Popüler figürler kalıcı mevzilere karşı

"İlla birikim ve irade mi aramak istiyorsunuz; işte ülkenin dört bir yanında devam eden emekçi direnişlerine bakın. Sembol mü bulmak istiyorsunuz; elindeki çekçekli araba ile emekçilerin sesi olanlara bakın. Bir tripodla, bir kamerayla kazanmak mümkün değil ama bir çekçek arabasına, bir emekçi direnişine sığacak mevzi de çoktur."

Yerel seçimlere az kala saflar netleşmiş gözüküyor. Seçim yorgunu olan halkın yerel seçimlere olan ilgisinin azlığı dikkat çekerken, son yıllarda bir eğilimin kendini çok net bir biçimde dayattığı söylenebilir: kişilerin siyasete üstün gelmesi. Kişiler üstün gelince de sabah akşam “kutuplaşma” tespiti yapılan, “zıt” gibi gözüken siyasi partilerin bu denli rahat bir şekilde yan yana geldiği bir anda siyaset bir tür oyun olarak görülüyor. O nedenle de siyaset yerine figürlerin, hedefler yerine “görüntünün” bu kadar çok konuşulduğu görebiliyoruz.

Bu tespite iki itiraz çıkabilir. Birincisi, biraz siyasete şerbetli olanların tespitidir: “Siyaset zaten böyle bir şeydir, ya kazanırsın ya da kaybedersin. Kişisel ya da sınıfsal çıkarların neredeyse, sen de oraya gidersin. İlkeler soyut, çıkarlar somuttur. O yüzden de geçmişte de “kişiler” her zaman siyasete üstündür.”

İlk itirazın haklılık payı bulunmaktadır. Gerçekten de, sınıfsal çıkarlar her şeyden üstündür. O yüzden dün muhalefette olanlar bugün iktidarı destekliyor olabilir ya da tam tersi. Ancak bu çıkarların kime ve nasıl hizmet ettiği de önemlidir. Bugün siyasetin ana figürlerinin tamamının çıkarı sermaye sınıfının çıkarlarından oluşmaktadır. İrili ufaklı aktörleri de dahil edersek, şu ya da bu sermaye grubuna hizmet etmeyen hiçbir aktör bulunmuyor. Dolayısıyla, siyasetteki yer değiştirmeler “olağan” karşılanabilir ama bizim de bunu “çürüme” olarak görmemiz yanlış değildir. Üstelik, ilkeler ve program da gene toplumsal çıkarlarla ilgilidir. O yüzden ilkeleri savunmak, soyut değil tam da somut bir tutumdur.

Gene bu tutumun kimin işine yarayacağı tartışılabilir. Zaten siyaset bunun için var. Siyaset sınıfsal çıkarların üstünü örttüğü gibi, bu çıkarların berraklaşmasına olanak tanıyabilir. Bu olanağın nasıl yaratılacağı ise bu yazının önemli bir konusu, ama ona sonra geleceğiz.

İkinci itiraz ise “günümüzün ruhu” ile alakalı. Bu itiraza göre anlık iletişim o kadar önemli hale gelmiştir ki; geniş kalabalıkların bir anlamı kalmamıştır. Popüler figürler geniş sayılacak kalabalıkları anlık iletişimin sağladığı söylem gücüyle belirleyebilir. Hatta kimi liberal yazarlar öylesine ileri gidiyor ki; 21.yüzyılın beklenin aksine geniş kitleleri harekete geçiren anlık iletişim ağlarının sonnuçsız kaldığını, bu nedenle de “popüler ve otoriter” figürler yarattığını belirtiyorlar. Buu tespiti de “kendi akademik” dillerinden bir itirafla bitiriyorlar; “bilinçli bir öncü olmadan bu tür etkileri durdurmak mümkün değil”. Bu ikinci itirazın ve onu süsleyen diğer itirazların atladığı tek bir nokta bulunuyor; bunun günümüzle hiçbir ilişkisi bulunmuyor!

