Okul öncesinde din eğitimi dayatması ve eğitim hakkı

2020 yılında Kuran kurslarına katılımın düşük olduğunu savunan ve 4-6 Yaş Kuran Kurslarıyla 200 bin öğrenciye uğraşmayı hedefleyen Diyanet, bu yıl hedefini büyük oranda gerçekleştirdi.

Okul öncesinde din eğitimi dayatması ve eğitim hakkı

Hazırlayan; Özlem Günkör, Semiha Özalp Günal

20. Milli Eğitim Şurası 7 yıl aradan sonra 1 Aralık 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde açılışı yapıldıktan sonra beş yıldızlı bir otelde toplandı. Eğitim-Sen ve Eğitim-İş Sendikalarının boykot ederek katılmadıkları şuranın katılımcıları arasında İlim Yayma Cemiyeti, Şuurlu Öğretmenler Derneği, Önder İmam Hatip Mezunları ve TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı) gibi iktidar çevresi kurumların, veli derneklerinin bulunması ise şaşırtıcı olmadı.

Şura sonucunda özel ihtisas komisyonlarında görüşülen 124 madde ile son anda genel kurula sunulan 4 yeni öneri toplantı genel Kurulu’nda oylanarak geçti. Toplamda 128 tavsiye kararından oluşan şura sonuç raporunun 11. Maddesi şöyle: Okul öncesi öğretim programında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak ve değerler eğitimi yer almalıdır.

Uzmanların itirazına rağmen din eğitiminde ısrar

Şura’dan çıkan tavsiye kararlarında, bahsi geçen 11. madde iktidar ve çevresinin “dindar nesil yetiştirme” konusundaki ısrarını bir kez daha gösterdi. Son anda genel kurula sunularak uzmanların şerhine rağmen geçirilen bu karar zaten yitip gitmiş olan laik eğitime bir darbe daha vurmuş oldu. Bir gazetecinin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’e “Uzmanların kabul etmediği bu madde hakkında değerlendirmeniz” sorusuna “Bildiğiniz gibi şûra kararları, tavsiye niteliğindeki kararlardır. Yani burada alınan her kararı, Millî Eğitim Bakanlığı olarak benimsediğimiz, reddettiğimiz veya kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor” diye yanıt vermiş olması bize daha önce yapılanları anımsatmaktadır. Bizler için bu yanıt; tepkileri göğüsledikten sonra yeniden ortaya süreceğiz ya da daha önce pek çok kez yapıldığı gibi, önümüzdeki günlerde bir torba yasaya sokup gece yarısı meclisten geçireceğiz anlamına gelmektedir. Zaten ekonomik sıkıntılarla kavrulan, giderek yoksullaşan ve geçinemeyen halkımızın eğitimi gündem yapacak hali bile kalmamışken ortaya sürülen bu öneri, laikliğe darbe gericiliğe çanak demektir.

Okul öncesi eğitim Diyanet’e emanet

Elbette bu kararlar iktidarın milli (artık dini) eğitim politikası ile gayet uyuşmaktadır. Sürece bakıldığında bunların planlı çalışmalar olduğu hemen görülmektedir. Şura’nın medya organlarında en çok yankı bulan bu kararının arkasında yaklaşık on yıllık bir geçmiş var. 2011 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılan yaz Kur’an kurslarına katılım için ilkokulu bitirme şartı kaldırıldı. Bu gelişme sonucu 2013 yılından itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı 4-6 yaş Kur’an kursları açmaya başladı. Pilot uygulama sonrası 2014-2015 öğretim yılında 15 bin 265 olan 4-6 yaş Kur’an kursu öğrenci sayısı her yıl arttı ve 2019 yılı sonuna doğru 130 binlere ulaştı.

2010 yılında yapılan 18. MEB Şurası, “Eğitimde 2023 vizyonunu oluşturma” hedefini taşıyordu ve bu şura kararları arasında değerler eğitimi en çok dikkat çeken başlıktı. Bilindiği gibi bu şuradan sadece iki yıl sonra, 2012-2013

Eğitim-Öğretim yılında uygulamaya giren 4+4+4 eğitim sisteminin zemini değerler eğitimi uygulamasının pratik karşılığı olarak yürütülen “seçmeli!” din dersleri uygulamasıyla şekillendi. Bütün bunlar bize son şurada ortaya çıkan tablonun karanlık arka planının dikkatli ve uzun erimli bir çalışmayla örüldüğünü göstermektedir.

