Muhafazakâr Sanat Manifestosu’nun düşündürdükleri: Evdeki hesap çarşıya uymaz

Bugünün asıl sorunu, kültür- sanatın kapitalizmden kurtarılmasıdır.  Verilecek mücadelenin güvencesi; kapitalist ideoloji çağdan çağa aktarılırken ona rağmen, devrimci kültür- sanatın kendini koruyabilmiş olmasıdır.

Muhafazakâr Sanat Manifestosu’nun düşündürdükleri: Evdeki hesap çarşıya uymaz

Tülin Tankut

Hatırlanacağı üzere Muhafazakâr Sanat Manifestosu, Prof. İskender Pala tarafından yaklaşık on yıl önce yazılmıştı. T24 ‘te, 10 Nisan 2012 tarihli Zaman gazetesinde Pala’nın giriş yazısıyla yayımlanan 20 maddelik Manifesto’nun tamamı yer alıyor. “Sanatı bir muhafazakâr olarak tanımladığını” beyan eden Pala’ya göre, kültür ve sanat alanı için muhafazakâr; “milli, manevi değerlere, eserlere, adet ve geleneklere bağlı olan, onları korumak, yaşatmak, devam ettirmek isteyen kişidir.” (Kubbealtı Sözlüğü I I ,2 I I 5) Manifesto’nun sonunda eleştirmen Hasan Bülent Kahraman, olası itirazlara karşı bir uyarıda bulunuyor: “Korkmayın!… Kültürel birikimle barışmadan, onu yok sayarak, onu güncelleştirmeden, içselleştirmeden bir yere varamayız. “

Uyarıya karşın ilk itiraz sanat piyasasından geliyor. Örneğin, “Muhafazakâr Sanat (MS) “muhafaza etmek, eskiyi korumak anlamı taşır.” … “MS dini duyarlılıkları mutlaka dikkate alır.”… “Sanatı da belli kurallar çerçevesinde korumaya çalışır.” v.b. Öte yandan “Manifesto’ların ortak özelliği, her biri “bir başkaldırı metnidir.  Özgürleşme amacı taşırlar. MS Manifesto’su bir tür “oxymoron”dur.  İçinde anlamı birbiriyle çelişen iki sözcük içeren bir ifade, “sıcak buz”, “soğuk ateş” gibi.”   Lebriz .com (Türkiye’nin Sanat Portalı ,3.5.2012)

Profesör Murat Belge’ye göre, “Muhafazakâr sanat olmaz, muhafazakâr sanatçı olur.”  (1) Piyanist- besteci Fazıl Say, “Kurallarla sanat olmaz” düşüncesini savunuyor ve ünlü film yönetmeni Tarkovski’nin şu sözünü paylaşıyor takipçileriyle: “ Dünya mükemmel olmadığı için sanat var.”  ( face-book, 7.5. 2012) İslami duyarlılıklarıyla bilinen yazar Dücane Cündioğlu, “Muhafazkâr sanat neden olmaz”  başlıklı yazısında bu konuyu işliyor.   ( 5.05.2012, Enson Haber) Keza televizyoncu – köşe yazarı Ahmet Hakan’a  göre de “ MS olmaz, çünkü sanat devrimcidir.”

Çeşitli çevrelerin bu konuyla ilgilendiklerini beyanlarından öğreniyoruz. Genelde tarihi mirasın korunması noktasında herkesin hemfikir olduğu görünüyor.  Örneğin İstanbul’da rehberlerimiz Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet gibi farklı dönemlere ait ayrı kültürlerin bir arada bulunuşundan  turistlere övünçle söz ediyorlar. Elbette ki tarihi mirasımızın ve kültürel değerlerimizin tümüne bağlılık önemlidir; her birinin varlığına saygı ve gereken özen gösterilmelidir. Ancak, MS Manifestosu sanattan çok siyasi bir yaklaşımı yansıtıyor; hükümetin iktidarını konsolide etme projesi izlenimini veriyor. Tartışmaların, kültür- sanat- iktidar ilişkisi çerçevesinde yeniden alevlenmesi bu yüzden olsa gerek.

