12 Eylül’den AKP’ye: Türkçü-İslamcı rejim ya da faşizmin ve irticanın kardeşliği

12 Eylül’den AKP’ye: Türkçü-İslamcı rejim ya da faşizmin ve irticanın kardeşliği

17-12-2023 14:07

Şeriatçı ve Cumhuriyet düşmanı Şeyh Said ismi semboliktir ve bu isim Kürtlere yönelik bir açılım değil tersinden İslamcılığın artık siyasal simgelerini bile geriye çekme ihtiyacını hissetmediğini göstermektedir.

Ali Ateş

AKP iktidarını, kapitalizmden bağımsız düşünerek onu sınıflar üstü bir yere oturtup aykırı bir rejim olarak değerlendirmek mümkün mü? Elbette değil; AKP’nin doğrudan sermayenin çıkarlarını temsil ettiği gibi uluslararası kapitalizme Türkiye’nin entegrasyonunun da bir aracı olduğunu apriori olarak ortaya koymak gerek.

Fakat, 21 yıllık AKP iktidarını yukarıda ifade edilen şekliyle salt bir süreklilik olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Tersinden, kapitalist sistemin aç gözlü ihtiyaçlarını karşılamak için “yeni bir rejimin” kurucu öznesi olarak AKP’yi değerlendirmek işin bir başka bir boyutu olarak saptanmalıdır. Bu açıdan AKP’nin 21 yıllık iktidarını kapitalizmde süreklilik ve rejimde değişim başlıklarıyla birlikte ele almak gerekiyor. Bu anlamıyla meseleyi son 21 yıla indirgeyemeyiz ama diğer yandan son 21 yıldır ülkemizde yaşanan gerici dönüşümü sıradan ve olağan karşılamak yaşanan Türkiye’nin içinden geçtiği karşı-devrim sürecini açıklayamaz.

Türkiye kapitalizminin tarihi, aynı zamanda sola ve özelde sosyalizme karşı mücadele tarihidir. Gerici ve faşist hareketin yatağı işlevi gören gladio örgütlenmesinin ülkenin NATO’ya girişiyle doğrudan ilgisi bulunmaktadır. 1950’li yılların DP iktidarının öncesinde CHP’nin bizzat öncüsü olduğu bir sürecin bugünkü sonucu, CHP eliyle kurulan Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinin aktörü olan gerici-faşizmin yükselişi olmuştur. AKP başta olmak üzere gerici ve faşist güçlerin köklerini burada aramak lazım ve bu kökler bizzat kapitalizmin bekası için CHP eliyle sulanmıştır.

Yine süreklilik bağlamında vurgulanması gereken bir başka önemli olgunun başında ise 12 Eylül askeri cuntası gelmektedir. 24 Ocak kararlarını yaşama geçirmek adına işçi sınıfının bastırıldığı 12 Eylül cuntası, bir yandan emperyalist-kapitalist sistemin 1970’lerin sonunda neo-liberal dönemine entegrasyonunu diğer yandan işçi sınıfının tam boy teslim alınmasını hedeflemişti. Bu iki hedefte de başarılı oldular ve bugün sınıfa karşı kullanılan gerici-faşist güçlerin sermaye devletinde iktidar olması bu sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.

Türkiye siyasi tarihi, Türkiye kapitalizminin tarihiyle doğrudan ilgilidir. Bu tarih aynı zamanda emperyalist-kapitalist dünya sisteminin yönelimleriyle belirlenen temel bir nitelik arz eder. Bu genel kural, son 21 yıldır iktidarda bulunan ve AKP ile temsil edilen gericiliğin nasıl bir evrimsel süreçle buraya geldiğini açıklamaktadır. Bu sınıfsal ve tarihsel karakter belirlendikten sonra, son 21 yıllık sürecin nesnel nedenlerine daha yakından bakabiliriz. AKP, bir yandan düzenin evrimsel sürecinin bir parçası olarak sermaye sınıfının başat gücü haline gelmiş diğer yandan sermaye çıkarlarının ihtiyaç duyduğu bir partiyi temsil ettiği için iktidar olmuştur. Sermaye birikim modelinin ihtiyaç duyduğu yabancı sermayenin önünün açılması, sömürü oranının artırılması, emekçi sınıfların kontrol altında tutulması ve sermaye devletinin merkezileşme eğilimi AKP iktidarının temel zemini olmuş, bu ihtiyaç gerici bir partinin istibdat rejimiyle sonuçlanmıştır.

