Av. Abdurrahman Bayramoğlu: İnsanlığın lüzumu yok!
Av. Abdurrahman Bayramoğlu, Gazze'de İsrail'in barbarca saldırıları sonrasında verilen insani araya dair yazdı.
İsrail’in Gazze’ye yönelik barbarca saldırıları devam ederken geçtiğimiz günlerde başlayan ‘insani ara’ya yönelik tartışmalar devam ediyor. Av. Abdurrahman Bayramoğlu da konu ile ilgili görüşlerini Hukuka Toplumcu Bakış mottosuyla yayın yapan Yeni Yaklaşımlar sitesinde paylaştı. Biz de Yurtsever Haber Portalı olarak Bayramoğlu’nun ilgili yazısının okurlarımızla paylaşıyoruz.
İNSANLIĞIN LÜZUMU YOK!
ABD’nin bunak başkanı; “İnsani aranın uzama ihtimali var.” demiş.
‘İnsani ara’
Birçok anlama gelebilir.
“İnsan olduğumuzu hatırladık.”
“Yaptığımız insanlığa sığmaz.”
“Mola vermemiz gerek. Biz de insanız.”
“Yeni saldırı için durup nefes almalıyız.”
“Cesetleri kaldırın. Yenilerine yer açılsın.”
….
Uzar gider bu şekilde. İnsani olan neresi bu aranın bilmiyorum. Ya da insanilik iyi bir şey mi?
Geçenlerde bir yerde “İnsan çok şeyi başardı ama insan olmayı başaramadı.” anlamında bir sözle karşılaşınca, Ferhan Şensoy’un yazıya başlık yaptığım oyununu anımsamıştım.
Belki dönemsel bir umutsuzluk belirtisidir. Ama yaşadıklarımdan çıkardığım sonuç, Ferhan Şensoy’un haklı olduğudur.
Evet, bence de insanlığın lüzumu yok!
İnsanın keşfedebildiği evrende, insan olmayan varlıkların veya insan olmayan canlıların tamamı doğal yasalara uygun bir devinim içindeyken, bir tek insan kendi yapay düzenini evrene dayatma peşindedir. Bir tek insan, iyiliği üstün bir özellik gibi sunar. Çünkü o özünde kötüdür. İyilik yaparak ruhunu beslemeye çalışır. İyilik günah çıkarmasıdır insanın.
Nedensiz olarak şiddete başvuran da, gereksinimi yokken alan da, evrenin merkezini kendisi sanan da, cehaletini erdem sayan da hep odur.
Gazze’de savaşa insani ara verilmiş.
Aşk olsun!
Savaş insani bir şey değil mi?
Değilse neden binlerce yıldır durmaksızın savaşıyoruz?
Hayır, savaş tam olarak insani bir şeydir. Öylesine insani ki, tümüyle insana özgü bir eylem…
***
İnsanın iyilik diye kabul edip övündüğü şeylere bakınca, insan denen varlığın evren için bir hastalık olma olasılığı oldukça yüksek gibi geliyor.
Örneğin, çocuk bakımını bir erdem ve iyilik sayar insan. Çocukları için mamalar, çocuk bezleri, türlü oyuncaklar ve olmadık bakım aparatları üretmekle övünür. Çocukları korurlar sözde. Ama yalnızca kendi ayrıcalıklı çocuklarını… Diğer canlılar çocuk doğurmaz, çoğalmaz gibi. Diğer canlıların çocukları, hatta kendilerinden olmayan çocuklar da değersizdir.
Hastaları tedavi, yaşlılara bakım, yoksulları doyurma ve bencilliğiyle kendine benzettiği hayvanlara yardım… Tümü kendi ürettiği sorunlar, tümü kendi duygularını tatmin, tümü düzenini doğaya dayatma…
Son tahlilde tek bir gerçek duygusu var insanın. Kurduğu düzene uymayan her şeyi yok etmek. Bu ‘her şey’in içine kendi türü de dahil. Belki en çok da kendi türü…
Çünkü atomu parçalamayı becerdiğinde, ilk yaptığı iş keşfinin yıkıcı gücünü kendi türü üzerinde acımasızca test etmek oldu insanın.
İnsanın tarihsel başarı olarak sunduğu her şey, son kertede insanlık için yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır.
Büyük endüstriyel atılımlar, büyük keşifler, kimya, genetik, bilişim ve nükleer fizik alanında dev adımlarla ilerleyen insanlık, aslında dev adımlarla bulunduğu gezegendeki yaşam formunu yok etmektedir.
Tırmanırken tutunduğu ip kendi boğazındadır insanın. Doyumsuz bir hırsla asıldıkça tırmanma ipine, asıldıkça soluksuz kalıyor.
Oysa insanlığa değil, doğallığa gereksinimi var insan soyunun.
Savaşa ‘insani ara’ verilmiş. Sonsuz bir ara yeter, insanlığın lüzumu yok.