Prof. Dr. İlker Cenan Bıçakçı: Şeriat isteyen azınlığın karşısında milyonlarca Cumhuriyet yanlısı modern yaşamı benimsemiş yurttaş var
"Bence TBMM’de anayasa üzerine yemin edenler meydanı boş bıraktığı için Laiklik Meclisi’nin kurulması bir zorunluluktu. İyi de oldu. Laiklik Meclisi, tepki vermekle yetinmeyen siyaseti ve toplumu etkilemeyi hedefleyen ilerici bir oluşum. Zaman içinde muhalif kesimler açısından da bir turnusol kağıdı işlevi göreceğine inanıyorum."
Geçtiğimiz haftalarda yüze yakın aydının imzası ile kurulan Laiklik Meclisi’nin imzacılarından olan Prof. Dr. İlker Cenan Bıçakçı ile Laiklik Meclisi’nin kuruluşlunu ve misyonu, Türkiye’de laikliğe yönelik saldırıların boyutunu konuştuk.
Prof. Dr. Bıçakçı yaptığı açıklamada “Bence TBMM’de anayasa üzerine yemin edenler meydanı boş bıraktığı için Laiklik Meclisi’nin kurulması bir zorunluluktu. İyi de oldu. Laiklik Meclisi, tepki vermekle yetinmeyen siyaseti ve toplumu etkilemeyi hedefleyen ilerici bir oluşum. Zaman içinde muhalif kesimler açısından da bir turnusol kağıdı işlevi göreceğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. İlker Cenan Bıçakçı’nın Yurtsever’e verdiği röportaj şu şekilde:
Türkiye önemli bir dönemden geçiyor. Bu dönemin öne çıkan başlıklarından bir tanesi ise laiklik. Laikliğin büyük bir saldırı ve tehlike altında olduğu bir dönemden bunun yeni bir şekle bürüneceği bir döneme doğru yol alıyoruz. İçinden geçtiğimiz bu süreci nasıl tanımlamak istersiniz?
Evet haklısınız. Türkiye’de laikliğe yönelik tehditlerin bugün ciddi boyutlara ulaştığına tanık oluyoruz. Aslında mevcut durumu 1950’li yıllardan günümüze değin işletilen karşı devrim sürecinden bağımsız düşünemeyiz. Emperyalizmle işbirliği yaparak ülkeyi yöneten tüm hükümetlerin bugün yaşananlardan sorumlu olduğunu düşünüyorum. Laiklik her şeyden önce ulusal egemenliğin temel güvencesidir. Bilindiği gibi ulus devlet modeli burjuva devriminin ürünüdür. Bu da feodal ve dini yönetim biçimlerinin siyasal egemenliğine son verip laik bir toplum düzeni kurmak anlamına geliyor. Burjuva devrimi, ideolojik açıdan birey haklarını önceliyor, kölelik düzenini reddediyor. Dolayısıyla ortaçağa özgü ruhani ve cismani liderliklerin birey üzerindeki egemenliği yıkılıyor. Bu olgu, “egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur” söyleminde somutlaşıyor. Gericiler, “Hakimiyet Allah’ındır” savunusuyla buna karşı çıkıyor. Kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak gösteren lidere kul olmayı normal görüyor. Ümmet kavramına dört elle sarılıyor. Oysa burjuva devrimi, ümmet yerine ulusun, kul yerine bireyin yani yurttaşın gücünü esas alan tarihsel bir kırılmaya karşılık geliyor.
Ne var ki bugün burjuva sınıfının temsil ettiği kapitalist düzen çok boyutlu krizler yaşıyor. Bu krizler, düzeni ideolojik açıdan aklamaya yarayan demokrasiyi ve onun vazgeçilmez parçası olan laikliği sulandırıp yozlaştırıyor. Laiklik, inanç alanını bireyin vicdanına bırakan, devlet yönetiminde bilimsel aklı ve insanın dünyevi gereksinimlerini önceleyen bir tutum ve davranış biçimi olarak tanımlanıyor. Kapitalist düzen kitlelerin dünyevi gereksinimlerini karşılayamadıkça gerici akımların ve şovenizmin kutuplaştırıcı söylemlerinin arkasına gizlenerek kendini koruyor.
Son yıllarda Batılı ülkelerde şovenist gerici iktidarların iş başına gelmesi tesadüf değil. Ne yazık ki bu olgu ülkemizdeki siyasi iklimle de örtüşüyor. Bence kapitalizmin krizleri sürdükçe önümüzdeki yıllarda demokrasi karşıtı iktidarların işbirlikleri ya da çatışmaları dünya siyasetinde çok daha belirleyici olacak.
AKP iktidarı laikliğin tam anlamıyla tasfiyesi için gerek yasal ve Anayasal düzlemde gerekse toplumsal alanda daha fazla adım atacak. Her geçen gün yeni bir örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Bu anlamıyla Türkiye’nin geleceğinde bir din devleti oluşma ihtimalinden bahsedebilir miyiz?
