Makas değişimi mi?
Sol etkili bir güç haline gelemediği herhalde bedelini emekçi halk ödemekte, ülkemiz ödemektedir. Yargıda rüşvet iddialarının odağındaki hakimin dediği gibi varsa bir şeyleri, hesabını verirler sonra da yollarına devam ederler.
Tolga Şardan T24 internet gazetesindeki köşesinde, geçtiğimiz günlerde “Deniz bitti, kara göründü sonunda. Organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan’ın siyaset ve yargı camiasındaki bağlantılarının gün ışığına çıkıyor olması yeni sürecin milâdı belki de.” diye yazdı.
Yeni süreç neymiş peki?
Şardan T24’de yer alan yazısından önce Oksijen Gazetesi’nde yer alan aynı içerikteki yazısında bunun cevabını veriyor: 1996 sonrası ikinci temizlik seferberliği.
1996, biliyorsunuz Susurluk kazasını ifade ediyor. İşte, Şardan, İçişleri Bakanlığı’na Ali Yerlikaya’nın getirilmesinin ardından başlatıldığını söylediği suç örgütlerine yönelik mücadeleyi Susurluk kazası sonrasında yaşananlarla kıyaslıyor. Önermesi ise bir makas değişimi olduğu yönünde. Ve ekliyor: Bunun sadece Yerlikaya’nın inisiyatifinde olduğunu söylemek hafif kalır.
Yalnızca Süleyman Soylu tarzından Ali Yerlikaya tarzına geçişi makas değişimi olarak algılamayacaksak, kastedilen nedir acaba? Niyet okumaya gerek yok. Yazıda bu açıkça belirtilmiş ve makas değişimi iktidarın devlet yönetimi tarzını değiştirmesi olarak, suç örgütleri ile mücadelede bu değişikliğin başladığına dair bir işaret olarak ifade edilmiş. Yazara göre, aynen Susurluk kazası sonrasındaki gibi!
Sonrasında yargı alanında yaşanan gelişmelerinde (tabii durduğunuz yere göre) Şardan’ın önermesini güçlendirdiğini söyleyebilirsiniz. Özellikle de İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının HSK’ya gönderdiği ve adliyedeki rüşvet çarkını anlattığı yazının gazetelerde manşet olmasından sonra.
Hatırlamak gerekiyor; 90’lı yıllar kontr-gerilla yapılanmasının neredeyse “açık” çalışma yürüttüğü, siyasal karar süreçlerine doğrudan müdahale ettiği yıllar idi. Kürt siyasetçilerini ve aydınlarını doğrudan hedef alan “kirli” bir dönem idi. Bahsi geçen dönemde emperyalist sistem de kendisini yeniden yapılandırmakta idi. “Soğuk savaş” döneminin yapıları masaya yatırılmış ve tasfiyesine/yeniden biçimlendirilmesine girişilmişti. Kastedilen de esasen “gladio” örgütlenmeleridir. Kuşkusuz Türkiye kapitalizmi de bu yönelimin dışında kal(a)mamıştır. Bu anlamı ile de 1996 ve devamında yaşananlara bakılınca, bir makas değişiminden bahsedilebilir. O dönemde hızla büyüyen ve gelişen dinci örgütlenmeler ise bugünün iktidarının kökleridir.
İçinden geçtiğimiz süreçte ise, esasen AKP iktidarı ile yeniden yapılandırılan sermaye düzeninin (İkinci Cumhuriyet) yerleştirilmesi (ve hukuksallaştırılması) çabasının devam ettiği söylenebilir. Ancak, yerleş(tir)me düz bir çizgi şeklinde ilerleyen bir süreç olarak yol al(a)mamaktadır. Buna dair düzen güçleri arasında bir mücadele de sürmektedir. Ancak düzenin farklı kanatları bu mücadeleyi sürdürürken bir yandan da iç içe geçmiş durumdadırlar. Düzen içi hiçbir aktörün “yeni” rejim ile artık bir sorunu bulunmamaktadır. Buna muhalefeti de dahildir. Düzen içerisinden muhalefet olmanın AKP’ye alternatif olmaktan, sağcılık konusunda AKP’yle yarışmaktan öte bir anlamı kalmamıştır. Bu nedenlerle ne AKP’nin ne de diğer düzen güçlerinin bir “makas değişikliği” gündemi bulunmamaktadır.
Bu halleri ile, her iki dönem için de restorasyon kavramını kullanabiliriz. Ancak tanımlamalar birebir aynı anlama gelmeyecektir. Tekrar olacak, bugün için bir makas değişiminden değil, görebildiğimiz kadarı ile “taraflar” arasında yaşanan bir hesaplaşmadan bahsedebiliriz. Bunun bir benzerinin 17/25 Aralık sürecinde yaşandığını hatırlayabiliriz.
Peki, bu arada sol nerede?
1996 ve devam eden yıllarda solun önemli bir kısmı nasıl bir tutum aldığından bağımsız, objektif olarak yaşanan sürecin bir parçası olmuştu. Tüm bunların sol açısından bakiyesi ise, bugünlere kadar gelen “liberal” ve “ulusalcı” haller oldu. Ne yazık ki hala sol içerisinde güçlü bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar.
Aklıma hemen Tolga Şardan’ın yazısının sonu geliyor. Susurluk döneminde büyük çapta temizlenen ortamın, yine siyaset ve bürokrasinin yol vermesiyle yeniden çoğunluğu aynı aktörler tarafından kirletildiğini söyleyen Şardan, “Bu kez tarih tekerrür etmesin, emekler boşa gitmesin. Temizlenmiş sahanın kontrolü mafyada değil, devlette olsun.” temennisinde bulunuyor.
Liberal sola göre Türkiye’deki siyasi sorunların temelinde hep “derin devlet” olgusu yatmaktadır. Bu (neredeyse) her dönem böyle ifade edilmiştir. Hatırlanacaktır, Ergenekon yargılamalarına yönelik analizler, 12 Eylül 2010 referandumunda alınan tutum ve yetmez ama evet kimliğinin oluşması böylesi bir düşünce yapısının sonucudur. Tabii böylesi bir yaklaşım doğal olarak “demokrasi” mücadelesini üretmektedir. Mücadele, devletin sınıfsal yapısı ihmal edilerek/unutularak, demokratikleştirilmesi mücadelesi olmaktadır.
Geçmişe dair akla ilk gelen, çeşitli dönemeçlerde vesayetin kaldırılması için AKP’nin desteklenmesidir. Bugün de acaba “temiz toplum” için, “yeni” Anayasa için, yerel idarelere “özerklik” için… AKP tekrardan desteklenir mi?
Ne dersiniz?
Belirli periyotlarla hep böyle solun paçasına yapışılacak mı?
Bu sorular önemsiz değil. Ama kimsede kabahat aramaya da gerek yok. Sol etkili bir güç haline gelemediği herhalde bedelini emekçi halk ödemekte, ülkemiz ödemektedir. Yargıda rüşvet iddialarının odağındaki hakimin dediği gibi varsa bir şeyleri, hesabını verirler sonra da yollarına devam ederler.
Bu konulara dair yazmaya, tartışmaya devam edeceğiz…