Tağut kitabı hakkında

AKP eliyle kurulan rejimin, laikliği sulandırıp, İslamcılığı artık rejimin normali haline getirmesi olgusuna, aslında Tağut kitabıyla Yalçın da omuz vermektedir. İ

Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından basılan Soner Yalçın’ın son kitabının ismi Tağut. Kelime anlamı kitabın yazılış meramını da anlatıyor. Tağut, kelime anlamı olarak, ölçüyü aşmak şeklinde ifade ediliyor. İlahiyatta ise “Allah dışında başka unsurlara ibadet, putlara inanma” anlamına geliyor.

Kitap genel olarak, din ve İslamiyet adına İslam dışı unsurlara yönelik kutsallaştırmaları konu ediniyor. Ama kitap belli bir sistemle yazılmış değil. İncelemedim, ancak sanırım Soner Yalçın’ın farklı zamanlarda yazdığı köşe yazılarının bir derlemesi gibi.

Öncelikle, her zaman olduğu gibi her başlıktaki yazı bilgi dolu. Hatta çok bilgi dolu. Soner Yalçın, bir dizi bilgiyi ardışık olarak sıralayıp, okuyucuyu önce cahil hissettirip sonra basit bir sonucu büyük bir analizmiş gibi sunabiliyor. Bu açıdan Yalçın’ı, bu üslubu dolayısıyla kutlamak lazım. Fakat, kitaptaki her başlıklı yazı (ya da deneme/makale diyelim), bilgi-doz aşımı yaptığından kitaptan akılda kalan da aynı ölçüde az oluyor. Bir nevi ansiklopedi tadı veriyor. Bunun nedeni sanırım bütün yazıların birbirinden bağlantısız olarak yazılması olabilir. Her yazının içerdiği bilgi, kitap bittiğinde uçuşuyor, ancak buradan bir bilinç kalıyor mu sorusu havada duruyor.

Kitap sola mı yazılmış ya da sağa mı? Burası da karışık. Kitap bir yandan solculara siz İslam’ı bilmiyorsunuz diğer yandan sağcılara da siz de İslam’ı gerçekten bilmiyorsunuz demeye getiriyor. Tek tek deneme yazılarının işaret ettiği şey bu.

Bu anlamıyla kitap, İslamcıları eleştiriyor, karşısına alıyor. Bunun yaparken İslam’ı ise savunuyor. İslamcıların inandıklarına tağut diyor. “Siz, din olarak yanlış değerleri savunuyorsunuz, putlaştırılmış olgulara inanıyorsunuz, dini bozuyorsunuz” diyerek dinciliğin yobaz tarafını ortaya koymaya çalışıyor.

Kitap, solcuları da küçümsüyor, onlara akıl veriyor. “Siz, İslam ve dini, doğrudan sağcılık olarak görüp karşınıza aldınız, İslam’ı anlamayarak, ülkenin moda deyimle ‘milli-manevi”’ değerlerine yabancılaştınız” demeye getiriyor.

İslamcıları eleştirirken, gerici uygulamalardan örnekler verirken, İslam’ın esasının başka olduğunu anlatmaya girişiyor.

Solcuları küçümserken, İslam dininin doğuşunu ve Muhammed’in devrimci olduğunu, bir dizi sol değerlerin ya da isimlerin inançlı olduklarını, bazı tarikatların solcu isimlerdeki etkisini, tarihsel olarak dinin bir dizi toplumda oynadıkları solcu ve devrimci niteliği ortaya koymaya çalışıyor.

Örneğin Ayşe’nin küçük yaşta evliliğine sahip çıkan İslamcıları yerden yere vururken, tarihi gerçeğin bu olmadığını ispata yöneliyor. Solculara İslam’ı anlatırken ise köleliği kaldıran bir İslamiyet resmi çizmeye çalışıyor. Muhammed’in, aslında yoksulların sesi olarak devrimci bir siyasi kimlik olarak ortaya çıktığını ispatlamaya çalışıyor. Kıvılcımlı’dan, Gölpınarlı’dan, Ali Şeriati’den, Karmati, Pir Sultan, Bedrettin vs. vs. gibi solcu isim ve dini politik-toplumsal hareketlerden örnekler vererek, İslamcılık ile solculuk birleşmeliye getiriyor.

İşin teorik ve tarihsel kısmına dair söylenecek çok şey var. Öncelikle köleliği kaldıran ya da buna hayır diyen bir İslam anlatısı, gerçek bir masal. Tarihi gerçeklerle uyuşmadığı gibi Ömer, Bekir gibi ilk Müslümanların bırakın köle olmayı tersinden doğrudan yönetici elitlerin bir parçası olduğu gerçeğini Soner Yalçın ya bilmiyor ya da görmek istemiyor. Ayşe’nin çocuk yaşta evliliği hakkında tarikatçı, gelenekselci İslamcıların yorumlarını eleştiriyor ancak Ali’nin kızı ile Ömer arasındaki evliliği gündeme bile getirmiyor. Örnekler çok.

İslamiyet’in doğuşunun, zorbalığa, köleliği, sömürüye, yoksulluğa bir başkaldırının politik ve siyasal ikliminin sonucu olduğunu söylemek büyük bir yanıltmaca. Tersinden Roma ve Pers imparatorluklarının geriye çekilmesi sonrası ortaya çıkan boşluğun başka bir siyasi güç olarak doldurulmasıyla ilgili. İslamiyet’in doğuş koşulları, bu açıdan yoksulların başkaldırısı değil tersinden yeni bir egemenlik ve ekonomi politiğin siyasal örgütlenmesinden başka bir şey değildir. Buradan devrimci İslam retoriği çıkmaz, tersinden Emevîler üzerinden Roma, Abbasiler üzerinden Sasani sürekliliği çıkar. Savaş ve ganimet siyasetinin sonrasında doğrudan siyasi suikastlar ve yine savaşlarla devam ettiği bir tarihten bahsediyoruz.

Kaldı ki egemen İslam iktidarlarına karşı gelişen dini içerikli siyasal hareketlerin, dini oldukları için değil sınıfsal-toplumsal hareketler oldukları için solda sayılması gerekir. Soner Yalçın, bu gerçeği baş aşağı sunuyor, sınıfsal tepkileri, “bakın bunlar da dini” diyerek bugün iktidardaki sınıfların siyasal – ideolojik egemenlik aracı olarak işlev gören dini, meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bütün bu tarihi gerçekleri yazmak konuşmak iyi olurdu. Fakat kısa bir köşe yazısının sınırları belli. Ancak AKP eliyle kurulan rejimin, laikliği sulandırıp, İslamcılığı artık rejimin normali haline getirmesi olgusuna, aslında Tağut kitabıyla Yalçın da omuz vermektedir. İslamcı yobazlara, “değişin İslam bu değil” derken, solculara İslam da solcu aslında diyerek 2. Cumhuriyet rejiminin ideolojisine paralel bir çizgi izlemektedir.

İlginç… Helalleşme ve normalleşme tartışmalarının yaşandığı bu çağda… Doğu Perinçek örneğin, 1923 Cumhuriyeti’ni artık referans almıyor, AKP eliyle kurulan bu rejimi referans almakta, onu sahip çıkmaktadır. Yalçın da benzer bir kulvarda koşuyor gibi.