Röportaj | İşçi sınıfının, emekçi halkın şairi Enver Gökçe

19 Kasım 1981'de aramızdan ayrılan Enver Gökçe’yi ölüm yıl dönümünde şair ve fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer’e sorduk. Özer ile Gökçe’nin hem hayatını hem de sanatını konuştuk.

Röportaj | İşçi sınıfının, emekçi halkın şairi Enver Gökçe

Röportaj: Halil Yeni

1951 yılında gerçekleşen Türkiye Komünist Partisi tutuklamalarında Enver Gökçe dâhil, 178 Sosyalist, aydın, sanatçı ve bilim insanı hapse atılır. Gökçe, TKP üyeliğinden 2 yıl hücrede olmak üzere tam yedi yıl mahpusta kalır. Mahpusluk biter sürgün edilir. Yetmez açlıkla, işsizlikle terbiye edilmeye çalışılır ve yaşadığı işkenceler sonrası sağlığını kaybeder. Fakat tüm eziyetlere rağmen bir kere dahi of etmez, el açıp af dilemez, pişmanlık duyup söylenmez. Hapishane yıllarında da şiirden kopmayan şair, yaşama dair ağır darbeler almasına karşın yaralarını sarmak için yine şiire sarılır.

Enver Gökçe’nin yazdıkları ‘’Ben sınıf edebiyatı yapıyorum’’ diyen bir şairin toplumcu gerçekçi şiirleridir. Dönemin koşullarına karşın özgün şiirler yazabilmiş, ses ve biçim olarak kendi özgün şiir dilini yarata bilmiş, yaratıcı, derinlikli ve titiz çalışmalar sunabilmiştir. Gökçe’nin halk türkülerine olan ilgisi ve halk ozanlarıyla olan arkadaşlığı ise şiirlerinde folklorik bir sesin oluşmasını da sağlamıştır. 19 Kasım 1981 yılında henüz 61 yaşındayken hayata veda eden şair, bedenen aramızdan ayrılmış olsa da geriye bıraktıklarıyla yaşamaya devam etmekte ve sanatıyla toplumcu şiire gönül vermiş birçok şaire hâlâ yol göstermektedir.

Enver Gökçe’yi ölüm yıl dönümünde şair ve fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer’e sorduk. Özer ile Gökçe’nin hem hayatını hem de sanatını konuştuk.

Halil Yeni: Enver Gökçe’nin de içinde bulunduğu 40 kuşağı şairleri için ‘’Nazım Hikmetin şiirde ilk çocuklarıdır’’ diye bilir miyiz?

Mehmet Özer: Enver Gökçe, Mehmet Kemal, Ahmed Arif, Vedat Türkali, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Niyazi Akıncıoğlu, A. Kadir, geldi aklıma. “40 Kuşağı” diye adlandırılan şairler bugün hayatımıza yeni anlamlar katmaya devam ettiğini görüyoruz. Yazdıkları şiirler bugün hayatımızı, aşkımızı anlatmaya, aklımızı, kalbimizi örgütlemeye devam ediyor. Sosyalist gerçekçilik düşüncesinin şiirde yeni ufuklar açtığını, şiirimize yeni soluklar getirdiğini biliyoruz. Nazım Hikmet bir buz kıran gibi yolu açmıştır. Bu doğru ama Nazım Hikmet’ten etkilenen, öğrenen şairleri ‘’Nazım Hikmet’in şiirde ilk çocuklarıdır’’ diye tanımlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Nazım Hikmet’ten el alsalar bile her şairin kendi şiirini yarattığını söyleyebiliriz.

Kimileri ‘’Acılı Kuşak’’ dedi onlara kimileri ‘’Fedailer Mangası.’’ Her ismi de fazlasıyla hak ediyordu yaşadıkları. Sizin için 40 kuşağı şairlerinin özellikleri nelerdir? 40 Kuşağı şairleri arasında Enver Gökçe ne ifade etmektedir?

