Umut Kuruç
Filistinliler, Norveç’in başkenti Oslo’da 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail arasında imzalanan Oslo Anlaşması’nın iptali talebini sürdürüyor.
30 Eylül tarihinde, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, üye ülkelerin 119’unun oyuyla kabul edilen tasarı, BM’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüyle temsil edilen Filistin’in bayrağının 198 üye ülke bayrağı arasında temsil edilmesine karar verdi. Filistin’in tam üye devlet olması, 2011’de BM Güvenlik Konseyi engeliyle karşılaşmıştı. 2012 yılındaki BM Genel Kurulu’ndaki oylamada ise Filistin ve Vatikan’a “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü verilmesi kabul edilmişti.
30 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada iki devletli çözüm isteyip de hâlâ Filistin’i tanımayan ülkelere dönük mesaj veren Mahmud Abbas, Filistin’in devlet olmasının çözülmemesini vicdansızlık olarak tanımlarken, Filistin’in İsrail’le imzalanan Oslo Anlaşması ve diğer anlaşmalardan dolayı artık yükümlü olmadığını, İsrail’in ihlallerinin anlaşmaları hükümsüz kıldığını ifade etti. Abbas, “Artık İsrail’le imzaladığımız anlaşmalardan dolayı bir yükümlülüğümüz kalmamıştır.” diye konuştu.
Bu yılın Mart ayında Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), “İsrail’in iki taraf arasında imzalanan anlaşmalara riayet etmemesi nedeniyle işgal yönetimiyle güvenlik koordinasyonları durdurulacaktır” beyanıyla, İsrail ile tüm güvenlik koordinasyonunu durdurma kararı almıştı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın “Oslo Anlaşması’nın hükümsüz olduğunu” söylemesinin ardından, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ön şart koşmadan Filistin’le müzakerelere dönmeye hazır olduklarını söyledi.
Öte yandan Hamas ve İslami Cihad yaptıkları açıklamalarda, Abbas’ın yaptığı konuşmaya bağlı kalması ve bu sözleri hayata geçirmesi gerektiğini belirttiler.
FKÖ ve İsrail arasındaki barış sürecinde yeni bir dönem olarak tarif edilmiş olan Oslo Süreci ne çatışmaları durdu ne de bir barış sürecine vesile oldu. Anlaşmanın iptal edilmesi çağrısı Filistinli sivil toplum kuruluşlarınca da dillendiriliyor.
Tartışmalar, bu çağrının gerçekliğini ele alırken, ABD başta olmak üzere, dünya kamuoyunun dikkatini çekmek üzere yapılmış bir hamle olarak da değerlendiriliyor. İsrail’e kapının açık bırakıldığını ve Oslo Anlaşması’nın iptali gibi sert değişikliklerin hemen beklenmemesi gerektiğini savunan kesimler Anlaşma’nın iptalinin işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail askeri varlığını artıracağını, Üçüncü İntifada’ya yol açacağını ve Filistin toplumuna büyük ekonomik kayıplara mal olacağını, Hamas’ın gücünü arttırmasına ve daha birçok olumsuz gelişmeye neden olacağını öne sürüyorlar. Bu değerlendirmelerin sahipleri, Filistin Yönetimi ve uluslararası aktörlerin Anlaşma’nın ana ilkelerini yenileme ve güçlendirme yönünde adım atmaları gerektiğini söylüyor.
2000 yılının temmuzunda Camp David’deki Orta Doğu Barış Zirvesi müzakerelerinin tıkanmasıyla birlikte Yaser Arafat ve Filistin Yasama Konseyi, Özgür Filistin Devleti’nin tek taraflı ilanını erteledi. Bu kararla birlikte başlayan İkinci İntifada’yı değerlendiremeyen FKÖ’nün eli 2015’te zayıflamış görünüyor. Filistin halkının Abbas’a desteği azalırken, İsrail ile müzakerelerin ve iki devletli çözümün gerçekliğine inancı da kayboluyor.
Oslo Anlaşması’ndan yana olan Filistinliler, anlaşmanın nihai bir barış için uzlaşma olduğunu savunuyorlardı. O dönem FKÖ’nün içindeki en büyük grup olan El Fetih, Oslo Süreci’ni desteklerken, FKÖ dışındaki Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) anlaşmaya karşı çıkıyor, iki devletli bir çözümün 1948’te evlerinden edilen Filistinliler’in ülkelerine geri dönme hakkına ihanet olacağını söylüyorlardı.
Üçüncü İntifada Mı?
