Yerel yönetimler ve düzen muhalefeti: CHP ve DEM Parti’den alternatif çıkar mı?
07-03-2024 13:56Önümüzdeki yerel seçimler düzen siyasetindeki dinamikleri de hızlandırdı. Bir tarafta gerici, faşist bir blok olan Cumhur İttifakı yer alıyor. Diğer tarafta ise farklı kanatları ile birlikte düzen muhalefetinin unsurları bulunuyor. Burada ise CHP ve DEM Parti’nin bir alternatif oluşturup oluşturamayacağı üzerinde durmak önem taşımaktadır.
Neşe Deniz Babacan
Yerel yönetimler, özünde toplumsal yaşamdaki bir dizi hizmetin devlet eliyle ve belediyelere havale edilerek hayata geçirilmesi gibi bir tanıma sahip. Ancak günümüzde gelinen nokta ve aşama bu hizmetlerin neredeyse hepsinin sermayenin rant yoluyla çoğaltılması ve belediyelerin bir çıkar kapısı haline dönüşmesi gibi bir noktaya denk düşmektedir. Bu bağlamda yerel seçimler de, sermaye düzeninde kapitalist rantın yeniden bölüşümü ve paylaşımı anlamına geliyor.
Bunun ise nasıl yapıldığı ise açıktır. Belediyeler normal koşullar altında hayata geçirmeleri gereken hizmetlerin büyük bir çoğunluğunu ihale ederek sermayeye rant kapısı açmaktadır. Buradaki aslan payının inşaat alanında olduğu ve kentsel dönüşüm adı altında müteahhitlerin zenginliklerine zenginlik kattıkları ortadadır. Çevre düzenlemesinden, ulaşıma; alt yapıdan kültürel ve sosyal işlere kadar belediyelerin yapması gereken ne varsa hepsi bugün paranın egemenliğindedir.
Yerel yönetimler ve düzen siyaseti
Yerel yönetimlere ve özelde yerel seçimler üzerinden düzen siyasetine göz atmak gerekirse, karşımıza bir önceki bölümde ifade edilen başlığın yansıması çıkacaktır. Türkiye’de küçük ölçekli bir ilçeden tutun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kadar işleyen mantık aynıdır. Ölçekleri ve siyasi etkileri arasında elbette farklar vardır. Bununla birlikte işin içine seçim mekanizması girince doğal olarak mesele siyasal bir anlam da kazanmakta, patronlar adına siyasal partiler yarışmaktadır. Devamında ise, düzen partileri açısından belediyelerin kazanılması siyasi bir güç anlamına da gelmektedir. Bunlar üzerinden oluşan siyasal düzlem de emekçilerin gündemine seçimler aracılığıyla girmektedir.
İşin bir tarafı böyle açıklanmalı. Diğer tarafında ise bugün sermaye düzeninin ana kanatları arasındaki çekişmenin yerel seçimlerde toplumun karşısında yüksek yoğunluklu bir şekilde çıktığı bir durumla karşı karşıyayız. Somutlamak gerekirse, düzen partileri tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi seçim sonuçlarının Türkiye’nin geleceğini etkileyecek temel olgu olarak görülmesini ve bunun bugün en temel siyasal olgu olarak lanse edilmesini ifade edebiliriz. Oysaki, İBB seçimleri gerçek anlamda bir müteahhitler savaşıdır. Bir tarafta AKP’li, MHP’li inşaat sermayesinin temsilcisi Murat Kurum, diğer tarafta ise zaten kendisi bir müteahhit olan Ekrem İmamoğlu bulunmaktadır. Ankara seçimleri, gerçek anlamda sağ güçler arasındaki bir seçimdir. Bir tarafta MHP’den CHP’ye transfer edilen Mansur Yavaş diğer tarafta ise MHP’den AKP’ye transfer olan Turgut Altınok bulunmaktadır. İşte sermaye düzenin en açık haliyle yansıması bu şekildedir.
Bu anlamıyla yerel yönetimler üzerinden düzen muhalefetinin pozisyonuna baktığımızda buradan nasıl bir alternatif çıkabileceğini irdelemek önem taşımaktadır. Kapitalist düzen içinde olsa da, yerel yönetimler aracılığıyla belli sınırlar dahilinde eşitlikçi sayılabilecek ya da emekçilerin yararına bazı adımlar atılması mümkündür. Bu adımlar, düzen partilerinin seçim vaatlerinde sıraladıkları başlıkların muhtemelen yüzde 1’ini oluşturur. O açıdan düzen muhalefeti partileri de bu durumdan azade olarak görülemez. Hatta CHP bu başlığın muhalefet cephesindeki amiral gemisidir denilse yanlış bir tanım olmayacaktır.
