Tiyatroya yeni bir alternatif: Vahşet Tiyatrosu

"Peki Artaud, niçin Vahşet adını seçmiştir? Okuyucumun bu ismi bilinçlerine bolca kanla kazımış olduklarına eminim. Yani sonuç olarak bu tiyatroda canlı katliam oynatılacaktır diye düşünmüştür. Lakin burada kastedilen Vahşet, ruhsal bir durumdan başka bir şey değildir. Vahşet, yıkımla eşdeğerdir."

Tiyatroya yeni bir alternatif: Vahşet Tiyatrosu

Emirhan Efe Başol

Tiyatro, yüzyıllardan beri süregelen en eski sanatlardan biri. Antik çağlarda dini ritüellerle başlayan tiyatro, zaman içerisinde insanın kendisini ifade etme biçimi olarak varoluşunu sürdürdü. Yeri geldiğinde Brecht’in dediği gibi bir ayna görevi görmüş, yeri geldiğinde de bir çekiç görevi görmüştür. Tiyatro, insan tarafından yaratılmış ve tıpkı insan gibi çeşitli değişimler geçirmiştir; Roma İmparatorluğu döneminde ve Antik Yunan döneminde amfi tiyatrolarda destanlar anlatmış, Ortaçağ Avrupa’sında kilisenin yegane propaganda aracı olmuş, Anadolu’da köy seyirlik oyunlarla ve gölge oyunlarıyla adı hiç silinmemiş, Shakespeare dönemi dünyasında günümüz halini yavaş yavaş almış, romantik akımın etkisiyle halkçı bir damar bağlanmış ve dünyanın gördüğü en kanlı savaşlardan biri olan 1. Paylaşım Savaşı ile birlikte avangart ile tanışmıştır, kanlı atmosferi yanında dünya halklarına yoğun bir depresyonu da getiren bu savaş ile birlikte sanat, yeni akımları doğurmuştur.

Sancılı bir şekilde doğan ve Dünya edebiyatını kökünden sarsan akımlardan birisi Andre Breton ve ekibinin başını çektiği Sürrealizm akımıdır. 1924 yılında Fransa’da ilk manifestolarını yayımlayan ekip, yüzyıllardan beri süregelen edebi düzenin parçalanmasına ve Psişik Otomasyon -bilinç akışı- yoluyla daha serbest stillerin kullanılmasını savunuyorlardı, Andre Breton tarafından kaleme alınan bu yazı, psişik otomasyon tekniğinin ilk uygulaması olarak geçer.

“Sürrealizme dalan zihin, çocukluğunun en güzel yanlarını coşkuyla yeniden yaşar. Böyle bir zihin için bu, boğulmakta olan birinin, kısacık bir an içinde hayatının en aşılmaz anlarını bir kez daha gözden geçirdiği kesinliğine benzer. Bu benzetmenin cesaret kırıcı olduğunu söyleyenler çıkabilir. Şahsen benim de bunu söyleyecek olanları yüreklendirmek gibi bir niyetim yok.”

-Okuyucum konunun ne zaman Vahşet(?) Tiyatrosu’na geleceğini sormaya başlamıştır bile, ancak böylesi bir akımın nasıl çıktığını öğrenmeden anlamaya çalışmak oldukça buruk bir tat verecektir.- – İşin kısası, birazdan geliyor-

Manifestodan 1 yıl sonra Artaud, Breton, Eluard, Naville, Soupault, Aragon, Ernst, Masson ve birçok sürrealist tarafından Sürrealist Araştırmalar Bürosu kurulur. Hemen ardından bu kuruluşlarını bir manifesto ile taçlandırırlar. Bu manifesto, halkı uyaran bir niteliktedir.

“Toplum’a şu resmi uyarıyı haykırıyoruz: Sapmalarınıza ve yanlış adımlarınıza dikkat edin, bir tanesi bile bizden kaçmayacaktır”
“Devrim yapmaya kararlıyız”
“Biz İsyan uzmanlarıyız, zorunlu olduğunda başvuramayacağımız hiçbir eylem biçimi yoktur”
“Özellikle Batı dünyasına söylüyoruz: Sürrealizm vardır”