Son dönemde bölgede artan şiddet, bazı uzmanlarca Üçüncü İntifada’nın habercisi olarak değerlendirilirken, Filistin halkı arasında bugün, İkinci İntifada’nın başlangıcındaki rahatsızlık düzeyinin aynısının yaşandığına dikkat çekiliyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Filistin Radyosu’na konuşan Filistin Barış Baş Müzakerecisi Saeb Erekat, bu dönemin kendisine 2000 Eylül’ünde başlayan İkinci İntifada’nın ilk günlerini hatırlattığını ifade ederek “Bu olaylar 2000 Eylül’ünü çağrıştırıyor. Bugüne kadar yaşananlardan edindiğimiz tecrübe, İsrail’in zor kullanarak Filistin’in özgürlüğünü engelleyemeyeceği yönündedir”
Filistin halkı arasında yapılan bir araştırmaya göre, yüzde 42’lik bir toplam Filistin Devleti’ni kurmanın ancak silahlı mücadeleyle gerçekleşebileceğine inanırken, 3’te 2’lik bir toplam Mahmud Abbas’ın başkanlığı bırakması gerektiğini söylüyor. Aynı araştırmaya göre Filistinliler’in büyük çoğunluğu iki devletli bir çözümün gerçekçi olmadığını düşünürken, barış görüşmelerinin ortadan kalktığı bir süreçte silahlı intifadaya dönülmesi gerektiğini savunanların oranı son üç ayda yüzde 49’dan yüzde 57’ye yükseliyor.
Birinci ve ikinci intifadaların lideri olarak bilinen ve hapiste bulunan Marwan Barghouti, Ekim ayı başında gönderdiği bir mesajda İsrail işgaline direnen Filistinli genç kuşağı selamlayarak “İsrail’in Filistin’i işgali sona ermeden barış olmaz. Bazıları barış anlaşmasının nedenini Yaser Arafat’ın isteksizliğiyle, veya Mahmud Abbas’ın yetersizliğiyle gerekçelendiriyor. Ancak, her ikisi de bir barış anlaşmasını imzalayabilecek yeterliliğe sahipti ve buna hazırlardı. Gerçek sorun, İsrail’in barış yerine işgali tercih ederek, görüşmeleri kendi sömürgeci projesini geliştirmek üzere perdelemek için kullanmasıdır. Dünyadaki bütün devletler bunu biliyor ama büyük bir bölümü iflas etmiş olan eski formülleri bizi özgürlüğe ve barışa ulaştıracakmış gibi dayatıyor.” dedi. Mesajını AB, ABD, Rusya ve BM’den oluşan Ortadoğu Dörtlüsü’nün toplantısı öncesinde gönderen Barghouti, Abbas’ın potansiyel halefi olarak görülüyor.
Öte yandan, 1948’den beri hiç olmadığı kadar bölünmüş ve tecrit edilmiş durumda olan Filistin halkının yaygın bir ayaklanma için ihtiyacı olan örgütlü altyapısı son on yıl boyunca sistemli bir biçimde, başta Filistin Yönetimi, tarafından tasfiye edildi.
Filistinliler’in ayaklanmasını engelleyen iç sorunlarını çözmekle uğraşmaları, İsrail veya destekçileriyle yürütecekleri mücadeleyi sınırlayacağa benziyor. Liderlik krizi, derinleşen İsrail işgali, çatışmanın uluslararası müdahaleye açık hale gelmesi ve bu 3 kriz başlığının bileşkesi olan Gazze ve Hamas etkenleri Filistinliler’in elini zayıflatan başlıklar olarak değerlendiriliyor.
Oslo Süreci Aslında Neydi?
1979 yılında Yaser Arafat Norveç’ten İsrailliler’le bağlantıya geçmesini talep etmişti. Ancak İsrail, Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile doğrudan görüşmelere henüz sıcak bakmıyordu.
1987’de başlayan İntifada ikinci yılına girerken Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarını (*) kabul ettiğini açıkladı. Bu da İsrail’in “güvenli ve tanınmış sınırlar dâhilinde var olması” ve Batı Şeria’nın stratejik bölgelerindeki işgaline devam edebilmesi anlamına geliyordu.
Körfez Savaşı sırasında FKÖ Irak’ı desteklemiş, Irak’ın 1991’de yenilmesi FKÖ’nün elini zayıflatmıştı. Kuveyt, Saddam Hüseyin’i desteklediği için Arafat’ın hain ilan edildiği büyük bir medya kampanyasını finanse etmişti. 1993’teki gizli pazarlıklar boyunca, İsrail Arafat’ın Körfez Savaşı sonrasında güç kaybetmesinden faydalanacaktı.
