Seçkin Aydınlık
Bir yazının bağlamını ve sınırlarını yazının girişinde açık etmek pek çokları tarafından sevilmeyen bir durumdur; ancak yazılacak yazının on yıllar süren tartışmaları, ciltler dolusu kitabı kısacık bir yazıda bitirmesi mümkün olmayacağı için bu yazıda da somut sınırlandırmalara başvurulacaktır. Lenin’in emperyalizm teorisi çokça tartışılan bir konu olmakla birlikte buraya dair bütün tez ve anti-tezleri sunmamız mümkün değil. Tek bir yazıyla insanları hem “MDD” tezlerinden vazgeçmeye ikna edip, hem emperyalizme bakışı bütün yönleriyle açıp, hem de bu düşüncenin 21. Yy. üzerindeki geçerliliğini konuşmak mümkün olmadığı için. Bu nedenle Lenin’in düşüncesinin sınıfsal boyutlarını, Kautsky gibi önemli Marksistlerle tartışmalarını kısaca işleyerek ele almak durumundayız.
Eğer Lenin’in emperyalizme bakışını anlamak istiyorsak 18-19. yy. kapitalizmi ile 20. yy. kapitalizminin farklarını kavramak icap eder. Bu iki dönem arasındaki birkaç farkı yazalım:
– 20. Yy.’ın hemen başlarında dünya üzerinde keşfedilmemiş toprak kalmamıştır.
– Güçlenen banka ve sanayi sermayesi “kabına sığmaz” duruma gelmiştir.
– Demiryolları ve taşımacılık sektörü gelişmiş, dünyanın birçok yerine daha hızlı şekilde ulaşma imkânı ortaya çıkmıştır.
– İmparatorluklar kapitalizme ve ulus kavramının gelişimine ayak uyduramadığı için yoksulluk ve dış borçlanmaları zirve yapmış, iç savaşları artmış, ayrılıkçı hareketler yükselmiştir.
Bu dört başlık büyük değişimler gibi durmasa da dünya siyaseti ve ekonomisi açısından önemli etkiler yaratmıştır. Dünya üzerinde keşfedilecek toprak kalmaması, gelişmiş kapitalist ülkelerin sömüreceği ülkeler konusunda sıkışma yaşamasına neden olmuştur. Yeni bir toprağın keşfi ihtimali kalmaması, diğer kapitalist ülkelerin sömürüsü altında olan topraklara göz dikmeye neden olmuş; Almanya-İngiltere gibi ülkeler arasında gerilim yaşatmıştır. Öte yandan keşiflerin tamamlanmasıyla paralel olarak sanayi sermayesinin ve demiryollarının gelişmesi, güçlü kapitalist ekonomiler için emek sömürüsünü kendi ülkesinin işçisine sınırlı kalmadan diğer ülkelerde fabrika açma ve gelişmemiş ülkeleri “ucuz iş gücü” olarak kullanma imkânı doğurmuştur. Meta ihracatı eski moda hale gelmiş, sermaye ihracatı ile birlikte gelişmemiş ülkelerde fabrika kurarak maliyetten kısma yolu izlenebilmiştir.
Zayıf düşen imparatorlukların parçalanma sürecinde gelişmiş kapitalist ülkeler iştahla ellerini ovuşturmuş ve bu imparatorlukların paylaşımı için birbirlerine girmişlerdir. Bu başlıklar merkeze yerleştirildiğinde 1. Dünya Savaşı’nın ya da diğer adıyla 1. Paylaşım Savaşı’nın gerçekleşmemesi için hiçbir ekonomik, siyasi neden kalmamıştır.
Şimdi Lenin’in emperyalizme dair beş koşulu içeren maddeleri sunalım: “(1) üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır; (2) banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaşmış, ve bu “mali-sermaye” temel üzerinde bir mali-oligarşi yaratılmıştır; (3) sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; (4) dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.” Lenin açısından emperyalizm salt kültürel ya da devletlerin “insan doğası gereği” saldırganlıklarının sonucu değil, politik-ekonominin başlıca belirleyen olduğu bir sistemdir.