Muhafazakârlık, bir düşünce geleneği, siyasal bir ideolojidir; dolayısıyla Manifesto, bir gece ansızın gelmedi. Bunun evveliyatı olduğunu biliyoruz.  Aynı şekilde, İslamcı hareket de bu hükümetin içinde doğmadı; Osmanlı’yı benimsemiş, antikomünist bir yapılanma olarak varlığını yıllardır sürdürmektedir. MS konusundaki belirgin kıpırdanmalar, hatırlanacağı üzere yaklaşık on yıl önce başlamıştı. Hükümete yakınlığıyla bilinen bir televizyon kanalında birkaç genç, edebiyat ağırlıklı kültür- sanat programları yaparken İslami söylemi öne çıkarmaya özen gösteriyorlardı.  Birikimli, donanımlıydılar; popüler kültüre karşı oluşları, kapitalizmi eleştirmeleri kısa sürede ses getirmişti. (Necip Fazıl Kısakürek’e de Nazım Hikmet’e de sahip çıkıyorlardı; bugün “O da bizim öteki de” diye herkese mavi boncuk dağıtan bazı politikacılar onlardan esinlenmiş olacaklar.) Süreç içerisinde akademisyenler arasında da aynı rotayı izleyenler oldu ve sayıları giderek arttı. Sermaye el değiştirirken İslamcı kesimin bir yandan da kendi elitini oluşturması doğaldır. Böylelikle kentli muhafazakâr kesime, milli ve manevi değerlerin yön verdiği kültür- sanat atmosferi sağlanmış oluyordu. Bu arada, postmodernizmin muhafazakârlığa etkisi, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ında, Elif Şafak’ın “Mevlana”sında görüldü. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç, Tarık Buğra gibi muhafazakâr yazarlara, tarih kitaplarına, tarihi romanlara olan ilgi arttı. Bir yandan da   düşünce ve ifade özgürlüğünün arkasına sığınılarak ana akım televizyon kanallarında hükümet politikalarını destekleyen açık oturumlar, kültür- sanat programları, dahası tarihi diziler, reklamlar gibi, ideoloji yayan aygıtlarla hedeflenen alt yapı hazırlıkları sürdürülüyordu.  İslamcı kesime ait giderek büyüyen yayın dünyası kitapçı vitrinlerinin, kitap fuarlarının gözdesi olmuştu. Hükümetin desteğiyle belediyelerin açtığı kültür merkezlerinde verilen hizmetler (!) de unutulmamalı.

Osmanlı’yı yüceltme girişimleri, özellikle son yıllarda siyaset ve kültür alanından sanata kadar uzanırken gözle görülür biçimde ivme kazandı. Bilinenleri uzun uzadıya yinelemeye gerek yok; en büyük darbeyi de eğitim sistemi yedi, denilebilir. Eğitimin dinselleştirildiği, Millî Eğitim Bakanlığı’nın dışında dini örgütlenmelerin arttığı iddialarını haklı çıkaracak uygulamalara tanık olduk. Çeviri çocuk kitaplarında, “Selamünaleyküm” gibi sözcüklere bile rastladık.  Kadına yönelik şiddetin artışının müsebbibi olan cinsiyetçilik,  ders kitaplarından çocuk kitaplarına kadar yaygınlaştı. Kadın hareketlerinin tüm uyarılarına karşın ders kitaplarından toplumsal cinsiyet eşitsizliğini destekleyen ifadeler, hâlâ çıkarılmış değil!

