Etkili politika alanı: Sosyal sermaye

Tüm sömürü, yoksulluk, sefalet yaşantılarına rağmen siyasileri “şükretme” tavsiyeleri ancak tarikatların muazzam desteği ile sosyal karşılık bulmaktadır.

Politika alanını tanımlarken genellikle ekonomi alanı ile sınırlı kalınmaktadır. Ekonomi alanında ise güç ilişkisi olarak geçmiş emek birikimi anlamında sermaye akla gelir. Her ne kadar ana-akım politika biliminde farklı yönetim ve demokrasi yaklaşımları modelleniyor olsa da, son tahlilde yine mesele ekonomik güç ve sermaye sahipliğine dayandırılmaktadır. Bu durum düşünce sisteminde ekonomizm olarak bilinen ekonomi ve sermaye gücünü odağa koyar.

Ekonomi bilimi ile sosyoloji ve psikolojinin yakın etkileşim içinde olduğu hepimizin malumudur. Bilim emperyalizmi olarak bazen ekonominin diğer alanlara sarktığı, bazen de diğer alanların ekonomide başat olduğu da malumumuzdur. Düşünce zenginliği yaratan bu durum, kimi zaman düşünce zenginliği adına sosyal dokuda etken ana unsurun kasıtlı ya da cehaletle gözden kaçmasına da sebep olabilmektedir. Bu ihtirazı kayıtla, düşünce zenginliği yaratmada farklı alanlarda dolaşmanın zenginleştirici olduğunu düşünürüm.

Sermayenin devinim süreçlerine koşut olarak, ekonomi bilimi de sermaye birikim alanında neoliberalizme kayabildiği gibi, zaman zaman para sermaye hâkimiyeti dışına çıkıp, sosyal sermaye rayında ilerleyerek sosyolojiye önemli katkılar yapar, yapmıştır. Ekonomi biliminin böylesi yan alanlara sarkmasının sosyal bilimler disiplini açışımdan ne denli kabul edilebilir olduğu tartışmalıdır. Bu konuda derinleşmek isteyen genç dostlarımıza Ben Fine’ın 2001 baskısı Social Capital Versus Social Theory adlı eserini salık veririm. Bu alanın bir doktora semineri olmadığı düşüncesiyle benzeri eserlerdeki tartışmaların derinliğine girmeden, konuyu daha pratik tartışma alanında tutma adına Pierre Bourdieu’nun meseleyi ele alış tarzı üzerinde durarak, Türkiye ile ilgili bazı saptamalar yapmak istiyorum.

Tartışmamızın temelini oluşturabilmek amacıyla önce Bourdieu’nun sermaye kavramını kısaca açıklamam gerekiyor. Sosyolojik açıdan meseleye yaklaşım yapan Bourdieu’ya göre de sermaye, Marx anlayışına yakın olarak, geçmiş emek-zaman birikimidir. Bu yaklaşımla Bourdieu da sermayenin bir güç olduğunu savunmaktadır. Geçmiş dönem emek-zaman birikimi ve güç oluşturması yönleri ile Marx’ın sermaye kavramı ile yakınlaşan Bourdieu sermaye kavramının Marx yaklaşımından farkı, sosyal sermaye alanda Marksist anlamda sömürünün bulunmaması ve sosyolojik niteliklerine göre sermayenin dört ayrı sermaye tipi yapılanması oluşturmasıdır. Marx’a en yakın Bourdieu sermaye tipi para sermaye kavramıdır. Buna ilaveten Bourdieu, kültürel sermaye, sosyal sermaye ve sembolik sermaye kavramlarını geliştirmiştir. Sömürü ürünü olan para sermaye kültürel sermayeye ve sosyal sermayeye dönüşebilir, fakat kültürel sermaye ve sosyal sermaye aynı şekilde ve kolaylıkla para sermayeye dönüşemez. Konuyu dağıtmadan alanımıza girecek olursak, sosyal sermaye sosyal yakınlık ve sosyal ağlar kanalı ile kurulan bir tür toplumsal güç ilişkisidir. Özetlemek gerekirse, genel toplumsal işleyişte olduğu kadar, bireyler arasındaki ilişkilerde ve karşılaşılan sorunların çözümünde de para dışında etkili olabilen bir saha bulunmaktadır. İşte, değerli okuyucuların dikkatini çekmek istediğim alan, sosyal sermaye olarak nitelenen ve genelde gözlerden uzak etkili olan bu alan ve bu alanın günümüzde kutsala bürünerek giderek yükselen önemidir. Kanaatime göre, içinden geçtiğimiz derin krize rağmen niçin ciddi sosyal kalkışın yaşanmaması ya da toplumun belirli kesimlerinde aidiyet duygusunun hangi merkezlere yönelik ve ne güçte oluştuğu vb gibi konuların anlaşılabilmesi ve çözümlenebilmeleri sosyal sermayenin etki alanı ve şiddetinin bilinmesiyle ilgilidir.