Dönek Kautsky
Emperyalizmin ne olduğuna baktıktan sonra, bu yeni dönemin nasıl anlaşıldığına dair iki örnek sunmak gerekiyor. İngiliz siyasetçi Cecil Rhodes şöyle aktarıyor: “Dün East-End’deydim (Londra’da bir işçi semti), işsizlerin yaptığı bir toplantıda bulundum. Ateşli söylevler dinledim orda. Bunların hepsi tek bir çığlıktan ibaretti: Ekmek! Ekmek! Dönüşte, bütün sahneyi yeniden yaşıyor ve emperyalizmin önemini bir kez daha kavrıyordum. Benim en büyük düşüncem, toplumsal soruna bir çözüm getirmek: Birleşik Krallığın 40 milyon nüfusunu kanlı bir iç savaştan kurtarmak için, bizler, sömürge politikacıları, fazla nüfusu yerleştirebileceğimiz, fabrikalarımızın ve madenlerimizin ürünleri için yeni pazarlar kazanabileceğimiz yeni topraklar elde etmek zorundayız. Her zaman söylerim, imparatorluk bir mide sorunudur. İç savaştan kaçınmak istiyorsanız, emperyalist olmak zorundasınız.”(İtalikler bize aittir.)
20. yy.’a girerken sınıf mücadelelerinin keskinleşmiş olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda bizzat sermaye sınıfının bir temsilcisi tarafından kabul edilen bu durum ancak ve ancak kendi ülkesinde sömürüyü azaltıp, başka ülkelerin sömürülmesi ile “devrim” önlenmek isteniyor. Bu yaklaşımdaki şovenizm ve bencilliği görelim ancak çıkarmamız gereken asıl sonuç, gelişmiş kapitalist ülkeler, müstakbel emperyalist-kapitalist ülkeler, kendi ülkesinde devrim tehlikesini önlemek için zayıf ülkelere, Lenin’in tabiriyle “zayıf halka” ülkelere dadanır.
İkinci örnek ise Lenin’in meşhur tabiriyle Dönek Kautsky’dir. Engels’in ölümü sonrası Marksizm’in otoritesi kabul edilen Kautsky yeni gelen emperyalizm dönemini devrimci bir teori ile karşılayamamış, tersinden emperyalizmin kapitalizmin “doğal” sonucu olduğunu söyleyerek karşı çıkılamaz, tarihin yasası olarak değerlendirmiştir. Ek olarak emperyalist dönemde şirketlerin borsa tahvillerini halka açık sunulmasını “sermayenin demokratikleşmesi”, emekçilerin de sermaye sahibi olarak sınıf keskinliğinin azalmasıyla bir nevi sosyalizme geçişin aşaması olarak görür. Borsa tahvilleri ile sermaye sahibi milyarderlerin spekülasyon/vurgunculuk ile paralarına para katmasını gör(e)meyen Kautsky’nin mantıksız yaklaşımı Lenin tarafından eleştirilmiştir.
Lenin’de Emperyalizm: Kapitalizmin En Üst Aşaması
Lenin açısından emperyalizm zerrece ilerici yönü bulunmayan ve sömürünün başka bir yüzü olarak görülür. Emperyalist ülkelerin sömürdükleri zayıf devletler üzerinden kendi ülkelerinde/merkezde ekonomik kırılganlıkları aşıp, kendi emekçisine göz boyamak adına fazla ücretler verebilmesi gözlemleyebildiğimiz bir durumdur. Krizlerin Marks ve Engels’in dönemi olan 19. Yy.’da merkez kapitalist ülkelerde birikmesinin aksine, emperyalizm döneminde krizler zayıf ülkelerde gerçekleşmekte ve sorunlar zayıf ülkelerde birikmektedir. Birbirine zincir gibi bağlı olan ülkelerde zayıf halka ülkeler devrim potansiyeli olan ülkelerdir ve Ekim Devrimi bizler için bunun pratik örneği olmuştur.