Sizin de belirttiğiniz gibi laikliğin tasfiyesine yönelik girişimlerin hız kazandığı bir süreç yaşanıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kamu bütçesinden aldığı aslan payıyla siyasal iktidarın ideolojik ve operasyonel aygıtı olarak çalışıyor. Bakanlıkların iktidara yakın tarikatlar tarafından paylaşıldığı biliniyor. Tarikatlar, cemaatler akçalı dünya işlerini sevdikleri için ticarete de uzak durmuyorlar. Yani iktidarla simbiyotik ilişki içerisinde olan inanç gruplarının günümüzde çok büyük bir ekonomik ve siyasi güç odağı haline geldiği apaçık görülüyor. Kamuoyunun laiklik karşıtı söylem ve eylemlerle meşgul edilmesi iktidarın işine geliyor. Böylelikle gündem saptırıp ekonomideki olumsuz gidişatın üzeri örtülmeye çalışılıyor. İktidarın mecliste yeterli çoğunluğa sahip olmadığını bildiği halde yeni anayasa tartışması açması da bundan kaynaklanıyor.
Bugünlerde bazı gerici kanaat liderleri İslamcı devrimin koşullarının olgunlaştığını savunmaya başladı. Bunun hayaliyle yanıp tutuşan yüzbinlerce fanatik belki de bir yerlerden işaret bekliyor. Böyle bir durumda şeriat devleti kuracak siyasal iradenin bir gece ansızın yürürlükteki anayasayı rafa kaldırıp TBMM’yi kapatması öngörülür.
Ne var ki iktidarın bugünkü ekonomik performansıyla bunu kotarabilmesi kolay değil. Ülke günübirlik kararlarla yönetiliyor. Sürdürülebilir mali kaynaklara sahip olmayan tek adam rejimi, Ortadoğu’daki hanedanlıklar gibi zengin enerji kaynaklarının üzerinde oturmuyor. Tersine taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışıyor. Yani halktan topladığı fahiş dolaylı vergilerle ancak ekonominin iflasını önleyebiliyor. Rezerv alan gibi icatlar çıkarıp kamu arazilerinin satışından rant elde etmeyi planlıyor.
Ayrıca her ne kadar aşındırılsa da Cumhuriyet Devrimi’nin izlerini toplumsal bellekten kazımak kolay değil. Şeriat isteyen azınlığın karşısında milyonlarca Cumhuriyet yanlısı modern yaşamı benimsemiş yurttaş var. Türkiye’de insanlara mal ve hizmetleriyle birlikte Batılı kültürel değerleri de pazarlayan küresel şirketler var. Dolayısıyla bu nesnel koşullara karşın ülkede bir din devleti ilan etmek iktidar açısından çılgınlık olur.
Türkiye’nin gerici dönüşümüne karşı bir barikat oluşturmak amacıyla kurulan Laiklik Meclisi’ne siz de katıldınız. Laiklik Meclisi ve ilericilik mücadelesi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Laiklik Meclisi’ne katılmamın ana nedeni, “Cumhuriyet’i kuran partiyiz” diye övünenlere duyduğum tepkidir. Anayasanın temel ilkesi olan laik devleti savunmak öncelikle arkasında kitlesel desteği olan ana muhalefet partisine düşerdi. Sözüm ona dindar kesimi kaybetmemek için laiklik ilkesine sahip çıkmadılar. Dindar kesime laikliğin dinsizlik olmadığını anlatmak yerine iktidarı taklit etmeyi yeğlediler. Oysa laik bir düzende devleti yönetenlerin yurttaşların farklılıklarına saygı göstermek zorunda olduğu; inancı ya da inançsızlığı nedeniyle yurttaşına dost ya da düşman olamayacağı gür bir sesle anlatılabilirdi.
Bence TBMM’de anayasa üzerine yemin edenler meydanı boş bıraktığı için Laiklik Meclisi’nin kurulması bir zorunluluktu. İyi de oldu. Laiklik Meclisi, tepki vermekle yetinmeyen siyaseti ve toplumu etkilemeyi hedefleyen ilerici bir oluşum. Zaman içinde muhalif kesimler açısından da bir turnusol kağıdı işlevi göreceğine inanıyorum. Laiklik kavramı, medyanın yanı sıra sokağın da gündemine gelirse kamuoyu duyarlı kılınabilir. İktidarın laiklik karşıtı uygulamaları vurgulandıkça toplumda laikliğin önemi çok daha somut biçimde algılanacaktır. Laiklik tartışıldıkça ilericilikle gericilik arasındaki derin çelişki çok daha görünür olacaktır. Gericiliğin panzehiri olan laiklik, demokrasinin ve özgürlüklerin biricik güvencesidir.