Bu dönemin bilinçlerini biçimlendirdiği şairler Nazım Hikmet’in “büyük kavgada / açık ve endişesiz / Girdim safıma” dizelerinde ifade ettiği gibi bu kavganın şairi olmayı seçmişlerdir. Bunun bedelini de ödemişlerdir. Bu yüzden “acılı kuşak” demenin doğru olmadığını söylemek isterim. Enver Gökçe şiiri bu kuşak şiirleri arasında en özgün şiir damarıdır. Enver Gökçe Nazım Hikmet’in yolundan gitmiş ondan öğrenmiş ama kendi şirini yaratmıştır.

Enver Gökçe’nin poetika’sına baktığımızda işçilerin, emekçi halkın, yoksulların edebiyatını yapan devrimci bir şairin toplumcu gerçekçi şiirlerini görürüz. Senin için toplumcu şiir ne anlama gelmektedir? Enver Gökçe’nin toplumcu şiirimizde ki yeri nedir?

“Toplumcu Gerçekçilik” aslında eksik bir çeviri “Sosyalist Gerçekçilik” demek daha doğru. Şiiri şairleri dönemlere, kategorilere ayırmak bir bütün olarak görmemizi engeller ve sağlıklı sonuçlar üretmemizi önler. Siz bir Sosyalist olabilirsiniz. Hatta şiir de yazıyor olabilirsiniz. Ama gerçekten şiiriniz şiirin dili üzerine kurulmamış ve sadece sözcük yığınlarından oluşuyorsa yazdığınızın “toplumcu gerçekçi şiir” olduğu anlamına gelmez. Bu bağlamda Enver Gökçe’nin şiirini kendi sözleriyle söylersek

“Ben sınıf edebiyatı yapıyorum. Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır” der.

1951 TKP Tevkifatı olarak bilinen tutuklamalarda Enver Gökçe de dâhil 178 Sosyalist, aydın, sanatçı ve bilim insanı tutuklanarak hapse atıldı. Ahmed Arif’ten, Ruhi Su’ya, Vedat Türkali’den Şükran Kurdakul’a kadar onlarca sanat insanı ağır hapis cezalarına çarptırıldı. 1951 Tevkifatı sanat ve edebiyat dünyamızı ne yönde, nasıl etkiledi?

1951 TKP Tevkifatında, devrimci sanatçılar, şairler işkencelerden geçirildi. Bu egemenlerin ne ilk ne de son zulmüdür. Emek ve sermaye savaşımı var oldukça şairlerde bu şiddetten payına düşeni alacaklardır. Sürgüne gönderilir, toplama kamplarında öldürülür. Uzun yıllar özgürlüklerinden mahrum edilerek zindanlara atılırlar. Bu şiddetin nedeni yarın düşü kuran, safını yeryüzünün emekçileri, yoksulları safında belirleyen şairleri, aydınları, sanatçıları yıldırmak, vazgeçirmek halkı aydınlarından koparmaktır. Ama sizin de bildiğiniz gibi cezaevleri devrimcilerin sanatçıların, şairlerin hayatı savunmaya devam ettikleri başka bir mücadele alanıdır. Enver Gökçe ağır işkenceler ve tabutluklara rağmen yazmaktan vazgeçmedi. “Yusuf ile Balaban’ı” yazdı.

“Zaman akar, zaman geçer,
Zaman zindan içinde;
Biz mapusta gürül gürül yatardık
Yılan çıyan içinde.”

Nazım’ın düş gücü zindan duvarlarını aşarak Anadolu’yu karış karış dolaştı. Moskova önlerinde savaşlara katıldı. Tanya’nın direncini yazdı. Diğer şairler de öyle yazmayı sürdürdüler. Çünkü sınıflar mücadelesi sanat ve edebiyat alanında da başka biçimlerde sürüyordu.