Tüm bunlar doğal olarak bugünkü sonucu doğurdu. Sanatçıların etki alanları daraltılıyor. Özellikle tiyatroculara baskılar artıyor. (2)  Konser verecek sanatçılara yasak getiriliyor. (En son 34. ODTÜ Bahar Şenliği konserleri iptal edildi) Benzerleriyle her gün karşılaşıyoruz. Üstelik eleştiriye tahammülsüzlük had safhada, en küçük eleştiri bile suç sayılır oldu. Mizah itibarsızlaştırılmaya, siyasi mizah unutturulmaya çalışılıyor. Kısacası, yasaklanan etkinliklerin listesi epeyce kabarık; yargıysa sus pus…

Ancak hükümetin bu konuda yalnız olmadığı gözden kaçırılmamalıdır.  Son günlerde dünya genelinde tanık olduğumuz olaylar, amiyane tabirle bunda da ABD’nin parmağı olduğu izlenimini veriyor. Nesnel koşullar çaresizlik içindeki ABD’yi muhafazakârlığa sığınmaya zorluyor. “Yüksek Mahkeme, federal yasalarını ve yargıyı dinci, ırkçı bir dünya görüşüne göre yeniden şekillendirmeye başladı.  (Ergin Yıldızoğlu, 19.5.2022 Cumhuriyet gazetesi)

Sömürü ve baskının artırılması, insan hakları ihlallerindeki tırmanış, kazanılmış hakların kısıtlanması neye işaret ediyor? Neoliberal politikaların artırdığı sorunların bedeli halka mı ödettirilecek?  (3) ABD sarsılınca sarsıntı diğer ülkelerde de hissedilir, o yüzden özellikle göç alan ve gelişmekte olan ülkelerde halkın temkini elden bırakmaması gerekir.  Toplumsal bağları güçlü olan geleneksel toplumda örf, adet v.b. unsurlar, hâlâ bir denetim mekanizması olarak işlevselliğe sahiptir. (Günümüzde buna sokak kameraları, internet, yüz tanıma  gibi ileri teknoloji eklenmiştir) Toplumsal eşitsizliği meşrulaştıran yetkeci geleneklere teslim olmaksa  “gözetim toplumu”nu kabullenmek demektir.

Olup bitenlerin, gerçekle kurgunun birbirine karıştığı görünmeyen yüzü hakkındaysa bilgilenemiyoruz. Dolayısıyla bu muğlaklık akla haliyle çeşitli sorular getiriyor: MS Manifestosu toplum için ne ifade ediyor? Bugün öngörülen faaliyetler yarın uygulanabilecek mi? Toplumu nasıl bir gelecek bekliyor?

MS’in günümüz koşullarında yerelde kalması olanaksız görünüyor. (Müslüman ülkelerle genişletilmiş bir İslam Birliği düşünülüyorsa o ayrı bir konu.)   Dünya genelinde kültür- sanat alanındaki değişikliklere damgasını vuran küresel kültüre karşı, MS politikalarını başına buyruk bir biçimde uygulamak kolay olmayacaktır. Her şeyden önce muhafazakâr kesimin yaşam biçimi, ABD kaynaklı küresel kültürü yansıtıyor. (MS’nin sanat anlayışı söz gelimi dansa, oyun oynamaya kapalıdır ama, artık tesettürlü gelinle damadın düğünlerini dans ederek açmaları; düğün pastaları, topluca oynanan oyunlar v.b. muhafazakâr kesimde de, herkesin bütçesine göre alışkanlık haline geldi. Eğlence dünyasında da zevkler ortaklaştı. ) MS’nin sanatın bale, opera, sinema, tiyatro, dizi v.b.  dallarında tutunması biraz  zor olsa gerek. Örneğin, günümüz tiyatro anlayışında görsel malzeme, içerikten daha çok işlevselliğe sahip; dans, performans, jest, imge; söz kadar önem kazanmış görünüyor, tabii, perdede, sahnede, ekranda kadın sanatçısız sanat yapılamıyor.