Bu ve diğer çarpıcı noktalarıyla yayımlanan manifesto, halk tarafından büyük bir tepkiyle karşılanır. Sürrealistler istedikleri kamuoyuna ulaşmışlardır artık. Zaten yıkımın sanatı olarak tabir edilen Dadacıların kökünden gelen bir akımın, bu mirası devralmaması düşünülemezdi bile. Büronun başında Antonin Artaud (1896-1948) vardır ki bütün yazarların arasında tek tiyatrocudur. Bu durum elbette ki bir dışlanmayı beraberinde getirecekti ve büro fazla uzun ömürlü olmayacaktı. Elbette ki tek sebebi tiyatro değildi, Artaud dobra bir insandı. Papa’ya hakaret dolu bir mektup gönderen, Dalai Lama’ya övgüler dizen ve Batı medeniyetinin çökmekte olduğunu apaçık sunan kişi yine Artaud’ dan başkası değildi. Üstelik ekibin içinde tek apolitik olan da oydu. Breton ve Aragon gibi isimlerin sola yakın olduklarını biliyoruz, ki sürrealistler çoğunlukla komünist siyasetin içinde yer almışlardır. Hatta aslen sırf bu yüzden Artaud kapı dışarı edilmişti, çünkü Fransız Komünist Partisi’nin bir burjuva partisi olduğunu apaçık söylemişti.

Artaud’ ya göre sanat, siyasetten bağımsız olmalıydı. Hiçbir partinin maşası olmamalıydı. Breton’un kuramı olan Psişik Otomasyon devam etmeli ve sadece sanat yapılmalıydı. Bu görüşlerinden ötürü Sürrealistlerden iyice uzaklaştı. Uzun bir süredir devam eden psikolojik tedavilerini sürdürdü. Bu tedaviler sırasında çeşitli yazılar yazdı. Bu yazılardan biri Tiyatro ve İkizi yazısıdır (1938). Artaud, bürodan kovulduktan sonra kendisini ana mesleğine, tiyatroya verir ve yeni tiyatro teknikleri aramaya koyulur. Onun için Batı Tiyatrosu, çürümüş bir tiyatrodan başka bir şey değildi. Yeni bir alternatif gerekliydi. Bu alternatife Vahşet Tiyatrosu adını verdi.

dipnot: tedavi konusuna bir ek düşme gereği hissettim. Artaud’ yu daha net anlamak adına Van Gogh hakkında yazdığı satırlar şunlar” Kimse tek başına intihar etmez bu hayatta, hiç kimse yalnız doğmadığı gibi yalnız da ölmez. Yalnız konu intihara gelince, bir insanın kendi canını almasına ancak kötüler ordusu sebep olabilir. Bana kalırsa ölüm anımızda bile bizi hayattan uzaklaştırmaya çalışan insanlar vardır, işte bu yüzden Van Gogh hayattan vazgeçerken bunu kendini suçlayarak yapmıştı…onu öldüren şey aradığı sonsuzluğun toplum tarafından alıkoyulduğuna şahit olmasıydı.” (Antonin Artaud Antoloji, syf 107)

Vahşet Tiyatrosu, bilinen tiyatro tekniklerini alaşağı eder. Sahne seyircilerin önünde değil etrafındadır. Oynanış biçimi sözcüklerden ziyade ses, jest ve mimiklerdir. Oynanacak oyunlar tragedyalar, klasikler gibi eserler değil, toplum tarafından ağızları açık kalacak oyunlardır. Çünkü “geçmişin başyapıtları geçmiş için iyidir: bizim için değil”

Oynanacak oyunlara örnekler:

-Erotizmin, eğretileme yoluyla betimlenerek başka bir görünüme büründürülmüş olarak vahşetin korkunç bir dışa vurumu biçiminde bir başka bağlama oturtulacağı Marquis de Sade’ ın bir öyküsü

-İlkelerimize tepki düşüncesiyle ve belli bir metinden görsel olarak çıkartılabilecek şeylere örnek nitelikte Büchner’in Woyzeck’i,

-Metinlerinden arıtılmış biçimde Elizabeth dönemi tiyatro yapıtları, yalnızca dönemin rüküşlükleri, durumlar, kişilikler ve olay alınarak sergilenecektir (Tiyatro ve İkizi, syf 90)

Peki Artaud, niçin Vahşet adını seçmiştir? Okuyucumun bu ismi bilinçlerine bolca kanla kazımış olduklarına eminim. Yani sonuç olarak bu tiyatroda canlı katliam oynatılacaktır diye düşünmüştür. Lakin burada kastedilen Vahşet, ruhsal bir durumdan başka bir şey değildir. Vahşet, yıkımla eşdeğerdir. İzleyicinin ağzı açık kalmalıdır bu teknikte. Normalde tiyatrolarda gizlenen, ayıplanan olgular bu teknikte ön plandadır. Dil kurtarılmak istenmektedir.