Hem tarihsel sürecin evrimi hem de sermaye sınıfının ve devletin ihtiyaçları bağlamında AKP’nin 21 yıllık iktidarının gökten inmediğinin ve bir ucube sayılmamasının ana nedenleri bunlar. Artık bizzat düzenin beslediği karşı-devrim başat güç haline gelmiş aynı zamanda sermaye sınıfının ihtiyaçlarıyla paralel bir “istibdat rejimi” kurulmuştur. Ancak sorun şudur: Bu tarihsel süreç ile ve son 20 yıllık sermaye sınıfının ihtiyaçları tarafından belirlenen yeni durum yeni bir rejim yaratmıştır: 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in temel paradigmalarını taşıyamayan kapitalizm, bu paradigmaları bir bir tasfiye ederken, yeni bir rejim inşa etmektedir. Bu rejimin ise gerici-faşist bir ideoloji ekseninde kurulduğu, artık devletin 1923 Cumhuriyetinin alamet-i farikası sayılması gereken Kemalizm yerine kendi ideolojik paradigmalarını yerleştirmeye çalıştığı yeni bir durum söz konusudur.

Doğaldır ki bu parametreler en başta gerici kodlarla yazılmaktadır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine AKP tarafından atanan kayyumun, bir otoyola Şeyh Said ismini vermesi yeni rejimin yeni paradigmasıdır. Şeriatçı ve Cumhuriyet düşmanı Şeyh Said ismi semboliktir ve bu isim Kürtlere yönelik bir açılım değil tersinden İslamcılığın artık siyasal simgelerini bile geriye çekme ihtiyacını hissetmediğini göstermektedir. Aynı zamanda ortada devlete rağmen yerel bir yönetimin attığı adım değil, tersinden bizzat devletin aldığı bir karar söz konusudur.

Yine aynı şekilde simgesel bir değer taşıyan bir başka adım ise Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın serbest bırakılmasıdır. Hukuki prosedürün zorunlu bir sonucu olarak sunulsa da AKP eliyle kurulan rejimin bir “hukuk devleti” olmadığı herkesin malumu. Osman Kavala’dan Gezi Davası’na kadar bütün davalarda hukuku siyasete uyduran ya da siyasete hukuki kılıf bulan bir rejimin FETÖ’nün talimatıyla işlenen bir cinayetin failini serbest bırakılması noktasında kılını kıpırdatmaması, yeni rejimin bir başka yüzünü fazlasıyla açık etmektedir.

Ortadaki fotoğraf nettir. Faşizm ve gericilik kol kola girmiş ve yeni bir rejim oluşmuştur. Bu rejimin bir yanında MHP-BBP faşizmi diğer tarafında ise AKP-Hizbullah gericiliği bulunmaktadır. Türk-İslamcı rejim, irticanın ve faşizmin kardeşliğini sergilerken, bu rejimin 1923 Cumhuriyet’i ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı da ayrıca belirtilmelidir.

Yandaş kalemlerden gelen en masumane tez ise şudur: 1925’de Cumhuriyet’e başkaldıran Şeyh Said’in bugün anılması, Cumhuriyet’in helalleşmesi olarak görmeli, Cumhuriyet’in 100. Yılında toplumsal barışın sağlanması olarak değerlendirilmeli.

Ancak unutulan temel nokta zaten burası. Cumhuriyet’in 100. Yılı, onu yıkmak isteyenlerle anılabilir mi?

Şeyh Said simgesi üzerinden “milli bir Kürt karakteri” yaratma girişimi ise özünde siyasal İslamcılığa verilen büyük bir primdir. Daha düne kadar IŞİD’e karşı Kürt siyasi hareketini seküler bir güç olarak sunanlar, bugün IŞİD zihniyetini sahiplenebiliyorsa, işte orada durmak lazım.

Aynı zamanda AKP’ye karşı CHP ile ittifak arayışında olup Şeyh Said’i sahiplenmek de yine Kürt siyasi hareketine kalmış gözüküyor. Çelişkiler diyarında tutarsızlık siyaseti, şaşırtmaya devam ediyor!