Karşı devrimci isyan: Komintern’in Şeyh Said isyanı hakkındaki tutumu (Belgeler)

Karşı devrimci isyan: Komintern’in Şeyh Said isyanı hakkındaki tutumu (Belgeler)

17-12-2023 14:11

Karşı-devrimci isyan 1925 yılında yaşanan Şeyh Said ayaklanması hakkında dünya üzerindeki en yüksek komünist örgütlenme olan Üçüncü Enternasyonal’de, yani Komünist Enternasyonal’in yürütme kurulunda (KEYK) değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelere göre, Şeyh Said ayaklanması yeni kurulan burjuva iktidarı askeri olarak yenebilecek güce sahip değildir, bu açıdan askeri olarak yenilmeye mahkûm ancak Musul sorunu bağlamında ise dikkate alınması... View Article

Karşı-devrimci isyan

1925 yılında yaşanan Şeyh Said ayaklanması hakkında dünya üzerindeki en yüksek komünist örgütlenme olan Üçüncü Enternasyonal’de, yani Komünist Enternasyonal’in yürütme kurulunda (KEYK) değerlendirmeler yapılmıştır.

Bu değerlendirmelere göre, Şeyh Said ayaklanması yeni kurulan burjuva iktidarı askeri olarak yenebilecek güce sahip değildir, bu açıdan askeri olarak yenilmeye mahkûm ancak Musul sorunu bağlamında ise dikkate alınması gereken bir isyandır.

3 MART 1925 TARİHLİ RAPOR

Dr. H. Stürner imzasıyla 3 Mart 1925 tarihinde yayımlanan bu rapordan satır başları şu şekilde:

(…)

3-) Görünen nedenler; hareketin doğuşu ve hedefi hakkında görüşler

Hareketin önderi Şeyh Said’in Manifestosu’nun gösterdiği hedefler:

  • Türkiye’den bağımsız bir Kürt devleti kurulması
  • Başına bir kralın atanması
  • Halifeliğin ve şeriatın yeniden inşası

a. Din Faktörü: Şeyh Said’in kendisi, İran’ın Hiva ve Buhara kentlerine kadar genişlemiş bulunan Nakşibendi Tarikatı’nın başıdır. Ayaklanmanın itici gücü, İslam cephesindekiler için dayanılmaz olan ve “Müslümanlıkla hiçbir şekilde bağdaşmayan” Ankara hükümetinin “laikleşme politikası” oldu. (…) Ankara’daki tedirgin çevrelerin, “Halifeliği ve şeriatı geri getirmeyi amaçlayan hareket ülkenin tümünü kapsayabilir” korkusuyla İstanbul ve Trabzon’da sıkıyönetim uygulanması yolundaki isteklerini hükümet geri çevirdi.

b. Hanedan Faktörü: Sultan Abdülhamit’in, Paris’te sürgün hayatı yaşayan ve isyancılar arasında olduğu iddia edilen oğlu Selim Efendi’nin, isyancılar tarafından tahta çıkarılmak istendiği ileri sürülüyor. Ankara ise, iki yıl önce sürgüne gönderilen Abdülhamit dönemi hanedan mensuplarından çoğunun vaktiyle Musul, İran ve Suriye’ye gittiğini ve şimdiyse Türkiye sınırlan içindeki Kürt bölgelerine geçtiğini belirtiyor ve ayaklanmanın yönetimini üstlendiklerinin altını çiziyor. Osmanlı Sarayı’nın ileri gelenlerinden oluşan yaklaşık 150 kişilik bir komitenin, ayaklanmayı İsviçre’den ve Suriye’den yönettiği söyleniyor. Ayaklanmanın, Şeyh Said’in iki oğlunun, bilgi toplamak için gittikleri İstanbul ve Halep’ten geri dönmelerinin hemen ardından patlak verdiği yolunda Fethi Bey’in de dikkati çekilmişti. Ankara basını, ayaklanmayı, Cumhuriyet yönetiminin, doğu illeriyle ilgili hemen hiçbir soruna el atmadığı yolunda algılandığının bir göstergesi olarak tanımlıyor ve bunun ciddi bir uyan olduğunu belirtiyor.

c. Sosyo-ekonomik ve ulusal faktörler

(…)