2012 yılında başlayan 4+4+4 eğitim modeli ve 2013 yılında 4-6 yaş aralığı çocuklar için açılmaya başlayan Kur’an Kursları, bugün karşımızda olan tablonun son derece planlı bir şekilde yaratıldığını gösteriyor. Üç ay önce Diyanet İşleri Başkanlığının yaptığı “4-6 yaş Kur’an kursları okul öncesi zorunlu eğitimden sayılmalıdır” açıklaması, Türkiye’nin artan yoksulluğu dikkate alınarak, bu çerçeve içinde okunmalıdır.

Diyanet’in verilerine göre, 2014-2015 eğitim öğretim yılında 4-6 yaş grubunda 554 kurs açıldı. Kadrolu 264, geçici 512 olmak üzere toplam 758 personelin görev yaptığı kurslarda 15 bin 265 çocuk eğitim gördü.

2015-2016 eğitim öğretim yılında ise kurs sayısı aynı kalırken personel sayısı 758’den 3 bin 16’ya çıktı. 2016 yılında 27 bin 472’si erkek, 27 bin 849’u ise kız olmak üzere toplam 55 bin 321 çocuk Diyanet’in 4-6 Yaş Kuran Kurslarına gönderildi.

2016-2017 eğitim öğretim yılında kurs sayısı 2 bin 980’e, personel sayısı ise 4 bin 839’a fırladı. 2016-2017 döneminde bu kurslara giden çocuk sayısı ise 87 bin 790 ile ifade edildi. Diyanet’in 4-6 Yaş Kuran Kurslarına 2019 yılında gönderilen çocuk sayısı ise 131 bin 26 oldu. Başkanlığa bağlı 4-6 yaş Kuran kursu sayısı Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı anaokullarının sayısını ikiye katlarken 2020 yılında 181 bin 808 çocuk Diyanet’in kurslarında eğitim gördü. Kurslarda eğitim gören çocukların sayısı 2015 yılından 2020 yılına kadar yüzde bin 91 arttı.

2020 yılında Kuran kurslarına katılımın düşük olduğunu savunan ve 4-6 Yaş Kuran Kurslarıyla 200 bin öğrenciye uğraşmayı hedefleyen Diyanet, bu yıl hedefini büyük oranda gerçekleştirdi. Milli Eğitim Bakanlığıyla “Okul Öncesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Kurs Programı” protokolü imzalayarak din personeline çocuk gelişimi eğitimi veren Diyanet’in 4-6 Yaş Kuran Kurslarına son dört yılda 289 bin 450 çocuk gitti.

Çocuklara yönelik Kuran kurslarının sayısı, MEB’in anaokulu sayısını geride bıraktı.

Bu planın parçalarından biri de 2012’den bu yana, pek çok köy okulunun kapatılarak öğrencilerin taşımalı eğitim ile kent ya da kasabalardaki okullara gönderilmesidir. Köy okullarını kapatırken etkileri hesaplanmıştır. Birincisi köylerde okul ve öğretmen kalmayınca meydan camilere ve imamlara kalmış ve bu durum gericiliği hızlandırmıştır. İkincisi, köyde gidecek okul bulamayan ve taşımalı eğitime katılamayan kız çocukları okuldan ayrılmış, erkek çocukları ise kasabalardaki tarikat ve cemaat yurtlarına gönderilmiştir. Sonlarının ne olduğu hepimiz tarafından bilinmektedir. Üçüncü olarak da okul öncesi yaştaki ve okuldan ayrılan çocuklar imamların eline kalmıştır. Türkiye’deki 18.000 köyden sadece 5363’ünde ilkokul kalmışken, 6000 tanesinde Kuran kursu bulunmaktadır. Din eğitimi tarikat, cemaat ve hatta Diyanet tarafından Kuran kursları ve “sübyan mektepleri” adı altında zaten yürütülüyordu. Bu Şura kararıyla artık 4-5 yaş gurubu çocukların dini eğitimlerinin, Milli Eğitim sisteminin zorunlu parçası haline getirilmesi süreci başlamış olacak ve büyük olasılıkla okulları kapatılan, okul binaları yıkıma terk edilen köylerde camiler anaokulu olacaktır.