CHP’den alternatif çıkar mı?
Yerel seçimler üzerinden düzen partilerinin bugünkü düzene alternatifi ortaya çıkartmaları mümkün değil. Sosyalist ya da komünist partiler bir belediyenin yönetimine geldiği zaman alternatifin nasıl olabileceğine dair bazı pratik adımları atmak mümkün olabiliyor. Ancak “sosyalist ya da komünist belediyeciliğin” de sınırları olduğunu bu noktada ifade etmek gerekiyor.
CHP’ye dönersek, düzen siyasetindeki kutuplaşma üzerinden kendine alan açmaya çalışan bir parti görünmektedir. Ancak bunun toplum açısından nasıl bir alternatife dönüşebileceği büyük bir soru işareti olarak duruyor. Yirmi yıldan uzun süredir iktidardaki AKP’ye olan karşıtlığı bugüne kadar bir şekilde soğuran CHP çizgisi, en son gelinen ve İmamoğlu-Özel ikilisinde cisimleşen haliyle tam anlamıyla “sol gösterip sağ vuran” bir eksene yerleşmiştir. Bu anlamıyla CHP, karşısındaki güce benzeyerek düzeni değiştireceğini emekçi kitlelere vaaz ederek yoluna devam etme kararlılığındadır. Bunun en önemli örneği Ankara’da çıkmıştır. Bilindiği üzere başta Mansur Yavaş olmak üzere yolu MHP, AKP ve İYİ Parti’den geçen adaylar bugün CHP listelerinde yer almaktadır. MHP Eski Polatlı Belediye Başkanı Mürsel Yıldızkaya Polatlı’dan, AKP Nallıhan Eski İlçe Başkanı Ertunç Güngör Nallıhan’dan, İYİ Parti Eski İlçe Başkanı Satılmış Karakoç Kalecik’ten, MHP 2014 Kızılcahamam adayı Coşkun Ünal Kızılcahamam’dan, MHP’li Gölbaşı Eski Belediye Başkanı Yakup Odabaşı Gölbaşı’ndan, 2014 MHP Beypazarı adayı Özer Kasap Beypazarı’ndan CHP listelerinden aday olmuşlardır. İronik bir ifadeyle “MHP Ankara’da CHP listelerinden seçime girmektedir”.
Diğer iki örnek ise Hatay ve İzmir adaylarında görülmektedir. CHP’nin Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adayı Lütfü Savaş üzerinden başlayan tartışma bir kenara bırakılsa bile, CHP’nin böylesi bir tercihte bulunması bu düzene alternatifi değil düzenin devamlılığını tercih ettiği anlamına gelmektedir. CHP’nin İzmir’de aday gösterdiği Cemil Tugay ise belediye arazisini Cengiz Holding’e satmakla hatırlanmaktadır. Dolayısıyla CHP’nin yerel yönetimlere bakışının özü ile AKP arasında büyük bir açı bulunmamaktadır. Bu açıyı oluşturamayan bir gücün alternatif oluşturması da mümkün değildir.
DEM Parti yerel yönetimler üzerinden alternatif oluşturabilir mi?
Kürt siyasi hareketi açısından yerel yönetimlerin ve seçimlerde elde edilen başarıların öncelikli anlamı siyasidir. Özellikle 2000’li yıllarda Kürt hareketinin belediye seçimlerinde elde ettiği başarılar düzen cephesinde sarsılma yaratmış olsa da sermaye düzenini göbekten karşıya alacak bir iradeyi temsil etmediği için bu düzeni yıkamamıştır. Çünkü, doğu ve güneydoğu illerinde dönemin partileri aracılığıyla kazanılan belediyelerde rant ve ihale sisteminin üzerine gidilmemiş, kapitalist belediyecilik mantığı devam ettirilmiştir. Paralel olarak, yerel yönetimler Kürt sorununda çözümün temel araçlarından biri olarak görülmüş ve bu doğrultuda adımlar atılmıştır.
