31 Mart 2024 günü yapılacak olan yerel seçimlere bir buçuk aylık bir süre kaldı. Özellikle son haftalarda düzen siyasetinde yeni gelişmeler yaşanırken, sosyalist solda da ele alınması gereken başlıklar bulunuyor. Bununla ilgili Yurtsever olarak Türkiye Komünist Hareketi Merkez Komite üyesi Kurtuluş Kılçer ile geniş bir röportaj yaptık.
Röportajda TKH’nin yerel seçimlere bakışı ve seçimlerde nasıl bir pozisyon alacağına, düzen siyasetinin Türkiye’yi üzerine yerleştirdiği sağ eksene ve sonuçlarına, düzen muhalefetinin durumuna, bununla birlikte Türkiye sosyalist hareketinde ortaya çıkan popülist, reformist hatta dair değerlendirmeler bulunuyor. Ek olarak, yerel seçimlere dönük sol ittifakların durumu ve TKH’nin başta büyükşehirler olmak üzere Tunceli ve Kadıköy’de ne yapacağına röportajda yanıtlar veriliyor.
Önümüzdeki yerel seçimlerin önemi ile başlayalım. Sizce bu seçimlerin ülkenin siyasal geleceği açısından önemi nedir? Ya da parti olarak bu yerel seçimlere yaklaşırken hangi politik saikleri öne çıkarıyorsunuz?
Her seçim önemli. Düzen siyasetinde seçimler, ülkenin siyasal geleceğinin ne yönde gelişeceğini gösteriyor elbette. Ama bununla birlikte özellikle yerel seçimden bahsediyorsak, yerel seçimlerin mevcut sermaye düzeninde oynadığı rolü net olarak ortaya koymadan önümüzdeki yerel seçimlere dönük özgün bir değerlendirme yapamayız. Bu seçimlerin politik önemine geçmeden önce yerel seçimlere nasıl yaklaşılması gerektiği ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Öncelikle burjuva düzende yerel seçimler nedir? Yerinde yönetim mi, iktidarın yerellere yayılması mı, halkın yönetime katılması mı? Uzatılabilir. Ancak mevcut sermaye düzeninde yerel yönetimlere yakından baktığımızda gördüğümüz şudur: Kamu kaynaklarının sermayeye aktarıldığı mekanizma. Bunun altı kalınca çizilmelidir. Yerel yönetimlerin talibinin bu kadar çok olmasının ve sanki ölüm kalım seçimi gibi algılanmasının altındaki nedenlerin en önemlilerinden birisi işte bu paylaşım kavgasıdır. Bu AKP için de böyledir CHP için de böyledir. Aday olamayınca istifa edenleri görmüyor muyuz? Ya da ister CHP ister AKP olsun, belediyelerde nasıl bir rantın döndüğü herkesin malumu değil mi? Son 10 yılda AKP ve CHP eliyle yönetilen ilçelerdeki çirkin kentleşmeyi nasıl açıklayacağız? Ne çıkıyor buradan; tabii ki ihalecilik, yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık, taşeronculuk… Ya da daha kategorik kavramlar kullanacaksak rant, talan ve yalan burjuva düzende yerel seçimleri anlatan temel kavramlar.
İkinci olarak şunu söylemek isterim. Yönetimin tabana yayılması ya da halkın yönetime katılımı gibi bir durumun mevcut sermaye düzeninde asla mümkün olmadığını çok iyi görmemiz lazım. Hangi halkın? Belediye Meclis üyelikleri bile rant, ihale ve nüfuz alanı olarak işlev görmüyor mu? Bu açıdan bakıldığında sol siyasetin mücadelesinin merkezine yerel seçimleri koyması bize çok doğru gelmiyor. Daha doğrusu tuhaf bir burjuva siyasete öykünme hali yaşıyoruz. Bundan uzak durmamız lazım. Belki sorularınızla açarız ama bugün Türkiye solunda burjuva siyasete öykünme hali sadece bazı sol partileri değil aydınlarında çoğunu teslim almış durumda.
Siz de seçimlere katılıyorsunuz. Yerel seçimlere yüklediğiniz olumsuz anlam ile seçimlere girmeniz çelişki değil mi?