1993 yılında Oslo’da FKÖ ile İsrail arasında imzalanan anlaşmayla karara bağlanan Filistin Özerk Yönetimi 1994 yılında kuruldu. Oslo Anlaşması iki devletli çözümü öngörüyordu.
Anlaşma artık Filistinliler’in de “bir vatanı” olduğu algısını yaratarak, Filistin mülteci sorununun önemini kaybetmesine yol açtı ve “Filistinlilerin artık bir vatanı olduğu” algısı Filistin sorununa ilgiyi azalttı.
Anlaşmayla birlikte İsrail, 1968 yılında işgal ettiği bütün topraklar üzerinde meşruiyet hakkını elde etmiş oluyor ve İsrail’in “iki halk, iki devlet” stratejisinin kabul edilmesinin yolu açılıyordu. Böylece, İsrail’in uluslararası alanda eli güçlenmiş oluyordu.
Oslo’ya göre nihai bir anlaşmaya varılmadan önce her iki tarafın da durumu değiştirecek adımlar atmaması gerekiyordu. Ancak İsrail, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve 2005 yılına kadar Gazze’de Yahudi yerleşim yerlerini genişletmeye devam ederek buralardaki durumu kendi lehine değiştirmeye çalıştı. İsrail 2005 yılında Gazze’deki Yahudi yerleşim yerlerine son vererek burayı abluka altına aldı.
Oslo’nun getirdiği yükümlülüklerden biri de, su kaynaklarının paylaşımında tek taraflı adım atılmamasıydı. İsrail bunu da ihlal ederek, Batı Şeria’daki su kullanımını kendi lehine arttırmayı sürdürdü.
Oslo Deklarasyonu bir barış anlaşması değildi. Amacı geçici idari düzenlemeler getirerek 1999 sonuna kadar yapılması öngörülen nihai bir anlaşma için sürdürülecek pazarlıklarla ilgili bir çerçeve çizmekti.
Oslo Anlaşması, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki başlıca şehir ve kasabaların kontrolünü, yeni oluşturulan Filistin Yönetimi’ne verdi. Filistin Yönetimi bu yerleşim yerlerinde idari hizmetler ve iç güvenliği denetleyecek geçici bir yapıydı.
Anlaşmaya göre Filistin Yönetimi eğitim, sağlık ve ekonomi gibi konulardan sorumlu olacaktı. Ancak her iki bölgede de dış güvenlik tamamen İsrail’in kontrolü altında bulunuyor. Bu da İsrail’e istediği zaman bu bölgelere girme hakkı veriyor. Güvenlik, planlama ve bayındırlık İsrail’in kontrolünde bulunuyor. Kontrolün Filistin Yönetimi’ne devri ise hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Özetle, Oslo Anlaşması, İsrail’in işgale devam etmesini sağladı. ABD, Avrupa ve Arap ülkeleri nihai bir anlaşma sağlayacak görüşmelere “umut bağlarken”, işgal altındaki Batı Şeria’da İsrail yerleşimlerinin sayısı üç kat arttı. Oslo Anlaşma’yla birlikte Filistin Yönetimi, Batı Şeria’nın yüzde 18’inde tam yetki sahibi haline gelirken, Gazze Hamas’ın kontrolü altında ve Doğu Kudüs dâhil geriye kalan tüm bölgeler ise İsrail işgalinde bulunuyor.
(*) Güvenlik Konseyi 242 sayılı karar
İsrail silahlı kuvvetlerinin son çatışmada işgal ettiği topraklardan çekilmesi,
Hak iddialarından veya savaşa yolaçabilecek tavırlardan vazgeçilmesi ve bölgedeki her ülkenin egemenliği, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına ve tehdit ve şiddet hareketlerinden uzak şekilde, tanınan sınırları içinde güvenle yaşama hakkına saygı duyulması ve bunların kabul edilmesi;
2. Ayrıca;
a) Bölgedeki uluslararası sularda denizciliğin serbestliğinin garanti altına alınması,
b) Mülteci sorununa adil bir çözüm getirilmesi,
c) Askerden arındırılmış bölgelerin kurulması gibi tedbirlerle bölgedeki her devletin bölgesel dokunulmazlığı ve politik bağımsızlığının güvence altına alınmasının gereksinimini onaylar.
3.Genel Sekreter’den anlaşmaya varılmasını destekleyecek ve bu karardaki koşul ve kurallar ile uyum içinde barışçıl ve geçerliliği kabul edilmiş bir anlaşmaya ulaşmak için harcanan çabalara yardım edecek bir Özel Temsilci atamasını talep eder.
Güvenlik Konseyi 338 sayılı karar
Bu haber en son değiştirildi 23 Ekim 2015 08:54 08:54
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…