“Hizmet Hareketi”nden Fethullahçı Terör Örgütü’ne…

15 Temmuz darbe teşebbüsü ya da girişimi olarak bilinen askeri kalkışmanın tarihsel bağlanımdan kopuk olarak incelenme şansı bulunmuyor. “Darbe gecesinde neler yaşandı” gibi bir soru mutlaka sorulabilir ancak 15 Temmuz’u bir sonuç olarak değerlendirecek olursak, sürecin nedenlerinin çok daha kritik olduğu gerçeği görülecektir.

“Hizmet Hareketi”nden Fethullahçı Terör Örgütü’ne…

15 Temmuz’a giden süreç

Yaklaşık elli yıldır faaliyette bulunan Fethullah hareketinin AKP dönemini aşan bir geçmişi bulunuyor. Soğuk Savaş döneminin işlevli örgütleri arasında yer alan birçok cemaat gibi Fethullahçı örgütlenmeler de aynı dönemlerde yeşerdi ve gelişti.

Neredeyse her hükümet ile bir şekilde ilişkisi olan örgütün bugüne uzanan hikayesinde her iktidarın katkısı olduğunu unutmamak gerekiyor. Ancak örgütün gücünün zirveye ulaşması AKP iktidarının kendi kuruluş dinamikleriyle doğrudan ilgilidir.

Kendisine “Hizmet Hareketi” diyen dinci “Cemaat”

Fethullahçı örgütlenmenin 90’lı yıllarla birlikte ordu, polis, yargı ve bürokrasi içerisinde kadrolaşmaya başladığı biliniyor. Özellikle AKP medyasının işlediği “sinsi” bir örgütlenme pratiğinden çok, göz yumulan ve önü açılan bir hareket olduğunu baştan belirtmeliyiz.

Fethullahçıların önünün açılması, solun örgütlenme alanının daraltılması, devlet içerisinde dinci kadroların yaygınlaşması, para kaynaklarının içe dönük kullanılması ve bir dayanışma ağı kurulması özellikle AKP’nin etki alanı genişletti. Fethullahçı örgütlenmenin bir Hizmet Hareketi olarak sunulması, “Cemaat”i sivil toplum örgütü olarak meşrulaştırma çabasının ürünüydü. Dershane, okul ve öğrenci yurtlarının açılması, yurtdışında açılan Türk okulları, her yıl Türkçe olimpiyatlarının yapılması, Fethullahçı hareketin kadro ve para ihtiyaçlarını karşılarken, aynı zamanda toplumsal olarak normalleşme ve yaygınlaşma araçlarıydı.

AKP ile yeni rejimin kurulmasına giden yol

28 Şubat sürecinde cemaatin doğrudan bir karşı duruş sergilememiş olması, Cemaat ile ordu arasındaki ilişkinin devam etmesine neden oldu. AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, ordu ve bürokrasi içerisindeki ilişki Cemaat üzerinden sağlanmaya başlandı. Bu durum Fethullahçı hareketi doğal ittifak unsuru haline getirdi.

Özellikle 2007 yılındaki muhtıranın AKP ile Cemaat ilişkilerini daha sıkı hale getirdiğini söyleyebiliriz. AKP’nin doğal ittifak unsuru olan Cemaat, özellikle 2007 yılında itibaren fiili iktidar ortağına dönüştü. 2008 yılında başlayan Ergenekon süreci ve daha sonrasındaki Balyoz Davası ile birlikte Fethullahçı kadroların devlet bürokrasisi içindeki etkinliği de hızla arttı. Ordu, polis ve yargı içinde yapılan toplu tasfiye hamlelerinin ardından Fathullahçı kadrolar kritik noktalara yerleşti.

2011 yılında yapılan tasfiyelere tepki olarak Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanı aynı anda istifa etti. İstifaların ardından TSK içerisindeki dönüşüm de hızlanmış oldu. Yaklaşık beş ay sonra tasfiye hareketi eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla zirveye ulaştı.

Bu süreçte Cemaat’in hedefi haline gelen gazeteci Ahmet Şık yazdığı kitap gerekçe gösterilerek tutuklandı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Cemaat’in faaliyetlerine ilişkin yürüttüğü soruşturma gerekçesiyle makamından zorla alınarak tutuklandı. Birçok aydın, gazeteci ve akademisyen, yürütülen davalarda sahte deliller üretilerek tutuklandı ve yıllarca cezaevinde kaldı.