Değil, çünkü bu düzen değişmeden yerel yönetimlerdeki başarılar üzerinden düzenin değişikliğini beklemek gerçekçi bir yan taşımıyor. Kapitalist sistemde yerel yönetimler de kapitalizmin yasalarına bağlı. Yerel yönetimlere büyük ve mutlak anlamlar yükleyenler olduğunu biliyoruz. Yerel yönetimlerde iktidara gelelim, bir iki örnek yaratalım, oradan topluma örnek olalım ve solun makus talihini kıralım diyenler çıkmıştı. Hatta belediye başkanları üzerinden halk önderleri çıkaralım stratejisi önerenler de… Ya da şimdilerde çok duyuyorum. Sosyalist Belediyeler Birliği gibi laflar… Ütopik sosyalizm diyeceğim ama… Bizim görüşümüz net ve biraz esprili söylersem “Tek ülkede sosyalizme evet ama tek belediyede sosyalizm olmaz.” Sosyalist bir iktidar olmadan Türkiye’de sosyalist belediyecilik mümkün mü? Meclis’in tasdik kurumuna indirgendiği, yargının tamamen tek adam rejiminin sopası haline getirildiği bir rejimde siz sosyalist belediyeler birliğinden bahsediyorsunuz. Ya AKP rejimi çöktü ve sol her yerde iktidara geliyor ya da hayal görüyorsunuz. Bakınız Can Atalay’ın, seçilmiş bir milletvekilinin Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen tutsaklığı devam ediyor ve milletvekilliği düşürülebiliyor. Ama siyasal bir direnç gösteremiyorsunuz. Bize göre, böylesi bir durumda, Meclis’ten çekilmek en meşru ve devrimci adımdır. Ancak az önce dediğim gibi burjuvazinin oyun bahçesinde demokrasicilik oynanıyor, sosyalist belediyecilik hayalleri satılıyor. Nasıl bir ülkede ve rejimde yaşadığımız unutuluyor galiba. Kayyımlarla HDP’nin elinden yerel yönetimlerin nasıl alındığını ne çabuk unuttuk? Ne yazık ki, bir kez daha söylersem, burjuva siyasete öykünme hali, popülizm ve burjuvazinin oyun bahçesinde oynanan oyun “siyaset yapmak, büyük siyaset” diye anlatılıyor.
Yine bir şeyin daha altını çizmek ve son dönemde kullanılan bazı kavram setlerine değinmek istiyorum. Sosyalist devrimci hattı savunduğunu iddia eden bazı kesimler tarafından da bu kavram setinin kullanılması açıkçası, düzen siyasetine öykünerek popülizmin Türkiye solunun ayarlarını nasıl bozduğunu gösteriyor. Daha doğrusu afili TİP reklamının Türkiye solunda etkisi tam bir ayar bozumuna dönüşmüş durumda. Sosyalist belediyecilik kavramını daha eleştiremeden bir de komünist belediyecilik kavramı ortaya çıktı. “Komünist başkan” Maçoğlu üzerinden gündeme getirilen komünist belediyecilik kavramı, açık söylemek gerekirse avro-komünizmdir. Kapitalizmde sosyal-demokrat belediyecilik olabilir, ama sosyalist yerel yönetimler olamaz. Komünist belediyecilik hiç olamaz! Artık popülizm için ne dediğimiz, ağzımızdan çıkan sözlerin ne manaya geldiğini bile tartamayan bir sığlık ya da reformizm var karşımızda.
Peki komünistler yerel seçimlere neden girer, girmeli?
Şimdi sorunuza gelebilirim, unutmuş değilim. Partimiz TKH bu seçimlere asli olarak iki saikle giriyor. Birisi düzenin teşhiri, ikincisi sosyalizmin ve partinin propagandası ve tanıtımı. Düzenin teşhiri, düzenin gerçek yüzünün ortaya konması devrimci siyasal çalışma açısından büyük önem taşır. Bu hafife alınacak bir şey olamaz. Bugün rantı, ihaleyi, yolsuzluğu, özelleştirmeyi, sermayeyi karşıya almadan sol bir siyaset yürütebilir misiniz? Düzen siyasetinin teşhiri için yerel seçimler bir olanaktır ve bu olanağı sonuna kadar TKH olarak kullanacağız. Partimizin tanıtılması ve sosyalizmin propagandası açısından da yerel seçimler politik bir zemindir.
