İnsan bencil mi?

İstatistikler ve yaşadığımız hayat bize son yirmi yılda bütün kapitalist dünyada gelir dağılımının giderek daha çok bozulduğunu, yani zenginin daha zengin yoksulun da daha yoksul olduğunu gösterirken, kapitalistler bizden piyangoya inanır gibi kapitalizme inanmamızı istiyorlar.

Sosyalizme karşı en sık duyduğumuz argümanlardan biri şöyle: “İnsan doğası” bencil ve bireycidir, siz üretim araçlarını devlete yani herkese ait yaparsanız bu ancak verimsizlik yaratır çünkü özel mülkiyet ve rekabet olmadan insan verimli çalışmaz. Bu argümanın devamı da genelde şöyle gelir: Nitekim Sovyetler Birliği de bu yüzden çöktü. Sovyetler Birliği ekonomik sebeplerden çökmedi, ancak o konuyu başka yerde yazdım ve yazacağım, burada argümanın birinci kısmına odaklanalım.

İnsan doğası üzerine böyle keskin ve iri laflar eden kapitalist ideologlara, “insan doğası üzerine ne biliyorsun, hele bir anlat!” deseniz, ezberlenmiş bir iki cümlenin tekrarından öteye gidemezler. Biraz okumuşları Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden söz eder. Sermaye şakşakçıları sosyalizme hayalcilik diyorlar ama milyonlarca insana sattıkları hayal milyonda bir bile olmayan zengin olma umudu ve olasılığı. İstatistikler ve yaşadığımız hayat bize son yirmi yılda bütün kapitalist dünyada gelir dağılımının giderek daha çok bozulduğunu, yani zenginin daha zengin yoksulun da daha yoksul olduğunu gösterirken, kapitalistler bizden piyangoya inanır gibi kapitalizme inanmamızı istiyorlar.

Nevzat Evrim Önal’ın Yazılama Yayınevinden çıkan kitabının adı da İnsan Bencil mi?. Önal kitabında arkeoloji, tarih, antropoloji, sosyoloji, biyoloji ve felsefeye başvurarak bu soruya yanıt arıyor ve liberal ideolojinin dogmalarıyla mücadele ediyor. Önal’ın dediği gibi, liberal ideologlar, ‘insanın bencil özünün kendisini barışçıl olarak ifade etmesinin tek yolunun piyasa’ olduğunu savunuyorlar. Nitekim liberallerin derdi ‘bireyi bilimsel olarak anlamak değil zaten. Onlar bugün içinde yaşadığımız, kapitalist üretim ilişkileri üzerine kurulu insan toplumuna uygun bir bireyi ideolojik olarak inşa ettiler…’ Önal, dinci ideolojiyle de hesaplaşıyor çünkü dinci ideoloji, tarım devrimini (Neolitik devrimi) ‘maddi bir zorunluluk sonucunda değil, önce zihinlerde kurgulanan bir dinsel öğretinin ritüellerini daha ihtişamlı hale getirebilmek için gerçekleştirilen bir atılım olarak’ anlatıyor. Tanınmış ateist biyolog Richard Dawkins’in biyolojik indirgemeciliği de liberal tarihçi Yuval Harari’nin mutluluğun sırrını Prozac’ta araması da Önal’ın eleştirisinden nasibini alıyor. Harari, gerçekten de ‘kapitalizmi sevmeyebiliriz ama artık onsuz yaşayamayız’ diyen bir sermaye ideologu.

Önal’ın çok yerinde olarak saptadığı gibi, homo sapiens türü, daha iri ve güçlü primatlardan değil, ufak tefek ama bilişsel ve kolektif hareket yeteneği güçlü olan bir primat türünden evrimleşti. Yani insanın ortaya çıkışında çatışma ve şiddet değil işbirliği ve dayanışma var. Sınıflı toplumlarda ise egemen sınıf kendi bencil insan anlayışını doğru ve meşru tek model olarak anlattı ve bilimin buna hizmet etmesi için çalıştı.

Önal, kitabına Dolungaz Koyundaki fosilleri, ardıç ağacını ve CEO Tansel Bey’i anlattığı güzel ve ilgi çekici bir giriş yapıyor. Ancak hemen ardından siyasetçi Önal gidip akademisyen Önal geliyor ve daha üçüncü sayfaya geldiğimizde birden bire çok soyut ve teorik cümlelerle karşılaşıyoruz. Şöyle: “Özne ile birey el çabukluğuyla birbirine eşitlenemez. İnsanlık dediğmiz çelişkili ama kolektif bütünlük ile birey dediğimiz çelişkili tekillik arasında pek çok örgütlülük düzeyi vardır…” Ben kitapta bu noktaya gelince kendi kendime dedim ki aha burda birçok insan bu kitabı okumayı bırakır. Bence bu türden soyutlamaları en sona bırakmak gerek. Kitabın hedef kitlesi ortalama lise mezunu bir emekçi ise kitabın dilinin de sade, somut, kısa cümlelerden oluşmasında yarar var. (Bu arada günümüzde birçok üniversite mezununun okuduğunu anlama ve soyutlama gücünün lise mezunu düzeyinde olduğu da bir gerçek). Sınıf düşmanlarımız, emekçilere bizden çok daha basit bir dille ulaşabiliyor ve daha etkili olabiliyor. Sosyalistlerin de emekçilere en kısa yoldan ulaşacak dili bulmaları gerekiyor. Esasen Önal’ın kitabında bu dilin başarılı örnekleri de var. Örneğin Sovyet ideolojisinin barış içinde bir arada yaşamayı dogma haline getirmesinin dolaylı bir sonucu olarak Sovyet futbolunun en büyük yıldızının kaleci Lev Yaşin olduğu ve Sovyetlerin yıldız bir golcü çıkaramadığı saptaması benim pek hoşuma gitti. Nevzat Önal hocamızın kitabını herkese öneriyorum.