ANALİZ | Yeni anayasa ve başkanlık: Patronların "Türk tipi" olur mu?

"Türk tipi başkanlık sistemi"nin olup olmayacağından önce "Türk tipi patron" olup olmadığını sorgulayarak başlayabiliriz. Emekçi halkına yabancı bir sistemin kurulması da yaşaması da zor görünüyor.

ANALİZ | Yeni anayasa ve başkanlık: Patronların

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında “Anayasa Mutabakat Komisyonu” bir kez daha çalışmalarına başladı. Yeni anayasa tartışmaları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarlı “tutkusu” nedeniyle başkanlık konusunda düğümleniyor.

Milletvekillerine, “Anayasa Mutabakat Komisyonu”nun çalışmalarına başlamasından bir gün önce “Türk Tipi Başkanlık Sistemi Raporu” dağıtılması ise Erdoğan’ın tutkusunun boyutlarını göstermesi açısından ilgi çekici.

CHP, MHP ve HDP cephesinden yapılan açıklamalar itibariyle AKP’nin “başkanlık sistemi”nde diretmesi durumunda komisyondan uzlaşma çıkması çok kolay gözükmüyor. Zira, tüm partilerin düzen açısından ihtiyaçlarda uzlaşsalar bile kısmen AKP’nin isteklerine ikna olmamak kısmen de toplumsal bir direnci düzen içerisinde soğurmak adına bir “büyük uzlaşı”ya şeklen erişmeleri kolay değil. Nitekim tüm partilerin tartışmaya “gönüllü” tavrı da dikkat çekiyor. Meclis Başkanı Kahraman ise, komisyon için 6 aylık bir süreyi öngörmüştü. Bu sürenin sonunda AKP’nin “sandık” kozunu oynaması bekleniyor.

Nitekim Erdoğan da, son olarak Şili’deki açıklamasıyla da Türkiye için talep ettiği rejim değişikliğinin bir an önce yapılması gerektiği yönündeki görüşlerini yineledi. Hatta açıkça anayasa değişikliklerini referanduma götürebilmek için gereken 330 oyun bulunup halk oylamasına gidilmesini sağlayacak bir karar alınmasını da yeterli gördüğünü ifade etti.

Kütahya merkezli Küresel Araştırma ve Düşünce Merkezi tarafından yayımlanan raporu hazırlayanlar, Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Hüsamettin İnaç, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Cantürk Caner ile araştırma görevlisi Bakko Mehmet Bozaslan. AKP ve Erdoğan’ın raporu hazırlatmak için Kütahya’ya gitmeyi tercih etmelerinin ise altının çizilmesi gerekiyor.

Ismarlama raporla ısmarlama başkanlık

Milletvekillerine dağıtılan “Türk Tipi Başkanlık Sistemi Raporu”na ilişkin ayrıntılar ise özellikle dikkat çekici. Amerika’nın Sesi internet sitesine konuşan Prof.Dr. Hüsamettin İnaç’ın açıklamaları ise aslında tehlikeyi ifade ediyor. Dahası, bu açıklamalarla birlikte Ankara ve İstanbul’da bu kadar akademisyen ve üniversite varken raporun neden Kütahya’da hazırlatıldığını da açıklıyor.

İnaç, hiç çekinmeden, Türkiye’nin idare sistemlerine bakıldığında bir “önder sistemi”ne ihtiyaç olduğunu söylüyor ve “Başkan” tanımını “Başkan’ın yüzde 50 artı 1 oyu yani yüzde 51 en az alması gerekiyor. Dolayısıyla da bu oyu alabilmesi için sosyal kesimleri kucaklayabilecek, temsil gücüne sahip birisi olması gerekiyor. Zaten yüzde 51 alamıyorsa toplumun farklı kesimleri kapsayamadığı anlamına gelir. Başkan olacaksa partili bir Cumhurbaşkanı olacak ama yine de partiler üstü bir kimliğe sahip olması gerekecek. Dolayısıyla da kendi partisinin üzerinde bir temsiliyeti yakalamış olması gerekiyor. Mutlaka bünyesinde farklı siyasal eğilimleri de temsil edecektir. Weber’in meşruluk anlayışında da ‘Karizmatik Otorite’ vardır.” diye yapıyor.

Açık ki, mesele Türkiye’nin ihtiyaçları değil Erdoğan’ın ne olmak istediği. Bir de tabi, Türkiye sağının 12 Eylül sonrasında Turgut Özal ile birlikte pek sevdiği ve esas olarak “keşke sol hiç olmasa” rüyasına dayanan “4 eğilimi birleştirme” hamasetinin de etkileri görülüyor.

Seçim varken denetlemeye gerek yok

Bu durum, “Başkan”ın nasıl denetleneceği sorusunda daha da çarpıcı bir biçimde ortaya çıkıyor. ABD’de “denetleme ve denge” kavramıyla açıklanan kuvvetler ayrılığına karşı geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın olağanüstü buluşuyla “kuvvetlerin uyumu”na dayanması arzulanan yeni rejimin tek mekanizması ise “sihirli seçimler” olacak.

İnaç, denetlemenin nasıl olacağı sorusuna ise dalga geçercesine, “Amerika’da Meclisin çok büyük yetkileri var. Başkanın hesap vereceği yer aslında yeniden seçilme durumu. Mesela parlamentoyu feshedebiliyor. Ama feshetmesi durumunda kendisi de 1 sene içerisinde seçime gitmesi gerekiyor. Meclisin de bütçeyi denetleme noktasında yetkisi var. Meclisin de bir de atamalarda yetkisi var. Dolayısıyla da ‘denetleme ve denge’ sağlanmış olunuyor” karşılığını veriyor.

Türkiye, “bitmeyecek savaşa” mı hazırlanıyor?