4-) Ankara Hükümeti’nin görüşü

Başbakan Fethi Bey, Büyük Millet Meclisi’nde Kürt Ayaklanmasının, tam da önemli uluslararası konuların (Musul olsa gerek) çözüm aşamasına geldiği bir sırada baş gösterdiğine üstü kapalı olarak değinmişti. Muhalefetten Kâzım Karabekir de başbakanın açıklamalarını “Fethi Bey ayaklanmanın arkasında her halde dış kaynaklı entrikaları görüyor.” biçiminde yorumlamış ve kendisi de (İngiliz) oyunların(ın) rol oynadığına inandığını söylemişti. İngiliz basını ise Ankara’daki resmi çevrelerin bu “yabancı parmak” faktörünü yalnızca hareketin ilk günlerinde ön plana çıkardığını, sonraki günlerde ise daha çok din ve hanedan kaynaklı faktörleri vurguladığını kanıtlayabilmek istiyor. Bu arada yeni hükümet, dinin kamuoyunu etkilemek amacıyla politik amaçlı kullanılmasının “vatana ihanet” olarak algılanacağı yeni bir yasayı uygulamaya koydu. Böylece ayaklanmayı, uygulayacağı iç politika için bir malzeme olarak kullanacağı açıkça belli oluyor.

5-) İngiliz kışkırtması ve Musul sorunuyla bağlantı

a-) Geçtiğimiz sonbahar aylarında Türk kuvvetlerinin Hakkâri’deki Nesturilere karşı düzenlediği operasyon sırasında ayaklanmanın başı Şeyh Said, Türk hükümetine karşı safta yer almıştı. 17 Ekim 1924 tarihli “Musul” raporunda, -önceki yıl İstanbul’da toplanan Musul Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan- Hakkâri sorunu ile İngilizlerin Musul politikası arasındaki ilişkiye değinmiştik.

b-) Yine geçen Ocak ayında Nesturi ve Keldani Metropolitinin, bir süre İngiltere’de Canterbury Başpiskoposu’nun konuğu olduğunun altını çizmekte yarar var. Bu bağlamda “Manchester Guardian”da, Musul sorununa çözüm arayışı içinde olunduğu şu sıralarda, ya Yakındoğu’daki İngiliz yönetimi altında bulunan Nesturilere Irak hükümetinin dolaylı denetimi altında hiç olmazsa kısmi bir özerklik verilmesi ya da anayurtlarına kavuşmalarının sağlanması gibi konuların git gide artan bir önem kazanmakta olduğunun altını çiziyor.

c-) İngilizlerin, Kürt Ayaklanmasını desteklediklerinin somut bir kanıtı yok. Ancak; aylar boyunca yapılan planlı hazırlıklar, isyancıların, makineli tüfeklerin de desteğiyle çok iyi donatılmış oldukları ve hele ayaklanmanın zamanlamasının yarattığı kuşkular Türk basını tarafından haklı olarak dile getiriliyor. Ne var ki İngiltere için ayaklanmanın başarılı olup olmaması hiç de önemli değil. Önemli olan Türkiye sınırları içinde Türk karşıtı ayrılıkçı bir silâhlı hareketin varlığı. Musul sorununun, Kürt-Nesturi-Keldani odaklı çözülmesi gerektiğini savunan İngiltere’nin eline böylelikle kararlılığını güçlendirici sağlam bir kanıt geçiyor ve bunu da önümüzdeki yazın başında Musul sorununun görüşüleceği Cenevre Konferansı’nda kullanacak.

d-) Bu arada rakibin silâhıyla saldırıya geçen İngiliz basını Türkiye aleyhine “Hırsızı yakalayın!” çığlıkları atıyor. Bunu en çok “Daily Telegraph” yapıyor. Nitekim 22.2 tarihli gazetede “Türk zihniyetini en iyi bilen İngiliz askeri ve diplomatik çevreleri Ankara’nın isyancı Kürtlere karşı aldığı askeri önlemlere büyük kuşku ve güvensizlikle bakıyorlar. Yapılan hazırlıklar, Osmanlı ordusunun, Irak’ın Musul yöresindeki Rowanduz köyüne 1923’te düzenlediği baskın öncesini anımsatıyor.” deniyor. Haberde daha sonra, 28.2 tarihli başyazı da bu görüşü sahipleniyor, Türklerin Milletler Cemiyeti’ne ve tüm üye devletlere, Türk askerinin neler yapabileceği ve belki de Irak’ı ele geçirmeye yönelik gerçekten bir askeri harekâta girişebileceği konusunda bilinçli bir gözdağı vermeyi amaçladığı söyleniyor. İngiltere belki de, şu anda Musul’da bulunan karma komisyonu, Mart ayında yayınlayacağı raporun sonucu konusunda etkilemek istemektedir.

Kürt Ayaklanması ister başarıya ulaşsın isterse son derece kararlı ve gözü kara görünen Türk hükümeti tarafından bastırılsın, Kürdistan’da şu anda olup bitenlerden hareketle Türk-İngiliz gerginliğinin önümüzdeki aylarda artarak süreceğine kesin gözüyle bakılabilir.

