Lenin'siz Marksizm
01-02-2021 19:19Leninizm, burjuva siyasetine ve burjuva demokrasisine güvensizliktir. Lenin’den bağlarını koparan “Lenin’siz Marksistler” doğalında burjuva demokrasisine karşı boyunlarını eğmişlerdir.
Engin Bayraktar
Marksizm’e 20. yüzyılın başlarından itibaren kimi isimlerin “öncülüğüyle” yeni bir biçim verildiği iddia edilmiştir. Leninizm’i ele alma biçimleriyle kendini reel sosyalizmin eleştirisiyle var eden bu yeni girişim, her ne kadar “Marksizm’i her alanda yeniden üretelim” dese de Marksizm’i siyasal alandan akademiye taşımaktan başka bir şey yapmamıştır. Frankfurt Okulu örneğinden görebileceğimiz üzere 1922’de başlayacak bu yeni kuramsal bakış 1960’larda Horkheimer ve Adorno gibi burjuva ideologlarla birlikte Marksizm ile Leninizm’in bağını koparmak üzerine kurulmuştur.
Halbuki Leninizm özellikle siyasal mücadele, işçi sınıfı iktidarı, devrimci örgüt, emperyalizm gibi bir dizi başlıkta Marksizm’in pratik ifadesini bulmasını sağlayan en önemli kuramsal, siyasal katkıyı yapan düşünsel siyasal akımdır. Lenin’i Marksizm’den koparmak, 1917 Ekim sosyalist devrimini de yok saymak anlamına geliyor. Aslında yapılmak istenen Lenin’siz bir Marksizm olup, Marksizm’i entelektüel, akademik temsiliyete sıkıştırmaktır. Marksizm’in “entelektüel gevezelik” yapmak için oluşmadığını, siyasal alandan koparılamayacağını tam da bu nedenle Lenin’le hatırlatmak gerekir.
“Rusya’nın öznel koşullarının Marksist teoriyle harmanlaması Leninizm’dir” diyen Batı Marksistleri ilk başlarda Leninizm’i bir alana sıkıştırmıştı. Daha sonrasında sıkıştırmakla yetinmeyip Leninizm’i karşılarına aldılar. Frankfurt Okulu’nun başlıca sözcüsü haline gelmiş Habermas’ın aktarımına baktığımızda bu karşıya alma biçimini net bir şekilde görürüz. “İktidarı almadan önce, Lenin ve yol arkadaşlarının çoğunun arzuladıkları şey adil ve özgür bir toplumdu. Oysa gerçekte totaliter bir bürokrasiye yol açıyorlardı ve bu bürokrasinin hakimiyeti altında Çarlık rejiminde olduğundan daha fazla özgürlük olmadı.” Reel sosyalizmi totaliter diyerek eleştirmek, Leninizm’i Rusya’ya özgü kılmaya çalışmak, temelinde Marksizm’i çarpıtmaktır. Yeniden üretelim düşüncesiyle “çarpıtılan Marksizm’in” ise proletarya iktidarının önüne set çekmekten başka bir işlevi bulunmamaktadır. Batı Marksistlerine ve bu Marksistler üzerinden ülkemizde şekillenen kimi akımlara tekrardan hatırlatalım: Leninizm sadece Rusya’ya özgü görülecek bir devrim yöntemi değildir. Lenin ve Bolşeviklerin önderliğinde gerçekleşen Ekim Devrimi, dünya işçi sınıfı açışısından uluslararası bir karakter taşımaktadır. Kapitalizmin en yüksek aşamasında yani “can çekiştiği” emperyalist dönemde en yüksek pratik anlamına ulaşan Leninizm tek tek ülkelerdeki işçi sınıflarına sosyalist devrimin yöntemini gösterir. Emperyalizm çağının özelliklerinin Marksist yöntemle tespiti, zayıf halka teorisi, öncülük, iktidar perspektifi, devrimciler örgütünün oluşumu ve pratikteki görevleri Leninizm’in önemli katkıları olduğu kadar, yoktan var edilen bir süreç olarak da değerlendirilmemelidir. Bu açıdan, Lenin Marksizm’in sıkı savunuculuğunun ötesinde onun teorik ve pratik düzlemde yeni koşullarda geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesinde görev üstlenmiştir.