Şimdi bu yaklaşımı “sol radikalizm çocukluk hastalığı” diye eleştirecek, alternatif ve pozitif siyaset yapmadan sadece eleştiri üzerine solun kazanamadığını söyleyenler çıkacaktır. Ya da sizden böyle bir soru gelmeden ben bu konuyu yanıtlamaya çalışayım. Her yadsıma bir olumlamadır. Kapitalizmi eleştirmeden onu karşıya almadan bir sol seçenek sunamazsınız. Kapitalizmde yaşanabilir adalar kuramazsınız, onunla barışık yaşayarak solculuk yapamazsınız. Bu anlamıyla sol devrimcidir ve bugünkü lanet sömürü düzenine karşı yıkıcı olmak zorundadır. Gayet meşrudur bu. Kapitalizmi yadsırken bu anlamıyla sosyalizmi bir seçenek olarak gösterirsiniz. Partimizin bu konuda görüşü belli: Biz yeni bir ülke, yeni bir Cumhuriyet diyoruz. “Yeni bir Cumhuriyet Programı” etrafında emekçilerin laik, bağımsız, sosyalist cumhuriyeti için mücadele veriyoruz. Ortaya somut bir program koyuyoruz.
Bununla birlikte “sosyalist belediyecilik, komünist belediyecilik” gibi kavram ve tanımlardan uzak durulması devrimci ve sosyalist seçeneğin ortaya konmayacağı anlamına gelmez. TKH olarak “Toplumcu Yerel Yönetimler Bildirgesi’yle” de yerel yönetimlere yönelik politika ve somut çözümlerimiz ortada… Özcesi şudur: Kapitalizme karşı alternatif yaratmak sisteme esastan ve usulden karşı çıkmakla mümkündür. Biz esastan karşıyız ama usulen düzen siyasetine karşı değiliz derseniz, düzen siyaseti sizi kendisine benzetir. Nitekim olan da budur.
Ama bu seçimlerin önemi konusunda başka anlamlar yükleyenler de var. Özellikle anayasa değişikliği konusunda AKP’nin açtığı bir gündem var ve yerel seçimlerde AKP mutlak bir başarı kazanırsa ülkede anayasa değişikliğinin önü açılmış olur tezi gündemde. Bu seçimleri tüneldeki son ışık ya da köprüden önce son çıkış olarak gören değerlendirmeler var. Siz ne düşünüyorsunuz? Yerel seçimleri bu bağlamda ele alabilir misiniz?
Her seçim önemli demiştim. Elbette bu seçimde siyaseten önemli. Ancak son 10 yıldır girdiğimiz her seçim köprüden önceki son çıkış değil miydi? Son 10 yıldır tüneldeki son ışık, köprüden önceki son çıkış şeklinde değerlendirmeler yapılıp duruyor. Ya çıkışları kaçırıyorlar ya da ışığı göremiyorlar.
Şimdi işin bam teli biraz burası. Yine dönüp dolaşıp oyları CHP’ye verin demek istiyorlar. Türkiye solunu da bu siyasete önce meze şimdi de kurban ettiler. Gerçekleri konuşmanın ve ortaya koymanın zamanı gelmedi mi? Hangi ışık, hangi son çıkış? Türkiye, son çıkışı çoktan kaçırdı. Kabul edilmesi gereken en önemli nokta 1923 Cumhuriyeti’nin yıkılmış ve yerine yeni bir rejimin kurulmuş olmasıdır. Önümüzdeki anayasa değişikliği işte bu siyasal değişikliğin hukuki hüviyetine kavuşturulması çabasıdır. Hep böyle olmuştur, önce siyaset kılıç atar, anayasa arkasından gelir. Şimdi bu yerel seçimlerden 6 ay önce genel seçimler yapılmış, AKP kazanmış, Erdoğan’ın başkanlık rejiminin önünde 5 yıl varken, yerel seçimleri bir ölüm kalım seçimi gibi göstermek dürüst bir tutum değildir. Türkiye tünele girmiştir ya da köprüden önceki son çıkış çoktan kaçırılmıştır. Bu CHP yandaşlığının ya da CHP siyaseti dışında ufuk geliştirememenin sonucudur. Evet Türkiye bir tüneldedir ve karanlık tünelden çıkış için yeni yollar açılmalıdır, açılacaktır. Şimdi bu yeni yol, bu yerel seçimlerde CHP’ye oy atarak mı açılacaktır? Bu soruya herkes açık yüreklilikle yanıt vermelidir. Ankara’da CHP adaylarına bakın MHP’yi göreceksiniz. Bu mudur tünelden çıkışın yolu? Ya da Hatay’da eski AKP’li deprem suçlusunun aday gösterilmesi…
Bu yerel seçimlerin önemi tam da burada. Eğer bir kez daha sağcılığa karşı sağcılık tercih edilirse, yani sağcı AKP iktidarına karşı ortanın sağına yerleşmiş bir CHP umut diye pazarlanacaksa, bu ülkenin tünelden çıkış şansı bize göre yoktur. 80 yıldır aynı nakarat…
Yerel seçimlerden bahsediyoruz. Merkezi iktidar değişikliğinden değil. İYİP üyeleri koltuk derdine düşmüş, CHP’ye kapağı atıyor, herkes adaylık yarışında. Buradan solculuk, laiklik, cumhuriyetçilik, bağımsızlık, devletçilik çıkmaz! Ama ülkenin kurtuluşu için, bu karanlık tünelden çıkış için işte bu ilkeler gerekli. CHP’nin kendi üyeleri istifa ediyor, yerel seçimler madem bu kadar önemli belediye başkanları, başkan yardımcılığı, genel sekreterlik yapmış isimler niye CHP’den istifa etsinler? Bu kadar mı koltuk derdine düşmüşler? Eğer böyle ise zaten, CHP’cilik hala neden?
