Seçim sonrası yazısı
Hangi yapı ileriye doğru sıçrayacak, bunu hep beraber göreceğiz. Şimdilik kimlerin sıçrama yapamayacağını gördük. Bunun için bugünün seçim politikalarına, aday tercihlerine bakmak dahi yeterli. Sınıf siyaseti nerede, gelenek ve gelecek orada!
Evet, seçimden önce, bir seçim sonrası yazısı. Pazar günü yapılacak seçimlerin sonuçlarının önemsiz olduğunu söylemiyorum. Muhakkak seçim sonrasında da değerlendirmeler yapacağız. Ancak bir dizi sözü söylemek için seçimlerin sonucunu görmek gerekmiyor diye düşünüyorum. Hatta, belki böylesi daha sağlıklı bile olabilir.
Memleketin genel gidişatına ve temel aktörlere bakıldığında, “başarılı” sayılmak için İstanbul sonuçları kritik bir yerde duruyor. Diğer yerler önemsizleşebilecek. Bu halin kendisi dahi sol üzerinde bir basınç. Ancak, sanırım, siyasi partilerden, örgütlerden tek tek bireylerin aldığı/alacağı tutum beklenmiyordur. Öylesi, yapıların kendi varlıklarını sorgulamasını gerektirir kanaatindeyim.
Bunun yanında, seçim sonuçları ne olursa olsun, hangi aktör “başarılı” olursa olsun, Türkiye’yi bir sağ cephenin beklediğini düşünüyorum. YRP ve HÜDA – PAR AKP’nin daha da sağından zorlamalarına devam edecektir. MHP ile BBP zaten AKP’nin yanında durmaya devam ediyor. Tüm bu partiler açısından AKP’ye rakip olmak ile ittifak olmak halinin bir arada olduğunu da söylemek gerekiyor. Asıl, bu “klasik” toplama CHP’nin TBMM’ye taşıdığı sağcı partileri ekleyebilirsiniz. Onlara kimse güvenmiyor. Zaten her durumda parsa toplama peşindeler. İYİP’i ise durduğu yer açısından artık konuşmaya gerek var mı, bilemiyorum.
Yelpazenin “sol” tarafında ise, başkaları için olabilir ama, bizler için sürpriz sayılmayacak gelişmeler olası. CHP için artık rahatlıkla merkez sağ bir parti diyebiliriz. Kürt siyaseti ile liberaller ise önümüzdeki günlerin olası gündemleri ile birlikte hızlıca “iktidarın yanına” geçebilirler.
Kuşkusuz sıraladığım bu toplamın tamamının bir arada “koalisyon” ya da yeni adı ile “ittifak” halinde duracağını söylemiyorum. Bu zaten mümkün değil. Ya da yeni oluşumlardan da bahsetmiyorum. Kastım esasen temel gündemlerde bir politik ortaklık hali. Fikir ve eylem birliği içinde hareket edilmesi.
Temel gündem(ler) denilince akla kuşkusuz hemen “yeni” anayasa başlığı geliyor. Yukarıda sıraladığımız öznelerin her biri bir şekilde “yeni” bir anayasa istiyor.
Siyasi iktidar için rejimin merkezine yerleştirilen ve büyük ölçüde kurumsallaştırılan dinselleşmenin “hukuksallaşması” önemli bir hedef. Çünkü bu rejimlerinin meşruiyeti için oldukça önemli. “Yeni” anayasanın anlamı da budur. Anayasal değişiklikle hedefledikleri “ailenin korunması” olarak ifade edilen düzenlemeler, başörtüsüne anayasal koruma ve bunların “teminatı” olarak yargının bir kez daha şekillendirilmesi başlıkları yazının başında ifade ettiğim sağ cephenin de esasen varlık nedenidir. “Yeni” anayasa sağ cephenin tutkalıdır.
Kürt siyaseti ve liberaller içinse 1921 Anayasası ruhu “yeni” anayasa tartışmalara tutunmak için yeterli olacaktır. Ülkenin bugünkü sorunlarının çözümünü için 1. Meclisin oluşum koşulları (toplumsal, dinsel, etnik, düşünsel çeşitliliğini içeren çoğulcu meclis ve müzakereci, mutabakatçı yöntem olarak ifade ediliyor) ile 1921 Anayasasını oluşturan ilkeler (yerel demokrasi ve halk iradesi- insanların yerelde kendilerini yönetebileceği şartların yaratılması – ile bu ilkelerin anayasal kabule bağlanması olarak ifade ediliyor) bu cenah tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Bu tartışmalar tarihsel ve sınıfsal bağlamından koparılarak yapılmakta. Bu yazının konusu bu yorumların tartışılması değil. Kürt siyasetinin ve liberallerin anayasa tartışmalarına neresinden tutunacağını ifade etmeye çalışıyorum. Bahsi geçen başlıklar Kürt siyaseti ile liberalleri hızlıca “iktidarın yanına” çekme potansiyeline sahipler.