Şiirlerinden ve şiirlerine hayat veren Sosyalist düşüncelerinden dolayı iki yıl hücrede kaldı Enver Gökçe. Mahkûmiyetinin devamı için Adana hapishanesine gönderildiğinde yazmaktan vazgeçmedi. Yaralarını sarmak için yine şiire sarıldı. Gökçe’yi şiire böyle sıkı sıkıya bağlayan güçlü duygu neydi?

Nazım’dan el alırsak “Benim kuvvetim: / bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.”
Enver Gökçe bu dünyada yalnız değildi. Mahkemelerde Marksizmi savunuyor ve kendisinin sınıf edebiyatı yaptığını söylüyor. Onun gücü genç sanatçılara öğüdünde yatar. Der ki

“İyi bir sanatçı olmak için önce, kendi halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden, bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi; içtenlikle bunu yapmak şarttır.
Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz. İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.
Suyunu, dağını, toprağını, çevreyi de kendisi kadar her şeyini seveceksiniz. Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız.”

Enver Gökçenin bilincinin ve kalbinin beslendiği kaynak hayatı, halkı sevmesinden gelir.
Ve inanıyordu devrime, halka…

“Dünyanın
Yarısı
Kızıl
Çağla
Yarısı
Kan
İrin
Ve
Çok
Şükür
Hayvanlar
Gibi
Sürüp
Çıkarılır
Faşizm
Harlı
Yangınında
Devrimin”

Emeğin iktidarını kurmak için kalemini ve hayatını başka bir dünyanın varlığına adadı Enver Gökçe. Bu adanmışlıktan kaynaklı uğradığı zulüm ve eziyetlere rağmen tarihin hiçbir döneminde bir kere dahi of etmiyor, el açıp af dilemiyor, pişmanlık duyup söylenmiyordu. Şair bu direnci nereden alıyordu?

Büyük yalnızlığıyla ilgili şiirlerinde hayata seslense de davasından vazgeçmez, yaşadığı ağır yoksulluk ve hastalık koşullarına rağmen el açmaz af dilemez. Çünkü Enver Gökçe sınıf bilinçli bir şairdir ve daha da önemlisi örgütlü partili bir sanatçıdır.

Enver Gökçe’nin yayımladığı kitaplar sonra ki yıllarda yeni baskılar yaptı. Şiirleri bestelendi. Hakkında dilimizin en güzel sözleriyle makaleler, kitaplar yazıldı. Anadolu’nun en ücra kasabalarında dahi onun için anmalar gerçekleşti. Fakat şair ne yazık ki bu günleri göremedi. Yine de sormak istiyorum. Sence tarih, Enver Gökçe’nin hakkını Enver Gökçe’ye verdi mi?

Sorunuzu tam da bam telinden sordunuz. Evet doğrudur Enver Gökçe uzun yıllar görmemezlikten gelindi, yok sayıldı. Ama bir yeraltı ırmağı gibi usul usul aktı hayatımıza. Bazen bir mitingde omuz başımızda, bazen bir hücrede ya da bir fabrika işgalinde çıktı karşımıza.

Türkiye Yazarlar Sendikası Enver Gökçenin tedavi için Bulgaristan’a gitmesini ve Seyranbağları Huzurevinde kalmasını sağlaması dışında yapayalnız bırakıldı Enver Gökçe. Sınıf şairi olmasının bedelini ödedi. Bugün sizinle bu söyleşiyi yapıyor olmamız aslında Enver Gökçe’nin hala omuz başımızda olduğunun kanıtıdır.
Ve biliyordu şarkısının susmayacağını, sözünün bitmeyeceğini. Biliyordu bir gün ahının yerde kalmayacağını

‘’Ben
Böyle
Taşların
Çukurların
İçinde
Kalmışsam
Yalnızsam
Hor
Görülmüşsem
Arkasızsam
Ve
Böyleyse
Bahtı
Siyahım
Yemin
Kasem
Olsun
Ve
And
Olsun
Şart
Olsun
Yerde
Kalmaz
Ahım.’’