“KARŞI-DEVRİMCİ İSYAN”

KEYK yedek üyeliği de yapmış olan F.A. Raskolnikov’un yaptığı uzun analizde Şeyh Said ayaklanmasına dair karşı devrimci değerlendirmesi yapılıyor. Raskolnikov, Şeyh Said ayaklanmasının Afganistan’da Emanullah Han’a karşı İngilizlerin kışkırttığı isyanın başarısızlığı üzerine patlak verdiğini belirtiyor ve diğer başlıklara dair analizlerini yapıyor.

Raskolnikov’un analizinden satır başları şu şekilde şu şekilde:

“Türkiye’deki Karşı-Devrimci İsyan”

Emir Amanullah Han’ın ıslâhat siyâseti aleyhine Afganistan’da İngilizler tarafından kaldırılan son isyan hareketleri yenice kurtarmıştı (bitmişti) ki, 1925’inci yılın Fevral (Şubat) ayının ortalarında Türkiye’de İnkılâba karşı isyan patladı. Bu isyan doğrudan doğruya eskiye kayıtmayı (geri dönmeyi) taleb ediyor ve Mustafa Kemal Paşa’nın umumen Türkiye’yi demokratlaştırmak, memleketi derebeylik kalıntılarının zulmünden âzâd etmek ve müsliman mescidinin irticâi hegemonya idevlojisinden âzâd etmeye doğru çevrilen (yöneltilen) terakkiperver (ilerici) siyâsetinin bilâvâsıta aleyhine çıkışta bulundu.

Halk Fırkası’nın rehberliği altında olan Türkiye’deki milli inkilâpçı hareket beynelhalk emperyalizm esâretinden memleketi kurtarmaya muvaffak olmuştur. Lâkin bir az evvel Halk Fırkası içerisinde tefrika (ayrılık) meydana çıkmıştır. Çoktan beri muayyen bir şekil almış olan sağ cenah ondan ayrıldı. Bu cenah eskiden ikinci numaralı grubu teşkil ederdi. Şimdi ise müstakil Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırkası’nı meydana getirmiştir.

Bu ayrılığın tarihi mecburiyeti açık görünürdü. İş oradadır ki, Mustafa Kemalciler öz Halk Fırkası sıralarına içtimai cihetten oldukça cür becür (çeşitli) unsurları geçirmişlerdi. Türkiye’deki milli kurtuluş hareketine rehberlik eden bu fırkanın esas kadrosunu emperyalizm aleyhine mübâreze zamanında Mustafa Kemal hükümetine yardım gösteren, kısmen Anadolu kentlileri (köylüleri), ziyalılar (aydınlar) ve şehir hırda ve orta bab (küçük ve orta) burjuvazyası teşkil ediyordu. Anadolu kentli kitlesinin yardımı ve taraftarlığı olmadan Mustafa Kemal hükümeti uzun zaman yaşayamazdı ve hakikat halde Cihan emperyalizminin satılmış âletinden başka bir şey olmayan muntazam Yunan ordularına gâlip gelemezdi. Halk Fırkası ve Mustafa Kemal hükümeti bilâvâsıta harbî tehlike şartları içerisinde emperyalist ordularıyla harbî harekât zamanında, Sevr sulhnâmesinin demek olur ki heman (söz konusu) ikinci günü Türkiye topraklarını işgâl ettiler.

(…)

Halife ve Sultan etrafinda gruplaşan ruhâni ve mülki aristokrasinin İstanbul’da aks inkılâb (karşı-devrim) için bir ocak ve yığıntı teşkil etmesine karşı, Ankara hükümeti ihtiyatla, ki kat’i ve dönmeksizin bir tedricle bu aks inkılâb yuvasını dağıtmak tedbirleri görmek mecbûriyetinde kalmıştır. Bu irtica ocağı emperyalizme mahsus entrikaların istinad noktası olmuş ve gittikçe milli hareketin karşısına mâ’niler türetmiştir.

Evvelce Sultanlık lağvedilmişti ve geçmiş hâkim ve zâlim-i mutlak Roma Papa’sının vaziyetine konulmuş ve umum Müslüman dünyasının yalnız Halife, yalnız ruhâni reisi olarak bırakılmıştır. Lâkin Yıldız sarayının şevketmaâb sâkini elinden dünyevi kılıç alındığından çok az sonra o özünün ruhâni kılıcından mahrum edilmiştir. Sultanlıktan sonra Halifelik te lüzumsuz hesâb edilmiş, onun büyük pahaya malolan bir tantana olduğu nazara (dikkate) alınarak Büyük Millet Meclisi tarafından tantanalı bir sürette bastırılmıştır.