Seçimlerden sonra nasıl bir siyasal gelişme öngörüyorsunuz peki?
Evet seçimlerden sonra üç politik başlık güncel olarak karşımızda olacak. Birincisi, ekonomik krize karşı kemer değil boğaz sıkma politikası bizzat hükümet tarafından uygulanacak. İkincisi, gericiliğin tahakkümü toplum üzerinde daha da artacak. Üçüncüsü ise, laiklik ilkesinin ilgası amacıyla ya da 1923 Cumhuriyeti’nin paradigmalarının ilgası anlamına gelecek yeni bir anayasa sürecidir. Burada bir olasılığa daha dikkat çekmek isterim. Belli ki yeni anayasa değişikliği, yine ve yeniden Kürt sorununda çözüm tabağında servis edilerek demokrasi sosuyla sunulacak. Kürt siyasi hareketinin nasıl tutum alacağını da göreceğiz.
Ancak söylemek istediğimi şu şekilde özetleyebilirim. Bu yerel seçimlerde ülkenin sol damarını güçlendirmek, sağını güçlendirmekten daha önemli olduğu için evet biz de bu seçimleri politik olarak çok önemli görüyoruz. O yüzden ülkenin solunun ayakta kalması, düzen siyasetinin demokrasi bahçesinde oyun oynamaması, düzen partilerine benzememesi, burjuva siyasete öykünmemesi, CHP’nin yörüngesinde kendisine yer aramaması ya da DEM Parti’nin kuyruğuna takılmaması büyük önem taşıyor. TKH, bunu yapmaya çalışıyor ve solun bağımsız devrimci hattını örmeye uğraşıyor.
Bir önceki genel seçimlerde bir oy bana bir oy Kılıçdaroğlu’na siyaseti tam da bu yüzden büyük bir risk barındırıyordu ve bu riski bugün faşist İYİP’ten futbolcu transfer eder gibi aday transfer eden sol partilerde görmemiz işin vahametini gözler önüne fazlasıyla seriyor. CHP’nin sağcı Millet İttifakı’nın destekçiliğini yapanlar, bugün yerel seçimlerde popülizm yarışındalar. İşte ülkenin sol damarını güçlendirmezsek, AKP karanlığından çıkış mümkün değildir.
Ama “bir oy bana bir oy CHP liderine” siyasetinden ne yazık ki ders alınmamışa benziyor. Kimse bu siyasetin özeleştirisini vermediği gibi bazıları 6 ay önce dediklerini unutmuş, bugün CHP karşıtlığı yapıyor ama Kılıçdaroğlu yerine İmamoğlu’nu koymanın hesaplarına ise devam ediyorlar.
Burada şu soruyu sormak isteriz. Cumhur İttifakı yerinde duruyor ama Millet İttifakı parçalanmış durumda. Muhalefet cephesinde bu dağınıklık hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tersini düşünüyorum. Benzeşme ve aynılaşma hali var ve muhalefetin iktidar karşısında farklılaşmaması bu yüzdendir. Bir bütün olarak düzen partilerinin benzeştiği ortada değil mi? Her şey iddia edildiği gibi parlamenter rejimi güçlendirmek için değil milletvekili olmak içindi. Öküz öldü, ortaklık bozuldu. Seçimler bitti, CHP listelerinden aday olanlar aslına rücu etti ve bugün AKP adayına açıktan destek veriyorlar. Düzen siyasetinde neredeyse bütün aktörler birbirine benziyor, benzeşiyor. Nasıl bir Türkiye sorusuna verilen yanıtlardaki ortaklık aslında bu durumun ana nedeni.