Elde edilen siyasi başarının tahvil edilmeye çalışıldığı nokta ise 2014 öncesinde AKP iktidarı ve sermaye devleti ile yürütülen “çözüm ve pazarlık süreci”dir. Kürt siyasi hareketi yerel seçimde elde ettiği kazanımları “çözüm sürecinin” bir parçası ve statü talebinin bir bileşeni olarak gündeme getirmiştir. Demokratik Konfederalizm ve Demokratik Özerklik adı verilen açılımlar yerel yönetimleri de kapsayacak şekilde kent devletleri modelinin hayata geçirilmesi gibi bir boyutu da içermekteydi. “Çözüm süreci”nde üzerinden pazarlık yapılan, AB ile entegrasyonun aracı olarak görülen, yönetişim aracılığıyla sermayeye sonuna kadar açılması hedeflenen yerel yönetimler AKP, devlet ve Kürt hareketi arasında köprülerin atılması ile birlikte yeni bir zemine oturdu.
Sürecin gelinen aşaması ise, 2014 sonrasında “çözüm süreci”nin bitmesi ile birlikte Kürt siyasi hareketinin kazandığı belediyeler ellerinden alınarak kayyıma devredilmesidir. Bu anlamıyla 2014 sonrasında ise Kürt hareketi açısından yerel yönetimler ve yerel seçimler düzen muhalefetindeki ittifaklar politikasının bir parçası olarak şekillenmektedir. Bunun en temel örneği ise HDP’nin 2019 seçimlerinde başta İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ve Ankara’da Mansur Yavaş olmak üzere birçok ilde CHP adaylarını desteklemesi olarak karşımıza çıkmıştır.
Tekrar etmek gerekirse, bugün de DEM Parti açısından yerel yönetimlerin anlamı ve yerel seçimlerde hedeflenen olguları belirleyen temel faktörleri önem sırasına göre şu şekilde sıralamak yanlış olmayacaktır:
- Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı
- Belediyelerin sağladığı ekonomik ve siyasi olanaklar
- Yerel güçlerin (Kürt burjuvazisi) taleplerinin karşılanması.
- Türkiye’deki sermaye düzeni ve yeni rejime eklemlenmenin bir biçimi olarak yerel yönetimlere atfedilen rol.
- Kürtlerin ulusal demokratik hakları için verilen mücadelede yerel yönetimlerin bir pazarlık unsuru olarak kullanılması.
- Kürtlerin dil, kültür ve kimlik özelliklerinin temsil edilmesi. (Belediyelerde Kürtçe tabelalar ve Kürtçe hizmet verilmesi)
- Yerel yönetimlerin görevleri kapsamında halkçı, toplumcu, eşitlikçi bir hizmet anlayışı.
Bu yaptığımız sıralama çok da abartı sayılmamalı. Maddelerin yerleri istenildiği gibi değişebilir. Sonuç pek de değişmeyecektir. Bugün DEM Parti’nin yerel yönetimler anlamında her siyasi partinin ortaya geniş bir şekilde attığı “vaatler silsilesi” dışında özgün, Türkiye’de emekçilerin mücadelesini bir adım öteye taşıyacak bir programı bulunmuyor. Bunu görmek için DEM Parti’nin son bir ayki yaklaşımlarına bakmak yeterli olsa gerek. Bundan yaklaşık bir ay önce DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye’nin batısında kaybettiren biz olmayacağız” açıklaması yapmışken, bugün Başak Demirtaş’ın adaylığı gündeme çok hızlı bir şekilde girebiliyor. Yerel seçimler Kürt hareketi açısından “düzen muhalefeti” çizgisinde devam edilecek bir pratikle devam edecek gibi görünmektedir.
Toparlamak gerekirse, düzen muhalefetinin ufkunun sermaye düzeni, piyasa ilişkileri ve Türkiye kapitalizminin yönelimleri ile sınırlı olduğunu ortaya koymak önem taşımaktadır. Konu yerel yönetimler ve seçimler olunca bu mesele o açıdan daha fazla değer kazanıyor. Siyaset düzleminde ise sola tamamen bu iki çizgini gölgesine girmesi vaaz ediliyor. Türkiye’de yerel yönetimlerin hakkının verilebilmesi paranın egemenliğinin kırılmasından, rantiyeci sermaye sınıfının borusunu öttürmesinin önüne geçilmesinden geçiyor. Bunun içinse ilkeli siyaset ve bağımsız bir program şarttır.