Tersine, geçmişten bu yana ilk kez çağımızda bu kadar geniş kalabalıkların sözü ve sesi çıkmaktadır. Ancak tek sorun; bu kalabalıkların sesini ve sözünü harekete geçirecek kalıcı mevzileri bulunmamaktadır. Hatta bazı “liberal” yazarların kendi deneyimlerinden çıkardığı sonuçla, siyasetin bu kalıcı mevzileri dolduracak bir “öncü kola” ihtiyacı vardır. 20.yüzyıl bu kolun nasıl inşa edileceğinin sayısız örneği ile dolu.

Ancak 21. yüzyıl bu örneklerin aynen kopyalanması ile yol alınması mümkün değil. Tüm deneyler, bir sonraki deneyler için öğretici yanlar barındırıyor. 20.yüzyıl deneyinin bugüne yansıması değil, yeniden üretilmesi gerekir. Öte yandan, bu yeniden üretimin henüz sonuca vardığını söylemek mümkün değil. Daha doğrusu bunun bir süreç olarak kavranması gerekir. Bu sürecin etkili olduğu ve olacağı evreler mutlaka bulunmaktadır.

O yüzden de bugün seçimler söz konusu olduğunda konuştuğumuz şey “kişilerden” ibaret kalıyor. Açık açık yazalım; bu 21. yüzyılın kaderi değildir. Türkiye bu denli sığ, vasatın hakim olduğu bir ülke olmak zorunda değildir. Zaten kimi karamsarları bir kenara bırakacak olursak, ne çağımız, ne ülkemiz, ne de dünyamız bu denli sığlık içinde yaşamamaktadır. Popüler figürlerin yarattığı geçici dalgalar kumda bir yapı yapmaya benzer. İlk dalgada bunlar yıkılırlar ve kalıcı mevzilerin önündeki en büyük engellerdir.

Şimdi esas mesele, kalıcı mevzileri ön plana çıkaracak, siyaseten kişileri değil geniş kesimlerin çıkarlarını konuşacağımız yeni bir düzlemi açacak imkanları büyütmektir. İnsanları harekete geçirecek, kalıcı mevzilere yerleştirecek ve bugün düzenin zayıflıklarını daha fazla öne çıkaracak birikim de, irade de, semboller de elimizde mevcut. Söz konusu iradenin büyütülmesi, birikimin yeni kanallara açılması, sembollerin de yaygınlaşması gerekiyor.

Elbette pek çok kişi, bu yazının fazlasıyla iyimser bir sonla tamamlandığını düşünebilir. Öyle ya, 21.yüzyıl ne ülkemiz açısından, ne de dünya açısından geniş kesimlerin çıkarlarını ilerletmedi. Bu bakış açısının gerçekliğin sadece bir yanını görebildiğini söyleyebiliriz. Kalıcı mevziler yaratmanın anlık bir durum olmadığını, belirli süreçlerin toplamı olarak görülmesi gerekir. Dolayısıyla da, her türlü hareketin geriye çekildiği bir ülkede dahi gençlerin, emekçilerin, emeklilerin tepkilerinin varlığını görmek, bu tepkilerin artık görmezden gelinemeyecek noktalara vardığını bilmek, böyle bir sürecin devam ettiğini bize göstermektedir.

Temel meseleye geri dönecek olursak, bize iradeyi, birikimi ve sembolleri açığa çıkaracak bir hattın kalıcılaşması gerekiyor.

Bu kalıcılaşmanın ihtiyaçlarını göremeyenlere bir paragraf açarak bitirelim.

İlla birikim ve irade mi aramak istiyorsunuz; işte ülkenin dört bir yanında devam eden emekçi direnişlerine bakın. Sembol mü bulmak istiyorsunuz; elindeki çekçekli araba ile emekçilerin sesi olanlara bakın. Bir tripodla, bir kamerayla kazanmak mümkün değil ama bir çekçek arabasına, bir emekçi direnişine sığacak mevzi de çoktur.

Sembol, irade ve birikim hepsi bizim elimizde. Bu yolu yürüyenlerin hepsine hoşgeldin diyoruz, sahte umutlara, karamsarlığa, iradesizliğe ise “güle güle” diyoruz.