1 Mayıs günü meydanlar dolup taşar mı?
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, artık neoliberal politikaların mağdur ettiği tüm kesimlerindir. Dünyada ve yerelde çağın gerçeğini yakalayamamış yönetimleri eninde sonunda dize getirecek olan bu kesimdir.
Tülin Tankut
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre, ülkemizde sendikalı işçi oranı yüzde 15.2 Toplam işçi sayısı 16 milyon 395 bin. Sendikalı işçi sayısı 2 milyon 495 bin. ( Ocak 2024) Bu arada bağımsız uzmanlar özel sektörde sigortasız, göçmen ve çocuk işçi çalıştırıldığına dikkat çekiyorlar. Ancak bu kesimin sorunları saymakla bitmiyor. Ülkenin üreten sınıfı, sendikal haklarından yeterince yararlanamıyor. Sendikalaşma hakkını kullanmak isteyenlerin önüne engeller çıkarılıyor ki, haritada işten atılma da var. Tabii bu konuda akla ilk gelen yargı bağımsızlığı kaldı mı sorusu oluyor. Araştırmalar, halkın yargıya güveninin azaldığı yönünde. Yargı sorunu işçiyi işten atmayı, işçinin üzerindeki denetimin sıkılaşmasını kolaylaştırıyor. İşçi- işsiz rekabeti yaratılarak ücretler düşürülüyor, baskılar artırılıyor. Her an işsiz kalma olasılığı da cabası. İşçinin aldığı ücretse geçimini sağlamaya yetmiyor, ev kirası el yakıyor. TUİK araştırmaları, işgücüne katılımın düşük olduğunu gösteriyor. Bir işte çalışmayan kadın oranı 21 milyon, erkek oranı 9 milyon. Esnek ve güvencesiz işlerde, ek işlerde çalışanların sayısı artıyor. Bugün 3 üniversiteliden biri işsiz. İş bulabilen de asgari ücretli işler bulabiliyor. Çocuk işçiler şanslı (!) Her 4 çocuktan biri çalışıyor. İşin aslı, kitleler onun bunun kışkırtmasıyla değil, nesnel koşullarının zorluğu ve gelecek kaygısıyla seslerini yetkililere duyurmaya çalışıyorlar.
Ülke nüfusunun yüzde 93’ü il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. (Şubat 2924, TUİK verileri) Tarım, besicilik iç açıcı değil. Kuraklık, orman yangınları, seller gibi felaketlerle çilesi hiç bitmeyen çiftçiler, tarım işçileri… Kırsalın gençleri çareyi kentlerde arıyor. Maden işçileri, iş cinayetleri, sorunsuz gün geçmiyor. Peki emekçi halk şimdiye kadar neden sesini yükseltemedi?
Dini aidiyeti, kişinin toplumsal eşitsizliğin yol açtığı yalnızlık, karamsarlık, aşağılık duygusu vb. sorunlara katlanmasını kolaylaştırır. Bu insani bir duygudur. Öyle ki, inanç dünyasıyla bilim dünyasını birbirinden ayıramamış bilim insanları vardır. Dini siyasete alet etmek isteyenlerin, yaşamın bütün alanlarına müdahale etme ve görünürlüğünü artırma girişimleriyse sakıncalıdır: Birincisi, kişi özellikle siyasi kararlar alırken dini inançlarının etkisinde kalabilir. İkincisi, genç kuşağın akılcılıktan uzak, duygusal tepkilerle “dinden uzaklaşma olarak algılanan deizm”e kayması ; gereksiz şeylere kafa yormasından gerekli olanlara sıra gelmemesi beklenebilir. Feodal ve ataerkil kapitalizmin dini söylemlerledesteklendiği bir süreçten geçiyoruz. Aldatmaca olduğu ortaya çıkan refah devletinin kazanımları, tek tek elimizden çıkıyor. İleri kapitalist ülkelerde işçi ve emekçi kesimin direncini kırmak, sınıf politikalarını unutturmak için sözde özgürlükler adına kimlik politikalarının güçlendirilmesine izin verildi. Bizim gibi ülkelerde bunun emekçi halk için ciddi, olumsuz sonuçları oldu. (Siyasetin dinsel mezhepsel, cinsiyet bağlamında mesnetsiz, ayrıştırıcı söylemleri egemen güçlerin işine yarıyordu.) Toplumu dinselleştirmeye niyetli siyasilerin bazıları dini kullanıp kadın haklarını nasıl hedef aldıklarını gizlemeye bile gerek görmüyorlardı. ( Kadına şiddet neden vuku bulmadan önlenemiyor? Kadın sığınma evleri ihtiyacı karşılıyor mu?) Kadın şiddetinin durdurulması için her şeyden önce yasal zeminin güçlendirilmesi gerekmez mi? Dini söylemlerin de etkisiyle kadının yerleşik toplumsal önyargılarla algılanmasının önü kesilemiyor. Oyda bilim, kadın cinsinin ikinci sınıf vatandaş sayılamayacağını çoktan ortaya koymuştu.