Şimdi aynı planın başka aşamaları devreye girmektedir.

Eğer uygulanırsa bu kararın çok çeşitli etkileri olacaktır.

Toplumsal açıdan; eğitimin dinselleştirilmesi, itaat eden sorgulamayan bir halk yaratma amacına hizmet etmektedir. Zaten yaratılmış olan korku kültürüne destek sunma, dini yoksulların boyun eğme aracı olarak kullanma ve kadın erkek eşitliği konusunda atılan küçük adımları da geri çekmeye yarayacaktır. Diyanetin topluma şeriatı benimsetme çabaları ise bu durumda asla gözden kaçırılmamalıdır.

Siyasal açıdan; iktidarın yitirdiği oyları kazanma yöntemi olarak alışkın olduğu dini araçsallaştırmanın, yeniden ve yeniymiş gibi kullanıma sunulmasıdır. Ayrıca kürsüden ayetler ve sureler okuyan partili cumhurbaşkanın insanları bu konuda etkilemeye çalışması, dindar-kindar nesil isteme hevesinden hiç vazgeçmediklerini göstermektedir. Toplumu inanç istismarı yönetmeye devam etmek istedikleri anlaşılmaktadır.

Hukuki açıdan; planlarını uygulayabilmek için uluslararası sözleşmelere de uymayacakları anlaşılmaktadır. İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çıkılması gibi, okul öncesi eğitime dini sokarak bu kararla çelişen “çocuğun
üstün yararı” ilkesinin yer aldığı Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden de vazgeçilebilecektir. Ayrıca kamu kaynaklarını sadece bir dinin emrinde kullanılan diyanetin kocaman bütçesi, okul öncesi eğitime de katkı yapacaklarından daha da artırılacaktır.

Pedagojik açıdan ise bu karar nereden tutarsanız oradan elde kalmaktadır. Eğitim ortamı açısından bakıldığında okullar, müfredat, öğretim materyalleri ve eğiticilerin niteliği konusunda bunca eksiklik varken bu önerinin hayata geçirilmesi pedagojinin (hatta hiçbir bilimin, hatta çocukların) asla düşünülmediğini göstermektedir.

Okullar zaten şu anda bile kapasiteyi karşılayamadığı ve camiler destek olarak kullanıldığına göre okul öncesi yaştakilerin camilere gönderilmesi doğallaştırılacaktır.

Müfredata bakılırsa oyunla, müzikle, sanatla geçirilmesi gereken dersin içine dini eğitim girdiğinde diyanetin okulları örnek alınacak, büyük olasılıkla oralardaki gibi 12 saati dini bilgiler, 6 saati de Kur’an dersi olmak üzere haftanın 18 saati doğrudan din eğitimi ile geçirilecektir. Matematik derslerinin de diyanetin okullarında, tutulan oruç sayısı gibi dini kavramlar üzerinden şekillendirildiği bilinmektedir. Çocuğunu sübyan okuluna göndermek zorunda kalan bir annenin feryadı aslında bize müfredatın nasıl uygulanacağını göstermektedir:

“Örneğin resim yapmak istiyor, ama resim yapmak günah! Sadece ev resmi, ağaç resmi yapabilir. İnsan ve hayvan sureti yapmak Allah’ı incitmek olurmuş. Bu nedenle çocuk çelişkiye düşmüş. Evin içinde anne, baba ve kardeş resimleri yapmak günah, ‘Öyleyse evin içinde yaşamaları da günah mı’ diye sorular sormaya başladı. Çocuğu sıbyan okulundan aldık.”

Öğretim materyallerinde; “Allah, iman, günah, yasak, sabır, öteki dünya” gibi çocuklar için korkutucu olabilecek kavramlar için ne tür materyaller hazırlanacağını kimse bilmemektedir.

Eğiticinin niteliğine bakıldığında ise;

Diyanetin Sıbyan mekteplerinde eğitmenlik yapmak için, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’nce Halk Eğitim Merkezlerinde “4-6 Yaş Çocuk Etkinlikleri ve Eğitimi” adı altında verilen sertifika programından geçmek yeterlidir.