Kavramlar yerine örneklerle devam etmek daha anlaşılır olacak galiba. AKP’den aday olamayanların Yeniden Refah Partisi’ne, İYİP’ten aday olamayanların CHP’ye, Saadet Partililerin AKP’ye geçişlerini izliyoruz. Genç Parti ile Zafer Partisi ittifak yapıyor örneğin. HÜDA-PAR AKP’nin müttefiki, aynı AKP’den geçen dönem CHP milletvekilliği yapmış Aydın Ayaydın bu sefer AKP’nin Muğla adayı. CHP’nin Ankara ilçe adaylarına bakınız, MHP’nin kadrolarını görürsünüz. CHP Artvin Belediye Başkanı İYİP’den aday oluyor? Devam ediyor bu geçişler. Nasıl yorumlarsınız?
Daha ileriye gidersek, geçen seçimde CHP ile ittifak arayışında olan Kürt siyaseti, bugün “CHP’de lider yok Erdoğan lider ve Kürt sorununu Erdoğan çözer” diye açıklama yapabiliyor. Ahmet Türk’ün bu açıklamasına Demirtaş’tan “sol İslam’ı anlamıyor” minvalli çıkışlar gelebiliyor. Kayyımlara karşı siyaset orta yerde duruyor ama…
Bu benzeşme ve aynılaşma halinin bir zemini ya da başka bir deyişle nesnel bir kaynağı var. O da topyekûn düzen siyasetinin sağcılaşması. Hatta örneğin TİP’in adaylarına bakınız. Hatay adayı eski İYİP’li, Defne adayı ise eski DSP’li… Devamı da var TİP’in İzmir’den iki ilçe adayından birisi DEVA diğer Vatan Partisi’nden… “Sağdan adam örgütlüyoruz” diye ortadaki vakayı meşrulaştırmaya çalışadursunlar “CHP’den makbul bir adaya evet derim hatta Sarıgül’e evet” diyen Gökhan Zan gibi bir adaydan bahsediyoruz. Tekrar sormak lazım nasıl yorumlarsınız? Düzen siyasetindeki benzeşme haliyle, solun burjuva siyasetine öykünmesiyle devam eden bir süreç var karşımızda. Sol adına bunu içimize sindirirsek, gelecekte daha çok şeyi sindiririz. Bu durum Gezi’nin politik olarak likidasyon sürecidir.
Araya girip bu benzeşme kavramı üzerinden gidersek, Türkiye’de AKP karşıtı bir muhalefeti siz sağ bir cepheye yerleştiriyorsunuz o zaman, doğru mu? CHP sağ bir parti mi ya da DEM Parti’yi nereye koyuyorsunuz?
Sağcılaşma bir süreçti ve ülkenin siyasi ekseni sağa kaydı. Daha önce defaatle ifade ettik. CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı sağ bir cepheydi. “Sağa karşı sağ” siyasetiyle ülkenin AKP’den ve Erdoğan’dan kurtulacağı varsayıldı. Ancak döşenen zemin özünde AKP zihniyetinden başka bir şey değildi. Ekmeleddin vakasını hatırlamıyor muyuz? Dün Kılıçdaroğlu’nu göklere çıkaranlar bugün sırtlarını döndüler ve Kılıçdaroğlu’nun sağcılığını eleştiriyorlar. Benzer bir durum İmamoğlu üzerinden daha fazla yok mu? Dikkat ediniz hep sağ eksenden konuşuyoruz. Yukarıda örnekler verdim. CHP’nin milletvekilliğini yapan Aydın Ayaydın bugün AKP saflarında örneğin. CHP, ortanın solundan ortanın sağına kaymıştır. Bu anlamıyla ülkenin solu boştur ve bu boşluğu dolduracak bir özne aranıyor.