Şairler için şiir yazmak kadar şiirde kalıcı olmak da çok önemlidir. Enver Gökçe bedenen aramızdan ayrılmış olsa da geriye bıraktıklarıyla yaşamaya devam ettiğini, hem yaşamı hem de sanatıyla, toplumcu şiire gönül vermiş şairlere yol gösterdiğini görüyoruz. Onu ve şiirini ölümsüz kılan şeyler nelerdir?

Şairler ölümsüz olmak için şiir yazmazlar ama yazdıkları onları ölümsüz kılar. Nikola Vaptsarov Bulgaristan komünist Partisi üyesidir ve işgalci faşist nazilere karşı savaşırken yakalanır ölüme mahkûm edilir. İdam mangasının önüne çıkmadan yazdığı iki şiir vardır. Biri “Karıma veda” diğeri “halkıma Veda “ şiirleridir. Halkıma veda şirinde der ki;

Kavga amansız ve katı,
Kavga, dedikleri gibi destansı.
Ben düştüm. Yerimi başkası
alacak… o kadar

Burada, bir kişinin lafımı mı olur?
Kurşuna diziliş, dizildikten sonra
kurtlar.
O kadar yalın ve akla yatkın.
Ama birlikte olacağız fırtınada,
halkım, çünkü sevdik seni.

Enver Gökçe’nin “Oy Beni” şiiri sanırım bu sorunuzun yanıtını da içermektedir.

I
Türkiye yaşanmaz oldu!
Her gün bir başka zehir.
Görmedik,
Bir bahçe, bir çiçek, bir şehir,
Görmedik bir gülen,
Hasılı bir ferah, bir rahat:
Uğruna çekilen,
Derttir, mihnettir
Senden yana olduğumuz sebeptir
Kollektif hayat!

II
Türkiye yaşanmaz oldu!
Gel gör halimiz yaman!
Haramiler, bezirganlar elinden
Aman, el aman!
Kesilmiş mümkünüm, çarem
Vay ne hal olmuş vatan!
Güzel yarim İstanbul’dan ne haber?
Dil-Tarih’ten, Emekçi’den, Sendika’dan?
Şiddetin sabahı yakındır
Dayan dizlerim dayan

Metin Demirtaş Ozan’ın ölümü üzerine şu şiiri yazar, ‘’Kadersizdi / Kadersizliği / Ölümünden sonra da devam etti / NatalieWood ile / Aynı günlerde ölmeseydi / TRT’de ona da sıra gelecekti / Bir ağlayan / Eğin türküleriydi’’ Yaşamı darbelerle geçen şairin cenazesi de 1980 darbesinin gölgesinde gerçeklemiş ve cenaze törenine çok az sayıda kişi eşlik edebilmiştir. Gökçe’nin ölüm haberini aldığınız da neler hissettiniz?

Enver Gökçe şiiriyle ile benim kavuşmam lise yıllarında oldu. Her fırsatta şiirlerini okurdum. 12 Eylül darbesinden bir süre önce de Seyranbağları Huzurevinde çok kısa da olsa ziyaret ettik. O zaman SBF Kamu Yönetiminde öğrenciydim. Ölüm haberini aldığımda “ahını” yerde koymayacağımın sözünü verdim. Yaklaşık 40 yıldır omuz başımda bir Enver Gökçe vardır. Soluğum kesilip göğsüm sıkıştığında şiirlerine sığınırım.

Son olarak şunu sormak istiyorum. Enver Gökçe’nin hayatına baktığımızda ömrüne ömür katılması gerekirken ömründen ömür alınan bir insan görürüz. Enver Gökçe bugün hayatta olsaydı ona neler söylemek isterdiniz?

Önce uzun uzun susardım. Sonra kara gözlüklerinin ardındaki aydınlık gözlerine bakarak “teşekkür ederim hayatımıza ve aşkımıza dair yeni yollar, yeni sözcükler, yeni şarkılar armağan ettiğin için” derdim.