Geriye sanırım CHP kaldı. Onlar ise (tüm gelişmelerden sonra artık ne anlamı kalırsa) ilk dört maddenin değiştirilemezliği ile model tartışmaları üzerinden, başkanlık rejiminin düzeltilmesinden tutun da parlamenter sisteme geri dönüşe kadar bir dizi derinliği olmayan argümana tutunmaya devam edecek gözüküyor.
Peki, sosyalist sol?
Ne yazık ki şunu söylemek gerekiyor; 2014 yerel seçimleri sonrası Türkiye Komünist Partisi’nde açığa çıkan iç tartışmaların ardından önce 2014 yılında, ardından 2015 yılında yaşanan ayrışmalar sonrasında etkisizleşen komünist hareket hala istediği noktaya gelememiş durumda. Ancak, 2014 ve 2015 ayrışmalarının nereye denk düştüğü zaman geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Bunun bugün yine yerel seçimler üzerinden somutlanmasına ise siyasetin cilvesi diyelim.
Seçimler sonrasında Türkiye’yi bir sağ cephenin beklediğini ifade ettim. Sosyalist harekette, yaşanan bu sağcılaşmadan kendini koruyamıyor.
Parlamentonun kalmadığı bir ülkede kendini parçalarcasına parlamentarizm peşinde koşan bir solumuz var. Buradaki denklemler üzerinden siyaset yapma çabası içerisinde. Bu işin kolayı da bulundu. Seçmensiz seçim kazanılıyor! Vahim olan, bu halin örgütten örgüte bulaşması. Bu partiler/örgütler bunun için mi kurulmuştu diye sormaksa iyice anlamsızlaştı.
İşin seçim siyaseti kısmına ise değinmek bile istemezsiniz. Hatay (yalnız kent merkezi değil) ve Kadıköy’de göze batan ama neredeyse her yerde yaygınlaşan “şımarık” siyaset tarzı, bileşeni olmayanları bile utandırır hale geldi. Sosyalist hareket onca yıldır seçimlerde yer alır, hiç bu hallere düşmemişti. Düzenin iletişim araçlarına mahkûm olmuş, gösterinin parçası olmuş bir sol toplam var artık.
2014 ve 2015 ayrışmalarından sonra Türkiye İşçi Partisi (TİP) adını alan ekip gözünü CHP’nin boşalttığı “merkez sol” alana dikmiş durumda. Hızla buraya doğru yol alıyor. TİP’in ayrıştığı hattan artık tamamen koptuğunu başka bir hatta oturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Komünist partinin adını kullanan ekip (TKP) ise siyasetini TİP’e bakarak kurmaya çalışıyor. 2014 ayrışmasının iki ucunu oluşturan ekiplerden bahsettiğim için söylediğim garip gelebilir. Ancak biraz dikkatli bakılırsa, bu görülecektir. Ancak, TKP TİP’in siyasetini bire bir uygulayamadığı/uygulayamayacağı için de Avrokomünizm yolunda ilerliyor
Avrupa komünizmi her ülke komünist partisi açısından kendi ülkesinin öznelliklerini de içeren bir süreç olmuştu. Her ülkenin somut siyasal ve toplumsal koşullarına göre de farklılık göstermişti. Bu nedenle bu partiler ortak noktalarının yanında farklı farklı özelliklere de sahiptiler. Türkiye’nin “Avrokomünizm Partisi” de kuşkusuz kendi özgünlüklerini taşıyacaktır. Bu (ihtiyaç olursa) ayrı bir yazının konusu. Ama yine de şunu kısaca ifade etmek gerekiyor. Komünist partinin adını kullanan ekip düzenin siyasi araçlarını tercih ede ede, bunlara teslim olmuş durumda. “Komünist belediyecilik” kavramı da bunun bu seçimlerde ete kemiğe bürünmüş hali. Nihayetinde, gelinen noktada varılan yer iktidar perspektifinden (sosyalist iktidar perspektifinden) uzaklaşmak olmuştur. Yerel yönetimler üzerinden sosyalizm örneği oluşturma çabası içerisine girilmiştir.
Oysa, bu kadar sağcılaşan bir ülkede ihtiyaç tüm netliği ile sol.
Solun düzen içi çözümlere hapsolması engellenebilir.
Bu nedenle 2015 ayrışması sonrasında Türkiye Komünist Hareketi (TKH) adını alan ekip ısrarla ve bıktırırcasına sosyalizmin bağımsız hattının örgütlenmesinden bahsediyor. TKH işçi sınıfı içerisinde etkili bir güç haline gelinmesinden, bunun için inatçı ve süreklileşmiş bir çalışma yürütülmesinden bahsediyor. Kadın ve öğrenci hareketinin bir güç haline getirilmesinden bahsediyor. Laiklik mücadelesinin güçlendirilmesinden bahsediyor. Ve tüm bunları yapmak için uğraş veriyor.
Hangi yapı ileriye doğru sıçrayacak, bunu hep beraber göreceğiz. Şimdilik kimlerin sıçrama yapamayacağını gördük. Bunun için bugünün seçim politikalarına, aday tercihlerine bakmak dahi yeterli.
Sınıf siyaseti nerede, gelenek ve gelecek orada!