Bir konu: Evinize gelen yardımcı eleman ani ateş yükselmesi ve bazı rahatsızlıklar hissetmesi durumunda ertesi gün hastaneye gideceğini söylediğinde, nasıl olur da randevu almadan hastaneye gidebilir diye, ya da nasıl olur da bu kadar hızlı randevu alabilir diye şaşırabilirsiniz. İşte burada manyetik ağlar gibi çalışan sosyal sermaye devrededir. Bu kişinin bir arkadaşı bir hastanede temizlik elemanı olarak çalışıyor olabilir. Bu elemana yakınlık derecesine göre hastanede en üst hocaya dahi ulaşmanız olasıdır. Ya da sizin elemanınız bir tarikat üyesidir, tarikat ağı ile hemen hemen her kademe doktora ulaşmanız olasıdır. Böylesi bilimle donatılmış olduğunu düşündüğümüz doktor ya da mühendis ya da diğer bilim alanı elemanlarının tarikatlarla ne ilgisi olabilir? Bu sorunun farklı sebepleri yanında, burada bizi ilgilendiren yönü, toplumda yaşanan sorunların ya da bazı çevrelerce aşılamayan güç ilişkisinin sosyal sermaye yoluyla bertaraf edilebilmesidir. Daha da ileri gidelim. Yoksulluk ve çaresizlikle baş başa kalmış insanların bir yaklaşımı ahirette cenneti beklemek ise, dünyasal yaklaşımı da bir tarikata dâhil olarak birlik, beraberlik ve aidiyet duygusunu yaşayarak belirli hazza ulaşması olabilir.

Tarikatlar konusu giderek kangrenleşerek can yakıcı hale gelmiş bir meseledir. Bu meseleye sükûnetle, bilimsel ve çözümleyici yöntemle cepheden yaklaşmak zorundayız. Konuyu basit dincilik ya da gericilik anlayışıyla ele almak, meseleye körükle gidip alevlenmesini sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Hal böyle ise, Batı literatüründe bizde olduğundan daha anlaşılır ve topluma gerekli hizmeti sunabilen sosyal ağlar anlamında ele alınan bu konuyu biz toplumsal sorunumuzun yumuşak karnına uygulamak ve bu yolla bilimsel bir çözüm üretmek zorundayız. Kısacası, mesele geçiştirilecek değil, çözülmesi gereken bir konudur ve acildir.

Doğrudan meseleyi ameliyat masasına yatıralım. Ameliyat alanımız, tarikatların ne olduğu, tarihsel geçmişleri ya da İslâm ile ilişkileri olmayıp, salt Türkiye’mizde tarikatların genişlemesinin sosyo-ekonomik gerekçesinin tümörel yapısını bulmak ve çıkarmak konusu ile sınırlı tutulacaktır. Sınırımızı böyle çizdikten sonra, tarikatların sosyal faaliyetlerine yoğunlaşacağız. Tarikatlar eğitim ve yurt hizmetleri, iaşe ve kısmen ibate yardımı yanında, detay alanlarda bireysel yardımlaşma ağı ve daha birçok alanda faaliyet içinde olarak görülebilir. Tarikatların sosyal sermaye hizmeti olarak gördüğü hizmetler burada saydıklarımdan çok daha geniştir ve detaylı inceleme konusudur. Tarikatların sosyal sermaye kanalından gerçekleştirdiği üretiminin de, aynı para sermayede olduğu gibi, bir birikim kanalı ve bir de sömürü ağı oluşturma sonucu olduğu düşünülebilir. Bu yönü ile tarikatlar bir tür emme-basma tulumba sistemi gibi çalışırlar. Basitinden başlarsak, tarikatlar, kapitalist sistemin aile yapısı yanında ya da ondan sonra üst-yapı kurumu olarak sisteme eleman yetiştirirler; beyin ve bilinç eğitimi! Sisteme “kurşun asker” yetiştirmesi yönü ile tarikatlar hem sermayeye hem de gerici siyasete destek olur. Bu nedenledir ki, hem sermaye hem de siyaset tarikatları mali ve siyasi yönden destekleyerek, sermaye-tarikat-siyaset üçlüsü oluşturulur.

Konuyu gericilik ya da ilkellik gibi ifadelerle geçiştirme kolaylığına gitmeden işin ekonomik veçhesine indiğimizde, çok ciddi gerekçelerle karşılaşıyoruz. Bir defa, tüm sömürü, yoksulluk, sefalet yaşantılarına rağmen siyasileri “şükretme” tavsiyeleri ancak tarikatların muazzam desteği ile sosyal karşılık bulmaktadır. Hatta buna sosyal sermaye kanalı ile oluşturulan sosyal Keynesçilik adı verebiliriz. Bu konuda ezilenlerin sindirilmesi için sermaye siyasetle elbirliği içinde cepheye tarikatların peçeli yüzünü sürmektedir. Diğer yandan, kapitalizmin doğal sonucu olan yoksulluğun seviyesi ve yaşatılma derecesi de artık değerden ayrılan paya bağlıdır. İşte tarikatlar din konusunu istismar ederek, sermayeden aldıkları kaynağın bir bölümünü siyasetten aldıkları emirle din sarmalında yoksul halka yönlendirerek onları algılayamadıkları baskılama altında tutmaktadır. Böylece, emeğin şiddetli sömürüsü sosyal bilinç yaratılmadan gerçekleştirilebildiği gibi, sefalete itilen çalışanlarda da sükûnet sağlanmış olur. Bu durum tarikat bağlantılı sendikalarda doğrudan devrededir. Bu süreçlerin kullanılmadığı durumlarda ya sosyal kalkış riski belirir ya da artık değerden çok daha yüksek bölümün yoksul halka aktarılması gereği ortaya çıkar. Fazla uzatmadan özetlemek gerekirse, sistem konusu ya da yeniden gelir dağılımı meselesi, aksi halde gerekli olacak kaynaktan çok daha azını tarikatların peçeli yüzü kullanılarak geçici de olsa çözülmüş olur.

Burada çok kısa ve yüzeysel ele aldığım mesele çok mühimdir, gericilik ve dincilik vb gibi ifadelerle meseleye yanaşmak sorunu çözmez, hatta tam tersi yola sokabilir. Bu durum da hem sermayenin, hem de siyasetin fevkalade işine gelir. O nedenle, sorunun derinine inilmeden, salt gerici veya dinci ifadelerle soruna yaklaşım, sermayeye ve gerici siyasete asfalt döşemektir.