2016’da “bizi” bekleyenler

Genelde yeni bir yıla girilirken insanların birbirine dönük iyi niyetlerini iletmesi adettendir. Yeni yılla birlikte geçmiş yılın kötü anılarının silinmesi istenir ve geleceğe dair umutla bakılmaya çalışılır. Bununla birlikte yeni yıla dair tahminler yapılır ve bu tahminlerin “iyimserlik” dozajı yüksek olur. Elbette bu tahminlerin geneli iyi niyet üzerine kuruludur ve genelde “kehanet” mertebesine girer. Bu... View Article

Genelde yeni bir yıla girilirken insanların birbirine dönük iyi niyetlerini iletmesi adettendir. Yeni yılla birlikte geçmiş yılın kötü anılarının silinmesi istenir ve geleceğe dair umutla bakılmaya çalışılır. Bununla birlikte yeni yıla dair tahminler yapılır ve bu tahminlerin “iyimserlik” dozajı yüksek olur.

Elbette bu tahminlerin geneli iyi niyet üzerine kuruludur ve genelde “kehanet” mertebesine girer. Bu yazıda ise söz konusu boyut es geçilecek ve önümüzdeki yılın olası gündemleri üzerinde durulacaktır. Dolayısıyla yazının amacı “şapkadan tavşan çıkartmak” değil, aksine iyi bilinen gerçekleri ifade etmek olacaktır.

Öncelikle bakacağımız yer hem sermaye sınıfının, hem de AKP iktidarının yönelimleridir. 2015 yılında yaşananlar ekonomi cephesi açısından “rahatsızlık” yaratırken, bu rahatsızlığın seçimlerle birlikte “yapılması gerekenler” üzerine yoğunlaştığı görülüyor. Özellikle son bir yılda ekonominin dalgalı hali endişe yaratırken, sermayenin temsilcileri 2015 yılını kayıp yıl olarak gördüklerini belirttiler.

Bununla birlikte kaybedilenlere bakılınca sermaye sınıfı açısından beklentilerin altında kalma hali vardır. Yoksa söz konusu yitip gitme durumu yoktur. Dolayısıyla 2016 yılında sermaye sınıfı tarafından beklentilerin başında kâr oranlarını yükseltecek adımların atılması vardır. Bu durumun sağlanması için ise emekçilerin haklarına dönük budamaların gelmesi olacak.

AKP’nin seçim vaatleri arasında bulunan asgari ücretin artışı bu adımların atılmasına dönük tersi bir hamle olduğu düşünülebilir. Ancak son birkaç günde yaşananlar meselenin iç yüzünü göstermektedir. Büyümenin devam etmesi için gerekli tasarruf oranları ve tüketim miktarları bu ücret artışıyla sağlanırken, aynı zamanda ücretin finansmanı “kamu maliyesi” tarafından üstlenilecek.

İlk başta ifade edilenlere göre asgari ücret artışının finansmanın bir kısmı işsizlik fonunda biriken paralarla sağlanacak. Bu yetmiyormuş gibi yeni vergi dilimlerine göre asgari ücretliden daha fazla vergi kesileceği için, en azından şimdilik bu durum böyle, asgari ücret artışından doğrudan bir fayda sağlanamayacak. Dolayısıyla bir taşla iki kuş vurulacak ve emekçilerin üzerindeki yük daha da artacak.

Elbette bunlar yılın ilk aylarında yaşanacak olanlar. Seçimlerde vaat edilen “kamuda taşeron işçilerin kadroya geçişi” bir süre daha bekleyecek gibi duruyor. AKP hükümetinin yetkilileri bu adımı “daha sonraya bırakacaklarını” söyleyerek, kazanılmış bir hakkı oyalama yoluyla hiçe sayıyor.

Gündeme gelen bu adımlar büyük oranda emekçilere vaat edilenlerin “boşluğunu” bize gösterirken, sermayenin uzun zamandır ajandasında tuttuğu “işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi” bir kez daha gündeme geliyor. Bu noktada AKP hükümeti “kıdem tazminatının” kalkmasını çok fazla gündeme getirmek istememekle birlikte, kiralık işçilik vs.. gibi seçenekleri gündeme getireceği sinyalini vermekte.

Bu adımların her biri başlı başına ciddi hak gasplarını doğuracağı belli olurken, gündeme bir de “yeni anayasa” tartışmaları ile bölgesel asgari ücret gelmesi de mümkün. Ancak 2016’da bu tartışmanın merkezi önem taşımayacağı açıktır. Hal durum böyleyken, 2016 yılında bir de biz kendi takvimimize biraz odaklanalım.

***

Yılın son günleri her gece “bombaların yağdığı” günlerden geçerken gözden kaçan boyut biraz da bu yukarıda bahsedilen takvimdir. Çok açık ki durum anlaşılır bulunabilir, ama bu iç sıkıcı günlerde daha Mayıs günlerinde duyduğumuz “metal fırtınanın” izlerine iyi bakmak gerekiyor. Bu fırtınanın izleri en son yapılan Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Kurulu’nda cılız da olsa hissedilmiştir.

Bununla birlikte işçi hareketi, sermaye sınıfının yukarıda bahsedilen yönelimlerine ve isteklerine karşı durma konusunda zayıf bir görüntü vermektedir. Sermaye sınıfı tarafından iğdiş edilmiş, iktidar tarafından yandaşlaştırılmış sendikacılık anlayışı bugün işçilere bugün “yeni kölelik zincirleri” ekliyor.

En büyük işçi sendikası diye övünen Türk-İş’in Genel Kurulu gündeme bile gelmezken, diğer sendikalar da yukarıdaki saldırı paketine karşı cılız tepkiler dışında bir şey yapamıyor. DİSK ve KESK dağıtıcı etkilerle sakat bırakılırken, sınıf sendikacılığı yapabilecek nüveler ise etkisizlik içinde kayboluyor.

Kısır döngünün kırılabilmesi 2015 yılının öğrettikleriyle mümkün olabilir. Bu yıl, sonu gelmez hukuki süreçlerden daha çok fiili-meşru mücadelenin “hak kazanımlarını” sağladığı görülürken, sürekliliğin ise net bir siyasal bakışla sağlandığı görüldü. Dolayısıyla bu sürekliliğin sağlanması için sağlam, dinamik kadrolara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kadroların ise çıkacağı yer çok uzakta değil. Yanı başımızda ve genç emekçiler arasında bulunuyor. Genç emekçiler mutlaka bu yolun taşıyıcısı ve sürekliliğini sağlayan unsur olmalıdır.

2015 yılı pek çok acı kadar umudu da getirirken, 2016 yılının kışı daha uzun süreceğe benziyor. Öte yandan, 2015 yılının bize öğrettiği şey ise zaferlerin kazanılmak zorunda olduğuydu.

Kısacası “bize bir zafer gerek”.

2016 yılı bu zaferi bize kazandırmalıdır.