Leninizm, burjuva siyasetine ve burjuva demokrasisine güvensizliktir. Lenin’den bağlarını koparan “Lenin’siz Marksistler” doğalında burjuva demokrasisine karşı boyunlarını eğmişlerdir. 1929 bunalımından kurtuluşu Keynesyen müdahalelerde arayan kapitalizm; refah devleti, sosyal devlet gibi kavramlarla nasıl proletarya devriminin önüne geçmeye çalıştıysa aynısını Marksist teorisyenlere de yapmıştır. Batıdaki Marksistlere oyun alanları olarak akademileri verip ellerinden Lenin’i almıştır. Yapılan takas sonucundaki oluşan tabloya baktığımızda burjuva iktidarları için tehdit oluşturamayacak “Marksistler” ortaya çıktığını görürüz. Burjuvaziye boyun eğerek kendini akademiye sıkıştıran Marksistler, bugün akademiden ilerici kesimlerin tasfiye edilmesinin ve kendi iktidarını korumak isteyen siyasal özneler tarafından ele geçirilmiş burjuva ideologlarının üretim alanı olan akademilerin önayağı olmuşlardır. Lenin olmadan ve soyut bir biçimde Marksizm üretimi yapmak ve bunu her gün gericileşen iktidarın elindeki akademilere sıkıştırmak işçi sınıfına hiçbir kazanım sağlamayacaktır.
Akademik alana sıkıştırarak Marksizm’e yeni bir hayat vermeye çalışmak oldukça popüler. Fakat buradaki Marksizm, Marx’ı ekonomist olarak Kapital’e sıkıştırıp dışarda kalan her şeyde yeniden üretim yaparak kendisini önder ilan eden bir dizi çevrenin teorik üretim alanı haline geldi. Pratikle bağı kurulmadan üretilen bu yeni teoriler, işçi sınıfın gözünden bakıldığında içerde hiçbir anlamlandırma bulunamayan koskoca bir sirk alanıdır. Anglosakson düşünce geleneğinden post-Marksistlerine kadar gelecek olan bu tutum sınıf mücadelesini zedelemiştir. Foucault, Derrida ve Deleuze gibi 20. yüzyılın popüler Fransız isimlere bakalım. Foucault’yu ele aldığımızda, soy bilim üzerinden geliştirdiği tarihsel yöntemi Marksizm’in tarihsel materyalizmle olan bağını koparmış, iktidar-güç bağlamının korunmasını mihenk taşı olarak kabul ettiği biyopolitikasının öğretisi ise iktidar ilişkileri üzerinden işçi sınıfının kazanımlarını görmezlikten gelmektedir. Eğer Marksizm “Tarih sınıf mücadelesinin tarihidir” üzerine bir tarih anlatısını aktarıyorsa, karşıtların savaşımı üzerinden oluşmuş sınıfsal kazanımların dışından tarih okuması yapmak nasıl Marksizm olabiliyor? Derrida gibi post-yapısalcılara baktığımızda da aynı sonucu görürüz.
Yapısökümcü okuyuş biçimiyle dilin sorunsallaştırılması üzerine kurulan dilbilim, eleştirel teori olmaktan çok sirkin içindeki bir oyundan başka bir şey değildir. Bu oyun ise belli bir akademik zümreye keyif verecek, aralarında üretim yapacak, üzerine yeni makaleler yazacakları eğlenceli bir oyundur. Son tahlilde sınıftan kopuk, Lenin’siz Marksizm buradan ileriye gidemeyecek kendini akademiye hapsedecektir.
Frankfurt Okulu’nun yaklaşımlarını Türkiye’de yeniden üretmek isteyen hatta üreten kesimler de var. Bu kesim Engels’i göz ardı ederek Marksizm’le oynamış, sonrasında Stalin’i karşılarına alarak Lenin’i, topluma çok farklı şekillere tahvil ederek sunmuştur. Onlara göre Leninizm ölmüştür. “Partisiz toplum” gibi tezler yazılmalı Lenin’siz Marksistler oluşturularak proletaryasız devrime giden yol açılmalıdır.
Bu tezlere Marksizm-Leninizm’in temel yanıtı sosyalist devrim, işçi sınıfı iktidarı ve öncü parti kavramlarında ısrardır. Sosyalist devrim yolunda işçi sınıfına önderlik edecek, bilinç taşıyacak, işçi sınıfının siyasal iktidarı ele geçirmesinin yolunu yapacak bir araç olan Parti bu açıdan yok sayılamaz.. Son kertede her amaç, araçlara ihtiyaç duymaktadır. Leninist parti, sosyalist devrimin, Marksist teorinin bir ihtiyacıdır. Devrimci teoriden uzak durdukları için devrimci pratikten de kaçanlar, Lenin’i Marksizm’den koparanlar işçi sınıfı siyasetten uzak tutarak iktidar düşüncesinden de uzaklaştırmaya çalışanlardır. İşçi sınıfının kendini siyasetten uzak tutup kimselerin anlayamadığı “akademik tartışmalara” mahkûm eden “Marksist teorisyenlere” değil, Marksist-Leninist çizgiye sahip, onu proletarya devrimine götürecek bir partiye ihtiyacı vardır.