Dolayısıyla MS politikaları uygulanırken varlığını her ülkede, her alanda duyuran küresel kültürle uyum içinde olunmasına, laik kesimle dengelerin gözetilmesine özen gösterilmesi gerekiyor. Tersi durumda bu politikalar ancak baskıyla sürdürülebilir. O da belli ki çeşitli çevrelerden tepki görecektir. En başta gençlerden. Gençlik bu! Kanı kaynar. Doğasız, müziksiz, danssız, eğlencesiz durabilir mi? Hele bu iletişim çağında…

MS’in kantarın topuzunu kaçırarak propaganda malzemesi olarak kullanılmasına kim izin verir? Gençler, olanakları zorlayarak alternatif tiyatro, sinema, müzik yapmaya, etkinliklerini internette sürdürmeye çalışıyorlar. Popülist akımlara kapılmamış, kültür – sanata yaşamında yer vermiş, sağduyu sahibi kesimlerden tepki geleceği açıktır.  (4) Sanat tarihi, sanata müdahale etmeye yeltenenlere karşı mücadelenin gücünü göstermektedir.

Bilinen toplumlarda, toplumsal kurumların sınırları, varoluş nedeniyle uyumlu olarak belirlenmiştir. Ama sanatçı başkaldıran kişidir. Sınır ihlali yönetici sınıf tarafından kabul edilmediği için bağımsız sanatçıların başı, egemen güçlerle derde girmekten kurtulamamıştır. Bizde de benzer durum yaşanmaktadır; bu alan, hükümetin şemsiyesi altındaki kesimin eline kalmıştır. Diğerleri, ekonomik sorunlarla boğuşmaktan soluk alamaz hale gelmiştir. Ancak, postmodernizmin gölgesinde gerçekleştirilen sanat, dünya genelinde artık kapitalizme karşı direniş olarak sürdürülmektedir; tıpkı yoksulluk, iklim krizi, çevre v.b. alanlarda olduğu gibi.

Bugünün asıl sorunu, kültür- sanatın kapitalizmden kurtarılmasıdır.  Verilecek mücadelenin güvencesi; kapitalist ideoloji çağdan çağa aktarılırken ona rağmen, devrimci kültür- sanatın kendini koruyabilmiş olmasıdır.

Geçmişte de denendi, “maziyle ati arasında bir bağ kurma “girişimleri; ama maya tutmadı. İnsanın yaratıcılığının baskılanmaya, denetlenmeye çalışılması, özgürlüğünün kısıtlanması

İlânihaye sürebilir mi?

Eğer MS politikaları, genç kuşaklar için bir gelecek tasarımı olarak düşünülüyorsa, gençlerin eğitim, iş gibi yaşamsal talepleri karşılanamazken hedefine ulaşabilir mi?

DİPNOT:

  • Buna örnek olarak kralcı Balzac, Mussolini destekçisi şair Ezra Pound gösterilir genellikle. Ancak bu, sanatçının yaşamının, deneyimlerinin sanatına yansıması gibi, kapsamlı bir tartışmayı gerektiren bir başka yazının konusu.
  • Şehir Tiyatroları yönetmeliği değiştirildi, yetkililer sanatçılardan bürokratlara devredildi. Çeşitli bahanelerle tiyatrolar kapatıldı. Sahneden kaldırılan oyunlar… Sansür baskısı sona erdirilemedi.
  • ABD’de büyük tepkiyle karşılanan kürtajın yasaklanması kararı , ilk adım olarak değerlendiriliyor ve “başka hamleler “ bekleniyor. Nitekim, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin kürtaj hakkına destek vermesi nedeniyle dini törenlere katılması yasaklanmış, hem de kürtaj karşıtı Demokrat Katolikler tarafından. (19.5.2022) Sıra kimlere gelecek bakalım!  Afganistan İçişleri Bakan vekili de kadınların eğitim ve çalışma haklarının Taliban’ın İslam hukukuyla ulusal, kültürel ve geleneksel ilkeleriyle sınırlı olacağını söylemiş. (NTV, 19.5.2022)
  • Din sömürüsü mağduru bir halkı (yakın tarihte Afgan halkı) gördükten sonra gerçeklikle yüzleşmek kaçınılmaz oluyor. Laikliğin herkes için ne denli önemli olduğu kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde ortaya çıkıyor. Onun içindir ki inançların kullanılmasına karşı muhaliflerin sayısı artıyor.