Raporu hazırlayan ekibin balındaki Profesör İnaç, Türkiye’nin ciddi bir değişim yaşarken ve dünya haritası da yeniden şekillenirken hak ettiği yeri alabilmesi için güçlü bir yapıya ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Bu sözlerin yanına, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETAV) Genel Koordinatörü Fahrettin Altun’un 1 Şubat’ta Sabah gazetesinde yayınladığı köşe yazısında yazdığı “Oysa mesele mühim. Bu sefer gürültüye gelemez, gelmemeli. Gelirse millet affetmez. Millet affetse tarih unutmaz… Türk tipi başkanlık, yeni Türkiye ajandasının mütemmim cüzü.” ifadelerini ekleyin.

Burada, “Yeni Türkiye”nin hiç bir güvence ve güvenlik olmadan çalışan emekçilerin örgütsüz olduğu, öldüklerinde “kan parası” ile paçanın sıyrıldığı, görece düşük maliyetle görece nitelikli bir işgücüyle herkesten bir kaç kat fazla kar vaadeden bir ülke olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Keza “Yeni Türkiye”nin Katar’da üs kurduğunu, Somali’de askeri eğitim tesisi inşa ettiğini, Genelkurmay Başkanı’nın Yemen’de Şiiler ile savaşan Suudi Arabistan’da Kral’ın yanına kamuflajlarıyla oturduğunu ve George Soros’un bize vaadi olan en büyük ihraç kaleminin “ordu” olduğunu da hatırlamak gerekiyor.

Böyle bir “cehennem”in kurallar manzumesini oluşturacak anayasayla ilgili olarak başkanlık sisteminin bir “devlet politikası” olup olmadığının da izlenmesi gerekiyor. Bu durum AKP dışındaki partilerin ne yapacağını da büyük ölçüde belirleyebilecek nitelikte görülebilir.

Başkan ama Partili Cumhurbaşkanı diyelim

Rapora ilişkin basına yansıyanlara biraz daha yakından bakacak olursak öngörülen sistemin aslında gerçek bir tekleşmeye işaret ettiği rahatlıkla söylenebilir. Bu kadar başkanlık sözü üzerine ve hatta başlıkta dahi yer almasına rağmen, raporda sistemin adının “Partili Cumhurbaşkanı” olarak kavramsallaştırılması ilginç bir noktayı oluşturuyor. Amacın basit bir hedef şaşırtma ya da ileride bir çeşit “taviz verdik” söylemi için hazırlık olup olmadığını ise elbette göreceğiz.

Bununla birlikte Meclis ile Başkan’ın ilişkilerinin sadece bütçe üzerinden tanımlanması ve Başkanın üzerindeki yegane denetim unsuru “seçim” olarak önerilmesi dikkat çekiyor. Başkana Meclisi fesih yetkisi veriliyorken Başkanın bırakın yargılanmasını sorumluluğuna dair dahi bir tarif önerilmiyor. Bu Başkanın gerçekten de bir “padişah” olacağını gösteriyor.

Dahası raporu hazırlayan Hüsamettin İnaç, her ne kadar birden fazla seçilmesinden iki kez seçilmesini kast ettiklerini söylese de önerilen sistemde tekrar seçilme konusunda herhangi bir şart veya kısıtlama bulunmuyor. Bu da Başkanın fiilen ölünceye kadar bu görevi sürdürmesine imkan veriyor.

Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nde yürütme gücünün tek başına bütün yetkilerine sahip olacak Başkanın, kendisiyle aynı dönemde yine 5 yıllığına göreve gelecek TBMM’nin dolayısıyla yasama gücünün de üzerinde yetkileri olacak gibi görünüyor. Başkan’ın en ilgi çekici yetkileri ise yargı gücüne ilişkin ortaya çıkıyor. Başkan, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üzerinde atama yetkisinin yanı sıra askeri yargı üzerinde de atama yetkisine haiz olacak. Meclis’in ise bu başlıklarda ne kadar söz hakkı kalacağı ise raporda belirtilmiyor.

Başkanın özel mahkemesi: Devlet Denetleme Kurulu

Daha tehlikeli olan ise Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) denetim yapmak ve idari ya da adli dava açmakla yükümlü bir anayasal kuruluş olarak yeniden düzenlenmesi. Rapor DDK’nin görevini, “Başkan’ın isteği üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargı organları dışında tüm kamu kuruluş ve kurumlarında, kamu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek teşekküllerinde ve kamuya yararlı derneklerde her türlü inceleme, araştırma ve denetlemelerde bulunmaktır.” şeklinde tanımlıyor.

Bu düzenlemeyle DDK’nin tüm kamu ve toplum yaşantısı üzerinde süper yetkili ve doğrudan Başkana bağlı bir özel mahkeme haline geldiği rahatlıkla söylenebilir. Böylece Başkanın süper yetkili bir yargı organını da doğrudan kendisine bağlamasıyla Erdoğan’ın kuvvetlerin uyumu dediği şeyin aslında tüm kuvvetlerin tekleştiği ve Başkanda cisimleştiği bir sistemin önerildiği görülüyor.

Sonuç yerine

“Yeni Türkiye”, patronlara bir “olmayan ülke” vaadediyor. Bunun ne ölçüde başarılabileceğinin hiçbir garantisi yok. Özellikle, Meclis’teki “muhalefet” partilerinin takınacağı tavır yeni bir tıkanmanın ve temsil sorununun da önünü açabilir.

“Türk tipi başkanlık sistemi”nin olup olmayacağından önce “Türk tipi patron” olup olmadığını sorgulayarak başlayabiliriz. Emekçi halkına yabancı bir sistemin kurulması da yaşaması da zor görünüyor.