Yine benzer bir akıl yürütmeyi HDP ve şimdiki adı ile DEM Parti için de yapmak pekâlâ mümkün. HDP-DEM Parti, siyasi olarak radikal demokrat bir partiden liberal demokrat bir partiye evrilmiştir. Türkiye’de 20 yıldır yaşanan sağcılaşma siyaseti, bugün ülkenin muhalefetini de teslim almış durumda. Bunun görülmesi şart ve sağın karşısına sol çıkarılmadan mücadele veremezseniz. Emekçi sınıfların yaşam şartları ortada, insanların gericilik karşısında tepkileri bitmiyor. Cumhuriyet kutlamalarına katılan milyonlar, yurtlarda gençliğin asansör eylemleri bunların güncel örnekleri… Ülkenin ilerici birikimi ortada ancak bunu sağ siyasete meze etmek isteyen bir anlayış bize muhalefet olarak sunuluyor. Açık söylemek gerekirse halka yalan söylenmez. Televizyon ekranlarında ya da gazete köşelerinde bu ülkenin ilerici yurttaşlarına seslenen aydınların bu açıdan emekçi sınıflara karşı büyük bir görevi bulunuyor.
Arada TİP’i sorsak…
Ne denebilir ki? TİP bizi şaşırtmadı, neden şaşırıyorlar ki? Yıllar önce bu arkadaşlarla yollarımızı ayırdığımızda yaşanacakları tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Sanırım röportajın bir dizi kısmında kullandığım bazı kavramlar aslında sorunuza bazı yanıtlar oluşturuyor.
Özelde TİP’i değerlendirmenin ötesinde daha genel bazı noktalara değinmek istiyorum. Markalar arkasına saklanılarak devrimcilik/solculuk/komünistlik yapılmasının bir sınırı var. Daha doğrusu düzen siyasetinin yörüngesine girenler daha çok markalara ihtiyaç duyuyorlar. Siyaset markalarla değil içerikle, devrimci içerikle yapılır. Ya da Lenin’in dediği gibi devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz. Avrupa’da gördük. Syriza ilk akla gelen. Türkiye’nin Syriza’sı olmak için yola çıkanların akıbetinin de aynı olacağını söylemek maharet değil. Bunlar işin bir boyutu ve güncel birkaç noktaya dayanak oluşturan bazı akıl yürütmelere değinmek istiyorum.
Akıl yürütme şu gerekçelerle kuruluyor: Birincisi, “kum havuzunda oynamıyoruz, marjinallikle olmuyor, büyük siyaset yapıyoruz”, ikincisi, “amaç sola kaybettirmemek, sağa kazandırmamak” ve üçüncüsü ise “örgütlü siyaset makus darlığı kıramıyor, popülist siyaset ve siyasetin kurallarıyla oynamak solu büyütüyor (siz burjuva siyaset diye anlayın) ve bu havuz solun örgütsel yapısını kurmak için de olanak sağlıyor (bu devrimcileri ikna etmek için kullanılıyor)”. Yani eski tartışma jargonuyla söylersek “önce hareket, sonra içinden örgüt kurarız” deniliyor. Üç aşağı beş yukarı bugün Türkiye’de devrimcileri, sosyalistleri ya da komünistleri küçük gören anlayışın dayandığı gerekçeler bunlar. Ya da başka deyişle bugün düzen siyasetinin kulvarına girmek bu “stratejik-taktik” gerekçelerle açıklanabiliyor, yapılan düzen siyaseti bu gerekçeyle meşrulaştırılabiliyor ya da popülizm bu sayede anlatılabiliyor.
Peki gerçek ne? Örneğin sağa kazandırmayalım derken CHP ile ortak masa kuruyorsunuz ve Ankara’da MHP’li adayların CHP listelerinden seçilmesine ses çıkaramıyorsunuz. Örneğin sol kaybetmesin diyorsunuz ama DSP ya da İYİP’ten aday transferi yapıyorsunuz. Sonuç olarak sağ kazanmasın, sol kaybetmesin diye diye CHP siyasetinin yörüngesinden çıkılamıyor. Bu mudur sol ve devrimci siyaset? CHP Parti Meclisi’nden çıkacak kararları etkilemek adına yapılan siyaset büyük siyaset mi oluyor? CHP’yi desteklemek, onu gözetmek, CHP ile danışıklı siyaset Türkiye’de solu güçlendiriyor mu yoksa likide mi ediyor? Bu soruların yanıtları bize göre net.
Bir de bütün bu siyasal çıkışlar zaten CHP’nin yaşam alanında yapılmıyor mu? Bu siyaset tarzının yaşam alanı açıktır ki CHP’nin ihtiyaçlarına göre veya izin verdiği ölçülerde belirleniyor.