“Bu Vahşet’ te, ne sadistlik ne de kan söz konusudur, en azından salt biçimde değil… ve ben bunu söylerken, dilin alışılagelmiş anlamını parçalama… hakkını ısrarla istiyorum…çünkü, bana öyle geliyor ki, yaratıcılık ve yaşamın kendisi, karşılığı ne olursa olsun, olsa olsa olayları sakınılmaz sonuçlarına vardıran bir tür sertlikte, yani sonuçta, temel vahşetle tanımlanır. Çaba bir vahşettir, çabayla varoluş bir vahşettir. Uykusundan uyanan ve tüm varlığıyla gevşeyen Brahma, belki kendisine mutluluk ezgileri sunan, ama yükseltinin en uç noktasında, ancak korkunç bir parçalanmayla dile gelen bir acıdan yakınır.” (Tiyatro ve İkizi, syf 91-93)

Artaud, bunu daha iyi anlamamız adına yüzümüzü Batı’ya değil Doğu’ya, Uzak Doğu’ya, Bali’ye çevirmemizi ister. Bali Tiyatrosundan oldukça etkilenmiştir, bu teknikte sözcük yoktur ve kostümler oldukça abartılıdır. Hatta birkaç kişinin bir ejderhayı canlandırdığını dahi görebiliriz. Oyuncular müzikle hareket etmektedirler, yani ritme uyum sağlamaktadırlar.

“Tiyatroda sözün üstün olduğu düşüncesi içimize öylesine kök salıyor ve tiyatro bize metnin o denli yalın bir maddesel yansıması olarak görünüyor ki, tiyatroda metni aşan, onun sınırları içine alınmamış ve tam anlamıyla onunla koşullandırılmamış olan her şey, bize, metne oranla ikincil sayılan sahneye koymanın alanına girer gibi gözüküyor” (Tiyatro ve İkizi, syf 63)

Okuyucumun rahatça anlayacağı şey, Artaud’ nun medeniyete karşı geçmişi savunduğudur. Çünkü Artaud, medeniyetin çökmüş olduğundan sıklıkla bahseder ve köklerimize dönmenin en iyi çözüm olacağını savunur. Vahşet Tiyatrosunun aslında yeni bir teknik olmadığını ilkel tiyatrolara bakarak rahatlıkla görebiliriz; psikolojik olarak bakacak olursak, geçmişe hasret davranışının oldukça doğal olduğunu anlarız. Günümüzden sıkılan her insan, geçmişi nükseder. Bu insana rahatlık verir. Artaud, neredeyse her yazısında, medeniyetin çöktüğünü, kokuştuğunu söylerken haksız sayılmaz. Nitekim Van Gogh’u öldüren hastalıklı zihniyet, ona da bulaşmıştır. Van Gogh alıntısına yer verme sebebim tam olarak da bu, çünkü Artaud, yazıda bahsettiklerinin kendisinde de görüleceğini biliyordu. Toplum tarafından dışlanmak en sivriyi bile körelten iğrenç bir durumdur. Van Gogh, döneminde alaya alınan bir ressamken, günümüzde eserleri milyon paralara satılmaktadır. Ne yazık ki aynı durumu Artaud için söylemek fazlasıyla güç.

Antonin Artaud, her ne kadar bu tekniğin kurucusu olsa da, ömrü uygulamaya yetmeyecektir. 1948 yılında aşırı doz afyondan hayatını kaybeder -afyon o dönemde ağrı kesici olarak kullanılıyordu- Tedavi süreci ve toplum baskısı o kadar sancılıydı ki ağrısını kesmek için afyon kullanıyordu. Ölümünün ardından hiç kimse onun anısına sahip çıkmadı. Edebiyat çevresinde adı deliye çıktı. Vahşet Tiyatrosu bir teori olarak kaldı, uygulanması çok zor bir teori olarak…

KAYNAKÇA

  1. Sanat Manifestoları, Ali Artun, İletişim Yayınları
  2. Antonin Artaud Antoloji, Jack Hirschman, Sub.
  3. Tiyatro ve İkizi, Antonin Artaud, YKY.