Konumuz, 8 Mart değil, 1Mayıs! Ancak kadınlar çalışma hakkından önce can güvenliğinin sağlanmasının peşine düştüler. İşsiz artışı, gündemden hiç düşmüyor; çalışma potansiyeline sahip kadınlar işsiz… Ülke ekonomisi asgari ücretle belirleniyor, iddialarına ne demeli? Kadının özel ve kamusal alanda şiddete maruz kalması artık vaka-ı adiye gibi adeta doğallaşmışsa nasıl iş yaşamına katılabilir? Hukuk sistemi de cinsiyetçilikten arındırılmamıştır.
Bunlar yalnızca bizim ülkemizin sorunları değil, deme kolaycılığı aynı zamanda bir gerçeğe de işaret ediyor. Andre GORZ 40 yıl önce diyordu ki: Bu açlık ve sefalet, sanayileşmiş kapitalist ülkelerin, bu ülkelerin ( üçüncü dünya ülkeleri) kaynaklarını yağmalamalarından ve onların kendi güçlerini kullanabilmelerinde karşılaştıkları politik ve toplumsal engellerden ( ki bundan da, önce sömürgecilik sonra da çokulusluların yeni- sömürgeciliği sorumludur) kaynaklanmaktadır. [i] Bir yanda “küresel istikrarı getireceğim” iddiasındaki ABD Başkanı D. Trump’ın “küresel ticaret savaşları”, “tarife”leri; bir yanda ülkemizin de imzaladığı, iklim krizini önlemek için yapılan Paris Antlaşması’nın “ çiğnenen onuru”… “ İnsan haliyle isyan ediyor: Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini”! Kapitalizme, emperyalizme karşı örgütlü mücadelemizi şimdi değil de ne zaman vereceğiz? Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin; ileri teknolojiyi yaygınlaştırarak – cep telefonu kullanmayan kaldı mı yeryüzünde? – tüketimideolojisini ataerkillikle harmanlayıp virüs salgını gibi, sanal âleme odaklanmaya yönlendirdiği, kendi yarattığı cilâlı taş devrinde, teşhirciliğe sürüklediği, etiği boşlamakta bir sakınca görmeyen, yediden yetmişe zarar verdiği milyarları unutmayalım.
Bu mücadelede solun “bilgi, bilinç ve eylem” ilkeleri zorunludur; “eylemin toplumsal bir güce dayanması” için medeni ve siyasi hakların kullanımına yönelik güçlü toplumsal hareketlere ihtiyaç vardır. Dolayısıyla bu konuda biçimsel de olsa yasaların yararı yadsınamaz.
Görünen köy kılavuz istemez. Toplumsal eşitsizlik alarm veriyor. Ama toplumsal değişim için yapılan protestolara katılım da artıyor. Emekçi halkın sorunlarını gündeme taşıyıp çözüm yolları üreten sol, hiç boş durmuyor. Ses yükselten kitlelerse barışçıl yaklaşımla yasaların gereğinin yapılmasını talep ediyorlar.
Solun atılımıyla geleceklerini sömürüsüz, eşitlikçi, antikapitalist, anti emperyalist, emekçi halkın çıkarlarını sahiplenen sol parti ve oluşumlarda gören gençlerimizin sayısı hızla artıyor. İşgücü Piyasasından dışlanıp aile içinde maruz kaldıkları ataerkil şiddet karşısında korunamayan kadınlar, şiddet yoluyla hizaya getirilmelerini kabul etmiyorlar. Bu yüzden kadınların hukuksal haklarına sahip çıkmaları çok önemlidir. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, artık neoliberal politikaların mağdur ettiği tüm kesimlerindir. Dünyada ve yerelde çağın gerçeğini yakalayamamış yönetimleri eninde sonunda dize getirecek olan bu kesimdir.
Alanların dolup taştığı 1 Mayıs günü yaşamak dileğiyle.
[i] ) Anlaşılmaz Sözler, Melih Cevdet Anday, 1 Kasım 1985, Cumhuriyet
gazetesi, Cennetin Yolları- Yaşanan Ekonomik Buhran Üzerine Tezler (Andre
Gorz- Turhan Ilgaz, AFA Yanları.)