Yani bu okullarda çocuk eğitimi için gerekli formasyona sahip olmayan, çoğu imam ya da hatip eşi olan kişiler tarafından ‘ders’ verilmektedir. Okul öncesi eğitim için yeterli olmayan bu kişiler çocukların gelişim düzeyine uygun ders vermeyi akıllarına bile getirmeyecektir. Burcu Karakaş’ın “Biz Her Şeyiz”, kitabında Diyanet personeline eğitim veren bir psikolog, öğrencilerden birinin “hocam sizin bu anlattıklarınız zaten Kuranı Kerim’de yazıyor biz oradan okuyup öğreniyoruz” dediğini aktarmaktadır.

“Laik bir ülkede erken yaşlarda din eğitimi kurumsal olarak verilmeli midir?” sorusunun karşısına “Okul öncesi eğitimde din, ahlak ve değerler eğitimi verilmesinin ne sakıncası olabilir ki?” sorusuyla çıkanlar için bu eğitimin çocuklarda ne tür etkilerinin olabileceğine bakmakta yarar olacaktır.

Eğitbilimsel ve Psikolojik Açıdan Sakıncalar:

• En çok yazılan ve bilinenden başlamak uygun olacaktır. Bilindiği gibi eğitimde bir hazır bulunuşluk kavramı vardır. Buna göre her yaştaki çocuğa (yetişkine de) her şeyi öğretemezsiniz. Bu nedenle de bilgi çocuğa aktarılırken önce çocuğun bu bilgiyi anlayabilecek düzeyde zihin ve duygu gelişimine sahip olması, ardından bu bilginin ağırlığı altında ezilmemesi, yanlış anlama dolayısıyla zarar görme ihtimalinin bulunmaması gerekir. Erken yaştaki çocuklar henüz dini bilgileri sistemli/kuramsal biçimde öğrenmeye hazır değildirler. Pek çok eğitim bilimcinin üzerinde uzlaştığı gibi, okul öncesi dönem, çocukların soyut kavramları anlayamadığı, somut algıları ya da duyularıyla öğrendikleri bir dönemdir. Bunun eğitimciler dışındakiler tarafından da anlaşılması için “etekleri zil çalıyor” deyiminde çocukların eteğe takılmış ziller gördüğü bir reklamı anımsatmak uygun olabilecektir.

• Etkili bir okul öncesi eğitim için eğitim bilimcilerin uzlaştığı öğretim yöntemi çocukların duyularını aktif bir biçimde kullanabilecekleri çeşitli teknikleri (oyun oynama, yaratıcılığı geliştiren projeler uygulama, deney yapma, keşif ve gözlem) uygulamaktır. Dini eğitimde çocuklara bu tekniklerden herhangi birisinin yaptırılması olası olmadığından büyük olasılıkla pasif dinleme yöntemi uygulanacaktır. Böylece çocuklar sadece alıcı (ne kadar olabilirlerse) olacaklar bu da onların pasif, itaatkâr, neden sonuç ilişkisini keşfedemeyen bireylere dönüşmesini sağlayabilecektir.

• Psikolojiye göre okul öncesi çağ, çocuğun sosyalleşmesinin başladığı çağdır. Çocukların, paylaşmayı, dayanışmayı, sormayı, düşündüğünü ve hissettiğini ifade edebilmeye başladığı çağdır. Oysa sorgulanmayan, tabu olan bir konu onlara aktarılacağı ve çocuklar hislerini ifade ettiklerinde bunlar “günah” ya da “cezalandırma” ile karşılanabileceği için düşündüğü söylemekten korkma, çocuklarda kaygı ve güvensizlik yaratabilir. Bu duyguların öfke nöbeti, içe kapanma, uyku bozukluğu gibi davranışsal sonuçları olabilir.