Mutlakiyetçi ve dini irtica’ ile yapılan bu mübâreze, bütün bu ıslâhâtı hayata geçiren Türk heyet-i içtimâiyesinin ileri gelmiş sınıfının düşmanlarının sayısını ehemmiyetli derecede çoğaltmıştır.

Böylelikle, Milli Kurtuluş hareketi proğramını özünün dâhili ve harici siyâsetinde hayata geçirmekte olan Ankara hükümetinin düşmanları tarafında, tarihçe lâebed olarak:

1-beynelhalk emperyalizminin birleşmiş sıraları,

2-geçmiş saraylıların, âli (yüksek) memurların ve zâbitlerin monarşist daireleri,

3-irticacı müslüman ruhânileri,

4-derebeyler, mülkedârlar sınıfı,

5-emperyalist kapitalinin hesabsız menfaat bağlarıyla bağlanmış, ekseriya sahil merkezlerinde olan büyük ticâret burjuvazyasının bulunduğu anlaşılmıştır.

(…)

Bu isyânın ipi bir taraftan Britanya emperyalizmine ikinci taraftan ise İstanbul’daki derebeylik ve dini aristokratlara kadar uzanır. Terakkiperver Cumhüriyetçi Fırka objektif bir sürette bu irticâ’cı kuvvetlere nökercilik (uşaklık) rolünü oynamıştır. Kürdistan’da isyan patladığı gibi Fethi Paşa istifâ etmeye mecbûr olarak hükümetin başına tekrar İsmet Paşa kabinesinin geçmesi boşu boşuna değildi.

(…) İsyânın Türkiye şark vilâyetlerinde patlaması da tesâdüfi değildir. Bir az evvel “aşar” vergisinin lağvıyİa menâfiine büyük bir darbe vurulmuş olan derebeyi toprak sâhiblerinin en büyük emlâki hemen bu vilâyetlerde vâkidir.

(…) Bu zulüm, Türkiye Kürdistan’ı gibi merkezden uzak eyâletlerde hususen çok büyük olur. Kentlilerden (Köylülerden) dayanak noktası bulmayı arzu ederek, Büyük Millet Meclisi’nin tam yardımıyla Ankara hükümeti orta asra mahsus bu vergiyi lağvetmiştir, Bu vergi, onun ağırlığı altında mahvolan Türk kentlilerinin üzerinde büyük bir ağırlık teşkil ediyordu. Hele (henüz) 1922’nci yılın 1 Mart’ında Mustafa Kemal Paşa “kentli (köylü) birim memleketin sâhibidir” demişti. Bu şiar a’şar vergisiyle uyuşacak değildi.

Tabiidir ki, aşarı lağvetmekten ibâret olan en büyük vergi ,ıslâhâtı, derebeyi mülkedârların (toprak ağalarının) ve a’şar topjamakla beslenen mültezimlerin keskin nârâzlıkları (itirazları) ile karşılanmıştır. Burası hususen şarki Türkiye’deki tufeyli toprak sâhiblerinin menfâatine daha kuvvetli dokunmuştur. Ankara hükümetinin toprak münâsebetlerine karışması herkesten çok Türkiye Kürdistan’ındaki derebeylerin yukarı tabakalarına ciddi bir sürette tesir etmiş ve onları müsellâh çıkışta bulunmaya tahrik etmiştir.

Bu gergin muhitten İngiltere hükümetinin acentaları istifâdeye çalışmışlardır. İngiltere emperyalizmi, genç ve âzâd Türkiye’nin en barışmaz bir düşmanıdır. O Mustafa Kemal hükümetine karşı çoktan beri diş biliyor. Ona göre (bu yüzden) de o, öz düşmanı olan emperyalizme karşı çıkan hükümeti devirmek ve yahut hiç olmazsa ondan Kürdistan’ı koparmak teşebbüsünde bulunabilirdi.

Dikkat olunacak orasıdır ki, Afganistan’daki isyan gibi Türkiye’deki aks İnkılâbçı (karşı devrimci) hareketi de İngiliz nufüz mıntıkası ile hemhudüd olan topraklarda başlamıştır. İsyânın vakti de habile (aynı şekilde) şâyân-ı dikkattir. Yeni hudûdu tâyin etmek için gönderilen Cemiyet-i Akvâm komitesinin Musul dâiresine gelmesi ile aynı zamana isâbet etmiştir.

Böylelikle derebeyi mülkedârların, müslüman mollalarının dalında (arkasında), bütün bu hareketleri teşkil eden, bunlara rehberlik eden ve onları öz pulu (parası) ile kuvvetlendiren İngiliz emperyalizmi durmuştur.