Popülizmle belki etkide bulunabilirsiniz ve düzen siyasetinin kapsayamadığı kesimlere seslenebilirsiniz. Hatta buradan güçlü bir sosyalist partinin kurulacağını da umabilirsiniz. Yılların tartışmasını hatırlatmak zül geliyor insana. Ama “önce hareket, sonra parti” tezlerine karşılık partinin kurulmasını biz hep savunduk. İdeolojik ve programatik olarak net olmayan hiçbir hareket, kendisini sürece bırakarak kurulamaz. Bugün Marksist-Leninist bir partiye ihtiyaç var mı yok mu sorusu sizler için anlamsızsa bu bölümü zaten okumayınız. Sürekli salınan, her türlü görüşü kapsamaya çalışan, içinde sosyalizm niyetine her tür ideolojik karmaşayı barındıran bir partinin kafası karışıktır. Bir gün patronları aday gösterir ertesi gün faşist partiden transfer edilmiş başka bir ismi. Ancak buradan güçlü bir örgüt çıkmaz, bir parti oluşmaz. Sosyalist solun fetret devrinin bir geçiş uğrağı olmak dışında bir karşılık bulamazsınız.
Son olarak şunu da belirtmek isterim. Burjuvazinin demokrasi oyun bahçesinde oyun oynamayı maharet zannedip bundan haz alıp, burjuva siyasete öykünenlerin, devrimcileri küçümsemesine tahammül etmeyiz. Faşist partiden bir ismi aday gösterip, bunu da “siz kum havuzunda oynuyorsunuz” diyerek meşrulaştırmaya çalışmazsınız. Türkiye’de solun tarihsel birikimi buna izin vermez. Devrimciliğin de kırmızı çizgisi vardır. NATO’ya evet oyu veren büyük partilerle fotoğraf vermeyi büyük siyaset zannedenlerin küçük dünyasına girecek değiliz. Kimlerin kum havuzunda oynadığı aslında belli değil mi?
Buradan doğrudan TKH’ye gelirsek, Parti olarak bütün seçim çevrelerinde seçimlere giriyorsunuz. Sadece Tunceli’yi dışarıda bıraktınız. Bunun nedenini sorsak ve bir de Hatay’da aday gösterdiniz. Ortak aday mümkün olmadı mı?
Parti olarak, 80 ilde belediye başkan adayı çıkartıyoruz ve aynı zamanda büyükşehirlerin merkezi bütün ilçelerinde belediye meclis seçimlerine parti adaylarıyla katılıyoruz. Açıkçası bu bizim öncelikli tercihimiz değildi, ancak sürecin kendisi bizi doğrudan parti adı ve adaylarıyla seçimlere katılmak durumunda bıraktı. Parti’nin Kongre kararlarındaki iki noktayı hatırlatmama izin veriniz. İlki, düzen partilerine destek olmayacağımız kararı, ikincisi ise solun bağımsız hattının ortaya çıkarılması ihtiyacı. Parti olarak, genel seçimlerde Sosyalist Güç Birliği (SGB) çatısı altında seçimlere katıldık. Sosyalist Güç Birliği niye kuruldu? Solun bağımsız siyasal hattını temsil etmesi içindi. Ancak Sol Parti ve TKP, SGB’nin temel zeminine aykırı bir tutumla CHP’nin adayına doğrudan destek ve oy çağrısı yaptılar. Kaldı ki kendi adayını çıkarma tartışması SGB’yi uzun süre kilitlemişti. Kendi adayımızı çıkartma tartışmasından nasıl oldu da bileşenlerimizin Kılıçdaroğlu’nu açıktan desteklediği bir noktaya gelindi bu durum bizim için de şaşırtıcı oldu. Bu sorun, ne yazık ki, SGB’yi yerel seçimlere taşıyamadı.
