Yerel seçimler ve ötesi...

İktidar ile düzen muhalefetinin karşı karşıya geleceği “seçim merkezli” bile olsa politik bir alan kalmamıştır. Düzen muhalefetinin seçim sonuçlarında yaşadığı kriz, bu politik alanı şu an daha da boşaltmıştır ve bu alanın gerçek sahibi sosyalist hareketin, düzen karşıtı solun, bu alana politik ve pratik bir müdahalede bulunmasının önünde kendisinden başka bir engel yoktur.

31 Mart 2023 tarihinde ülkemizde yine sandıklar kurulacak ve yerel seçimler yapılacak.

Mart yerel seçimleri, 2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçim sonuçları sonrasında ortaya çıkan hava pek de soğumadan gerçekleşecek.

Nedir bu sonuçlar biraz açalım.

Cumhur İttifakı’nın istediği sonucu aldığı ancak hep alıştığı “ezici sonuç” ile bu süreçten çıkamamış olmasının getirdiği kasılma, özellikle Ankara ve İstanbul’u almak için yerel seçimleri yeniden bir fetih siyasetine dönüştürecektir. AKP’nin seçim politikası hiçbir zaman “sandık bazlı” ilerlemedi. Seçimin adı ne olursa olsun, AKP’nin gerici, işbirlikçi ve piyasacı karakteri gizlenerek değil aksine tüm açıklığı ile öne çıkarılarak yol alınmıştır. Örneğin, şimdilerde somut bir takvime gelip dayanmış bir anayasa taslağının, sadece ülkeye giydirilmeye çalışılan gömlekle değil aynı zamanda yerel seçimlerin politik düzlemini besleme açısından da önemi AKP için giderek artmaktadır.

Millet İttifakı bileşenleri için ise durum AKP’nin yönteminin tam aksidir. Bir önceki seçimlerde sadece Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak ama AKP politikalarının özünü devam ettirmek, bu kapsamda sağcılıkta AKP ile yarışmanın oluşturduğu seçim politikası, yerel seçimlerde ancak gösterecekleri adayın CV’sine kalmıştır.

Yarattıkları sahte umutları yerel seçimlerde devam ettirme gücü dahi olmayan bu düzen partilerinin şimdi birbirleriyle de rekabet halinde olacağı düşünülürse, politik zeminden oldukça hızlı bir şekilde kaçmaları zorunlu bir hale gelecektir.

HDP açısından ise, yerel seçimlerin kayyum zorbalığına karşı yürütülecek bir zemini merkeze alacağı ve kayyum atanan belediyelerin yeniden kazanılmasının belirleyeceği bilinen bir gerçek.

Peki tüm bu sebep ve sonuçlar, düzen karşıtı solun görevleri ve sosyalist mücadelenin dinamikleri açısından “her zamanki düzen paradigmaları” olarak mı yorumlanmalı yoksa etkili bir müdahaleyi hak eden bir dönem olarak mı ele alınmalıdır? Sorulardan biri budur.

Bu sorunun cevabına giderken, yukarıda bahsedilen sonuçların toplumsal alandaki yansımasını da özetlemek gerekir.

En kaba haliyle, AKP karşıtı olan ve halkın yarısını oluşturan o büyük bölmenin umutsuzluğudur. Ancak bu geçicidir. Solun bu umutsuzluğa müdahalesi artık yaptıkları ile değil yapacakları ile somuta ermelidir. Aksi halde umutsuzluğun sahte umutlarla çakışarak başka bir hal alması pekâlâ mümkündür.

İktidar ile düzen muhalefetinin karşı karşıya geleceği “seçim merkezli” bile olsa politik bir alan kalmamıştır. Düzen muhalefetinin seçim sonuçlarında yaşadığı kriz, bu politik alanı şu an daha da boşaltmıştır ve bu alanın gerçek sahibi sosyalist hareketin, düzen karşıtı solun, bu alana politik ve pratik bir müdahalede bulunmasının önünde kendisinden başka bir engel yoktur.

Sosyalistlerin hesaplaşmasının sadece AKP ile değil düzen muhalefetiyle de gerçekleşmesi gerekmektedir. Yok edilen laikliğin, olmayan bağımsızlığın, tasfiye edilmiş bir cumhuriyetin, kölelik koşullarındaki emekçilerin, açlığın, yoksulluğun arşa vardığı böyle bir dönemde, solun neyi nasıl yaptığı her zamankinden daha da önem taşımaktadır.

İşte bu tabloda altı ay sonra gerçekleşecek yerel seçimlerde, kaçınılması ve içerilmesi gereken iki ana görev ve seçim stratejisi solun yerel seçimlere etkili müdahalesinin önünü açacaktır.

Kaçınılması gereken nokta şudur: Sosyalist öznelerin özellikle sadece iddia sahibi olduğu yerlerde değil, işçi havzalarında ve politik önem arz eden il ve ilçelerde de birbirleriyle rekabet halinde olması.

Bundan mutlak suretle kaçınmak ve aksine bu bölgelerde solun, sosyalistlerin birlikte hareket etmesi, ortak aday çıkarması, bir güç birliğine erişmesinin yolları bulunmalıdır. Yukarıda bahsedilen politik boşluğa güçlü ve etkin bir müdahale parçalanmış değil güçlenmiş bir solun müdahalesi sandık sonucundan bağımsız olarak değer taşımaktadır, ayrıca sandık sonuçları da böyle bir dönemde azımsanmayacak kadar kazanıma yakındır.

İçerilmesi gereken nokta ise şudur. Sol, CHP ve HDP gölgesine en çok da seçim süreçlerinde sığınmaktadır. Oysaki seçim dönemleri politik olarak değerli dönemlerdir ve sol bu gölgeden çıkamayarak,  gücünü yedekleyerek, sözünü sakınarak, özellikle de bu süreçlerde silikleşmektedir. Bu yerel seçimlerde, yerelin sorunlarının çözümü ile ülkenin kurtuluşu arasındaki bağın kurulması,  eşitliğin, özgürlüğün, laikliğin, emeğin kurtuluşunun ve sosyalist seçeneğin savunulması kesin ve net olarak yine CHP ve HDP’ den ayrı bir yerel seçim programı ile gerçekleşebilir. Sosyalistlerin yerel seçim politikası bu düzen içerisinde komünist başkanlara, sosyalist belediyelere konulan doğal sınırları, politik özgürlüğü ve doğruları ile aşabilir. CHP ve HDP’den bağımsız bir seçim politikası, her yerde HDP’nin ya da CHP’nin karşısında aday çıkarmak olarak da anlaşılmamalıdır. Sosyalist seçeneği içeren, onu güçlendirmeyi önüne koyan, sadece sandığı değil ve dönemi de kazanmayı hedefleyen bir yerel seçim birliği, CHP’nin restorasyoncu, HDP’nin ise reformcu programı karşısında devrimci ve sosyalist programı güçlendirmeye yarayacak şekilde kurulmalıdır.

Yerel seçimler sosyalistler, komünistler için tarihi olmasa da önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatın devrimci bir birliktelik ile değerlendirilmesi, seçimler ve ötesini ama en çok da ötesini mücadelemiz açısından daha da değerli bir hale getirecektir.