• Kişilik oluşumunu tanımlayan kuramlara göre okulöncesi çağı çocukların toplumsal cinsiyet kalıplarını öğrendikleri yaştır. Anne ve babalarını model alıp karşı cinsten ebeveynlerine hayranlık duyarlar. Okula gittiklerinde ebeveynin davranışları, giyim kuşamı ve kültürü ile öğretmenlerini kıyaslarlar. Eğer farklılık yoğunsa çocukların kafaları karışır ve “günah” sözcüğü burada da devreye gireceğinden kimlik karmaşasına ek olarak bir takım kaygı ve korkular yaşanabilir. Din eğitimi verecek okul öncesi öğretmenlerin neredeyse hepsinin kadın ve başörtülü olması çocuğun annesi için kaygılanmasına, onunla iletişiminin bozulmasına sebep olabilecektir. Geçmişte ‘günahları çoğalmadan cennete gitmek için ölmek isteyen’, ‘annesini kapanması için uyaran’ çocuklara ilişkin sayısız örnek yaşanmıştır.

• Okul öncesi çağdaki çocuklar, yaptıkları hatanın (günahın) cezası olduğunu öğrendiklerinde, akıllarından geçirdikleri şeyler için bile suçlu olduklarına inanıp, olup biten kötü şeylerin kendi hatalarından kaynaklandığına inanırlar. Ayrıca onları sürekli gözleyen bir üstün varlığın (Tanrının) olması her olumsuz düşünce ve davranışlarında kendilerini suçlu hissetmelerine yol açabilir. Bu suçluluk hissi, geceleri kâbuslara, uyku bozukluklarına, altını ıslatmaya, gündüzleri ise başa çıkamadığı yoğun korku ve kaygı nedeni ile kendini düzenleme becerilerinde zorlukların görülmesine sebep oluşturabilir.

• Bedenlerini keşfettikleri yaşta cinsiyet ayrımcılığına yönelik söylemler ve uygulamalar çocukların erken yaşta kendilerini büyük erkekler ya da büyük kadınlar gibi hissetmelerine neden olabilir. Kız çocuklarına yönelik giyinme ve örtünme konularında yapılan uyarılar kız çocukların kendilerini özür hissetmemelerine neden olabileceği gibi, erkek çocukların gözünde kadının değerinin düşmesine de neden olabilir. Erkeğe her şeyin serbest, kadına her şeyin yasak ve günah olduğu mesajı dini eğitim alan tüm çocuklara verilmektedir. Bu mesaj kadına yönelik şiddetin meşru görülmesine bile neden olabilmektedir.

• Ölümü henüz algılayamayan çocuklar ölüm, ölümden sonraki yaşam, günah miktarına göre gidilecek cennet-cehennem gibi dini konularla karşılaştığında kafaları karışır. Bu kafa karışıklığı pek çok kaygı, olumsuz duygu ve davranışa yol açabilir. Erişkinlerin bile zorlandığı ölüm konusunda çocukların etkilenmemesi olası değildir. Ayrıca, ölümden sonraki yaşama yüklenen olumlu anlamlar çocukların ölümü merak etmesine ve yaşama ilgilerinin kaybolmasına da neden olabilir. Bu tür dini konular bilinçaltına işlenen çocuklar erişkin olduklarında bazılarını temizleyebilse bile bir kısmının kalıcı olup yaşamlarını olumsuz etkileyeceği açıktır.

Çocuklarımızın bilimsel temelde eşit, parasız eğitim hakkı için mücadele edeceğiz.

Tüm bu sayılan gerekçelerle zihinleri ve gelecekleri bizim için çok kıymetli çocuklarımızın hayatlarının tümünü etkileyecek, kararlarını kendilerinin veremediği bir dönemde böyle bir eğitime maruz kalmalarını engellememiz gerekmektedir. Hem eğitim hakkına hem de çocuk haklarına aykırı bu öneriden acilen vazgeçilmeli asla uygulamaya konmamalı, var olan dini eğitim veren okul öncesi kurumlar kapatılmalıdır. Eğitim sistemi ve okullar, laikliği benimsemiş her çevrede olduğu gibi d |ini kurallara ya da faaliyetlere göre değil, evrensel ve bilimsel gerçekler ile toplumun gereksinimlerine göre düzenlenmesi gereken kurumlardır.

Bireyin ilgi ve yeteneklerinin göz önünde bulundurulduğu, özgürlüğe, bilime ve sanata önem verilen, yeniliğe açık, laik eğitim her bireyin hakkıdır. Okul öncesi çağdaki çocukların en çok…

 

*Bu yazı İlerici Kadınlar Derneği tarafından yayımlanan Kadınların Sesi 2021 Aralık ayı bülteninden alınmıştır.