Ancak bizler açısından sol güç birliği ya da ittifak ihtiyacı devam ediyordu, hala etmektedir. Bu amaçla TKP, Sol Parti, EMEP, TİP başta olmak üzere seçime giren girmeyen bir dizi partiye ziyaretler yaptık, ortaklık kurmaya çalıştık. Bu ziyaretler bizim niyetimizi göstermesi bakımından okunmalıdır. Sonrasında yürüttüğümüz görüşmeler oldu, solun ortak toplantılarına katıldık. Ancak Türkiye solunda büyük bir ortaklık, ortak tutum ya da güç birliği ne yazık ki oluşmadı. Örneğin Hatay’daki tablo bunu göstermiyor mu? Özellikle Defne ve Samandağ’da bekledik, ortaklık kurulabilir diye, ancak ortak aday çıkarılamayan bir durum ile karşı karşıyayız ve biz TKH olarak bu süreçte fazlasıyla sorumlu davrandık. Solun ortak adayı konusunda ise görüşmeler elbette yaptık, ancak bugün daha net olarak görülüyor ki, Gökhan Zan’ı aday gösterenlerle nasıl bir ortaklık kurulabilirdi ki? Türkiye Komünist Hareketi, sosyalizmin bağımsız hattını temsil etme misyonu ve hedefiyle hareket ediyor demiştik ve sorumluluğumuzu yerine getirmek için Hatay’da adayımızı ilan ettik.
Yine benzer bir biçimde Tunceli’de de solun bağımsız hattını ortaya çıkarmak bizim temel derdimizdi. CHP ve DEM Parti çatısı altına girmeyeceksek eğer, ki bizim için siyaseten mümkün değildir, sosyalizmin bir seçenek haline getirilmesi Partimizin temel çıkış noktası olmuştur. Bu doğrultuda Hüseyin Aygün’ün bağımsız adaylığı gündeme geldi ve Partimiz Dersim Halk İnisiyatifi içinde yer alarak bağımsız sol adaya destek tutumunu benimsedi.
Tunceli demişken, Kadıköy’de Maçoğlu’nu destekleyecek misiniz?
İttifak, güç birliği ya da destek siyasetinin bazı gerekleri ama aynı zamanda gerekçeleri ve hepsinden önemlisi bazı ilkeleri olmak zorunda. Siyaset yapıyoruz, ticaret değil. Ticarette kâr olabilir, ama bize göre siyasette ilkeler vardır. Öncelikle Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) üyesi ve adayı olarak Kadıköy’de TKP listesinden aday olan Fatih Maçoğlu’nun adaylığı üzerinden bir ittifakın bize göre bazı gerekleri yerine getirilmeliydi. Örneğin bizim SMF ile ortaklık kuracağımız bir zemin mümkün olamadı. SMF, Tunceli’de başka bir ittifakı tercih etti. Bu ittifakı tercih etmesi sadece Tunceli özgünlüğü ile açıklanamaz. Kürt siyasi hareketinin yakın zamanda kendilerine yönelik ağır eleştirilerini görmezden gelerek DEM Parti ile SMF’nin ittifak yapması işin başka bir boyutu. Ama SMF’nin bu tercihi aynı zamanda siyasi bir tercihtir. Böylesi bir siyasi tercihte bulunan SMF ile bizim Kadıköy’de ortaklık kurmamız hem tutarlı hem de bizim açımızdan dürüst bir tutum olmazdı. Özetle bu durum bugünkü siyasal değerlendirmelerimiz ile SMF’nin siyasal değerlendirmeleri arasında açı olduğunu gösteriyor. Kaldı ki SMF ile bir dizi noktada yakınlaşmıyor tersine farklılaşan politik tutumlarımız gün geçtikçe artıyor. Örneğin biz laiklik mücadelesini yükseltmek gerektiğini söylerken SMF’nin “Şeyh Sait’in torunlarıyız” diyen DEM Parti ile ittifakı tercih etmesi bir gösterge ve aynı zamanda bize göre bir vaka. Bununla birlikte bir diğer önemli nokta da şu: İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı konusunda yaklaşım ve tutum farklılığımız, Kadıköy’de ortak davranmanın önünde bize göre önemli bir engel oluşturacaktır. Bu açıdan Kadıköy’de Maçoğlu’nun adaylığı konusunda oluşan ittifakın içinde yer almayacağız.
Ancak yine de Kadıköy’de belediye başkanlığına bir aday göstermeyeceğiz, belediye meclisi seçiminde adayımız var. Kadıköy’ü tercih etmedik, biz Bağcılar, Ümraniye, Sultanbeyli, Sultangazi gibi emekçi mahallerine yönelik bir çalışmayı bu dönem tercih ettik. Bu vesileyle Kadıköy’de de verilecek bir oy varsa, onu sosyalizme, orak-çekice istiyoruz.
Bu haber en son değiştirildi 27 Şubat 2024 22:32 22:32
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) , 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…