Emperyalizmi ilerici görenler ise sosyalizmden vazgeçmenin “sınıfsal formülünü” yazmışlardır. Tarihe “dümdüz ilerleyen” şekilde bakmak Kautsky’nin başlıca hatası olmuş ve devrimci yoldan saptırmıştır. Benzer şekilde dümdüz ilerleyen bir tarih yaklaşımı üzerinden devrimi “önce kapitalizm bütün kurumlarıyla hâkim olacak sonra sosyalizm mümkün olabilir” diyenler de sosyalizmden vazgeçmenin formülünü yazmışlardır. Elbette burjuvazinin güçlenmesi emer-sermaye çelişkisinin birikmesi anlamına gelecektir ancak emperyalizmin, kapitalizmin tek yönlü bir hat üzerinden ilerlediğini düşünmek yanlıştır.
Emperyalizme Karşı Mücadele ve Kapitalizme Karşı Mücadele
Yazımız içerisinde Kautsky ve Lenin’in farklarını özellikle vurguladık; çünkü bu ayrım noktası “sınıftan ve sosyalizmden kaçışın” önünün kesilebileceği önemli bir alandır. 2021 yılında sosyalizm ve emperyalizm başlığı kabaca iki hat üzerine ayrılmıştır: Birincisi kapitalizme karşı mücadele ederken, emperyalizme karşı mücadeleyi geriye çeken yaklaşım; diğeri ise emperyalizme karşı mücadele ederken kapitalizmle mücadeleyi geri çeken yaklaşımdır.
Kapitalizmin doğurduğu üst yapısal –yani kültürel, dini- toplumsal vb…- sorunlarla mücadele ederken emperyalizmle mücadeleyi geri çeken yaklaşım tarzı “sermayenin bütünlüğü” olgusunu görmezden gelir. Türkiye sermayesi ile Amerikan sermayesinin iç içe geçtiği ve hatta siyasi olarak da NATO, BM üzerinden birbirine bağlı olduğu gerçeği gözden kaçırılmaktadır. Kautsky’nin “emperyalizm kapitalizmin doğal sonucudur” yaklaşımına Lenin’in itirazı, “Hayır emperyalizmle kapitalizmin bağı yoktur.” düzleminde olmamıştır. Aksine, kapitalizmin içerisinden çıktığı Lenin tarafından kabul edilmekle birlikte, karşı çıkılan şey “zorunlu olarak doğru” kabul edilemeyeceği yönündedir. Bu anlamda emperyalizmle mücadeleyi programına koymayan bir yaklaşımın Leninci olması, Marksist olması ve hatta devrimci olması mümkün değildir.
Emperyalizm ile mücadele ederken kapitalizme karşı mücadeleyi geri çeken yaklaşım ise bugün milli demokratik devrim çizgisinde bulunuyor. Bu çizgi yeri geldiğinde AKP’den milli ve yerli çıkarırken yeri geldiğinde milli devrimi tamamlamak adına yerli sermaye seviciliği yapıyor. Böyle bir yaklaşımın izahı, mantığı yoktur. Türkiye’de gerçekleşecek devrimin tarihte gördüğümüz diğer devrimlerle birebir, doğrusal benzemesi diyalektiğe aykırıdır. Bu anlamda emperyalizme karşı mücadelede samimi olmanın önkoşulu kapitalizme ve onun yerli temsilcilerine karşı da mücadele etmekten geçer. Emperyalizme karşı mücadelenin anlam kazanacağı tek zemin, şovenizmin bataklığından kurtulup “Amasız, fakatsız sosyalizm!” diyebilmekten geçer. Demokratik devrim, burjuva devrimi gibi sosyalist devrimi öteleyen, işçi sınıfından uzaklaşmanın reçetesi olan yaklaşımlardan uzak durup, kapitalizme ve emperyalizme karşı bütünlüklü bir mücadele vermek ancak ve ancak devrimci bir mücadele biçimi olabilir.
Bu haber en son değiştirildi 1 Şubat 2021 19:20 19:20
Merkez Bankası, kasım ayında da faiz oranını değiştirmeyerek yüzde 50'de sabit tuttu. Banka böylece üst…
Bir gencin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olduğu için yargılanan eski Kızılay Başkanı Kerem…
Laiklik Meclisi tarafından 150 kapsamlı başlıkta hazırlanan Ekim 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı.
Türkiye Komünist Hareketi'nin (TKH) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…