(…)

Türk aks İnkılâb rehberleri, Kürt kitlesini Ankara hükümeti aleyhine ne gibi şiarlar kaldırmaya muvaffak olmuşlardır.

Âşikâr meseledir ki, a’şarı saklamak (muhâfaza etmek) için, vergi toplayanlardan en çok eziyet gören Kürtler’i isyana celbedemezdi. Her bir Kürt için “İngiliz” kelimesinden daha nefrete sebep olacak bir kelime mümkün olmadığından İngiliz yardımını vaadetmekle onları mübârezeye gayretlendirmek te mümkün değil idi. Mutlakiyet hükümetini yeniden meydan getirmek şiarı da habile (yine) Kürdistan ahâlisinin müsellâh hareketine sebep olamazdı. İsyan rehberleri başta Şeyh Said olmak üzere evvelâ halifeliği tekrar iâde etmek zemininde Kürtler’in dini taassubunu alevlendirmek yoluyla, ikincisi kitle arasında şöhret yapmış Kürdistan istiklâli şiârıyla Kürtleri silâhlandırmışlardır.

Cihan harbi zamanında ve Cihan harbi kurtardıktan (sonlandıktan) sonra birinci yıllarda bu şiardan meşhur avanturist Simko muvaffakiyetle istifade etmiştir. Simko evvelâ Rus Çarlığı’nın satılmış acentası olup, sonra özünü İngilizler’e satmış ve İran topraklarına kuldurluk (soygunculuk) hücumları icrâ etmiş bir adamdır.

Âşikârdır ki, Kürdistan istiklâli kitleyi celbetmek için yalnız bir vâsıta ve tele (tuzak) olarak ileri sürülmüştü. Hakikatte ise İngiliz emperyalizmi Musul neftini (petrolünü) daha muhkem saklamak (tekelinde tutmak) ve Türkiye Kürdistanı’nda öz hegemonyasını berkitmek (pekiştirmek) ister.

(…) Her nice olursa olsun Milli Kurtuluş hareketi dalgasından meydana gelen Türkiye hükümeti, objektif bir sürette inkılâbçı rolü oynuyor, İngiliz emperyalizmi ise kaldırılan (yükselen) isyan ile bu hareketi boğmaya çalışıyor.

Onu göre de bütün ülkelerin işçi sınıfının muhabbet ve teveccühünü bu mübârezede öz silâhını Cihan emperyalizminin zulmüne karşı çevirmiş ve milli inkılâba bir daha ateş ve kılıçla yol açmaya mecbür olan Ankara tarafındadır.

“İSYANCILARA KİM YARDIM EDİYOR?”

Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)’in yayın organı Pravda’nın 4 Mart 1925 tarihli sayısında Şeyh Said ayaklanmasına dair haberde şöyle bir detay yer almıştır:

Türkiye’de Gericiler İçyüzünü Gösterdi.

Halifeliğin Yeniden Kurulması Çağrısında Bulunuyorlar.

GERİCİLERİN ARKASINDA KİMLER GİZLİ

İsyanın yayıldığı bölgelerde isyancıların dağıttığı bildirilerde şunlar da belirtiliyor: “Halife sizleri bekliyor. Halifesiz İslam yoktur. Şimdiye kadar hiçbir zaman hiçbir halife ülkeden kovulmamıştır. Şimdiki hükümet bütün gücüyle halkın dini mukaddesatını yok etmek için çalışıyor. Kadınlar en uygunsuz biçimde giyiniyor. Okullarda ateizm okutuluyor.”

Bu bildiriler, Şeyh Said’in elinde bulunması mümkün olmayan teknik yöntemlerle dağıtılıyor. Esir alınan isyancılar yabancı menşeli üniformalar içinde. Bu iki olgu dışarıdan destek geldiği gerçeğini ortaya koyuyor. Bundan başka, esir isyancıların ceplerinde yabancı paralar bulundu. Kimi esirlerde yabancı model silahlar vardı.

KAYNAKLAR-NOTLAR:

(*) Yazıda yer alan Komintern’in değerlendirmesi, Raskolnikov’un analizi ve Pravda’da çıkan haber kısımları Erden Akbulut ve Erol Ülker tarafından yazılan, Yordam Kitap tarafından 2022 yılı Mart ayında birinci baskısı yapılan “Komintern, TKP ve Kürt İsyanları” kitabının 108 ila 144. sayfaları arasındaki “Şeyh Said İsyanı Değerlendirmeleri” başlıklı 2. bölümünden alınmıştır.