İktidar ortaklığından ilk çatışmaya

AKP’nin ve Cemaat kadrolarının devlet gücünü paylaşma konusundaki anlaşmazlığı, zaman içerisinde çatışmaya dönüştü. Basına ilk yansıyan; Hükümet ve Cemaat arasındaki “dershane gerilimi” oldu. Dershanelerin kapatılmasıyla ilgili AKP’nin hamlesine Cemaat yayınlarından itirazlar yükseldi. Süreç çözülemese de bir süreliğine uzlaşma çağrıları üzerine süreç bekletildi.

MİT Başkanı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla başlayan “MİT soruşturması” çatışmayı başka bir boyuta taşındı. Erdoğan’ın belli yasal düzenlemelerle atlattığı MİT soruşturması, geri dönülemez bir biçimde AKP-Cemaat ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu.

17-25 Aralık 2013’te başlatılan, aralarında Rıza Sarraf ve çeşitli kabine üyelerinin isimleri ve aile fertlerinin içinde bulunduğu yolsuzluk dosyasıyla birlikte karşılıklı tasfiye hareketleri başladı. AKP, Zaman Gazetesi başta olmak üzere Cemaat’e ait birçok medya organına kayyım atayarak el koydu. Aynı şekilde Cemaat de yargı üzerinden AKP’yi köşeye sıkıştıran hamlelerde bulundu

Yargı üzerinden yapılan operasyona AKP, 27 Şubat 2014’te yaptığı HSYK düzenlemesi ile yanıt verdi. İlgili yargı üyelerinin görevden alınmasıyla birlikte AKP; polis teşkilatı, bürokrasi ve ordu içerisinde Cemaat ile bağlantılı olduğunu düşündüğü kişileri tasfiye etmeye başladı. Karşılıklı güç mücadelesi yıllara yayılarak devam etti.

15 Temmuz’a giden yol

Yapılan tasfiyelerle yargı ve polis teşkilatı içerisinde zayıflatılan Cemaat’in özellikle TSK içerisindeki örgütlenmesinin ölçeği konusunda hiç kimse net bir bilgiye sahip değildi. 15 Temmuz öncesinde TSK’daki Fethullahçı yapılanmaya karşı operasyon haberleri gündeme gelirken, Cemaat’in de karşı hamle yapabileceği konuşuluyordu.

Sonuç olarak 15 Temmuz’da çoğunluğu Cemaat bağlantılı olduğu düşünülen askerler bir darbe teşebbüsünde bulundular; ülkenin askeri üsleri, radyo ve televizyonları işgal edildi; TBMM bombalandı, yollar ve köprüler kesildi.

Darbe girişimi, emir komuta zincirinin gecenin ilerleyen saatlerinde çözülmeye başlamasıyla birlikte hedefine ulaşamadı. Erdoğan’ın çağrısına uyarak sokağa çıkanlar da dahil olmak üzere 248 kişi hayatını kaybederken, 2.193 kişi de yaralandı. Ülkemiz darbe girişiminin sabahına; tank paletlerinin ezdiği yurttaşların ve Boğaziçi Köprüsü’nde linç edilen erlerin görüntüleriyle uyandı.

Bugün 15 Temmuz ile ilgili birçok bilgi, belge ve çeşitli iddialar gündeme getirilmeye devam etmektedir. Darbe gecesinde olayların gelişim şekli, kimin hangi safta yer aldığı gibi konuların bazıları hala aydınlatılmayı beklemektedir. Fakat solun önünü kesmek için, gerici ideolojilerin önünün açılmasının ülkemiz adına nasıl sonuçlar doğuracağının tekrar hatırlanması gerekiyor.

Darbe girişimi sonrasında KHK’larla tüm muhalifler FETÖ sepetine konarak kamudan tasfiye edildi. Erdoğan’ın darbe gecesi; “Eninde sonunda şu anda bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur.” demesinin sonuçlarını bugün daha net görebiliyoruz.

Darbe girişiminin istatistikleri

Hayatını kaybedenler: 62 polis, 6 asker, 180 sivil; toplam 248
Yaralı sayısı: 2.193
Gözaltı sayısı: 111.253
Tutuklama toplamı: 44.708
Tutuklanan asker: 6.541 (general: 168)
Tutuklanan Polis: 8.251
Tutuklanan hakim/savcı: 2.433
Adli kontrol: 35.495
Kamudan toplam ihraç: 135.356
İhraç edilen öğretmen: 27.755
İhraç edilen hakim/savcı: 3.886
İhraç edilen asker: 3.665
Açığa alınan memur sayısı: 85 bin

Sosyalist Cumhuriyet gazetesi 128. sayısında yayınlanmıştır.