “Elektriği, suyu, benzini, doğal gazı v.d. istediğim kadar kullanırım, parasını ödüyorum”, mantığı çoğumuzu ele geçirdi. (Aynı şekilde arabalar, uçaklar vızır vızır, yurt içi ve yurt dışı sınırsız seyahatler, sosyal medyada bununla övünenler…)

Oysa oksijen ve su: Yaşamın en önemli öğeleri. Kültürümüzde su getirene “Su gibi aziz ol” denir. “Suyun değeri, kuyu kuruyunca anlaşılır” demiş bilge kişiler.

Yönetimlerse, işlerine gelmediği için işletmeleri doğru dürüst denetlemezler; geniş halk kitlelerini bu konuda bilinçlendirecek eğitim seferberliğine yanaşmazlar. Piknik yerleri, parklar, tatil yöreleri , denizler, göller kirletilir; restoranlardaki, otellerdeki israf… Televizyonlarda her daim gündemde. Denizlerden tonlarca atık çıkarılıyor; içlerinde elektronik eşyadan motosiklete, ne ararsan var, denecek kadar…

Salgın sonrası tüketim alışkanlıkları nasıl olacak tartışmaları yapılıyor bir yandan da. Tasarrufa yöneliş olacak mı? Yoksa kaldığımız yerden devam mı? Tüketim kültürünün insan ilişkilerini nasıl kırılganlaştırdığı, dahası yozlaştırdığı ayrı bir sorun, ki bu şiddeti de tırmandırıyor.

Halkın duyarlı kesiminin bu konudaki çabalarıysa lokal kalıyor. Deresini, kıyısını, ormanlık araziyi yıkımdan korumak için demokratik hakların kullanıldığı eylemlerden, barışçı protestolardan daha fazlası gerekiyor sistemle mücadele için.

Kapitalizmin sonunun geldiği yok. (Henüz) Zihinler onun gelecek kurgusu için çalışıyor. Yeni icatlara(!) tanık oluyoruz. “Yaratıcı Yıkım” deniyor. (Kurucusu: Schumpeter) Kabaca piyasa ekonomilerinde girişimcilerin daha fazla kâr elde etmeleri için üretim tekniklerinin sürekli değiştirilmesi, diye tanımlanıyor. Böylece ekonomik yapı sürekli yenilenmiş oluyor. Görünen o ki, tüketicilerin yaşamının garanti altına alınması için yeni sömürü alanları açılacak.

Küresel ısınma Sanayi Devrimi’nden beri artıyormuş, geri döndürülemez hale gelme tehlikesi varmış, okyanuslar buharlaşıyormuş… Tüm bunların sorumlusu kapitalist üretim tarzı değil mi? Vakit varken kapitalizmden kurtulmak gerekmiyor mu? İçimizde hâlâ kafası karışık olanlar, yaşadıkları sorunlar, yoksunluklar, acılar için kader, şans, aile, çevre v.b. etmenleri suçlamadan önce kendileriyle yüzleşmeliler kanımca.

Sözü uzatmanın anlamı yok. Kapitalizme, bugünkü haliyle küresel kapitalizme siyasal olarak direnmekten başka çare kalmadı. Bu gidişat pekâlâ dizginlenebilir. Teknolojik gelişme, tüm insanların refahına yönelik bir yola sokulabilir. Artık çocuklar bile durumun vahametinin farkında. Çizdikleri resimlerle kaygılarını dile getiriyorlar.

İlerici güçlerden beklentimiz, sınıf politikalarında bu konuya da gereken siyasal önemi göstermeleri. Koronovirüs iklim değişikliği üzerine dünya genelinde bilinç yarattı. Önceliklerimizi neye göre belirliyoruz? Gerçek ihtiyaçlarımıza mı odaklanıyoruz? Peki, sahip olduklarımızı kullanıyor muyuz? Ya fazlalıklarımız? Bunlar sorgulanıyor, minimalizme doğru gidiş var. İnsan, toplum ve doğayı bütüncül olarak kavramak: Bunu gerçekleştirmek çok önemli. Aksi taktirde sistemin parçası haline gelerek devamını sağlamaktan sorumlu oluruz.