İslamcıları kızdıran mevzuat
21-07-2019 08:10Kadın ve Demokrası Derneği (KADEM) üzerinden İstanbul Sözleşmesi’ne saldırıları asıl olarak kadın ve erkek eşitliğine karşı yapılmış bir saldırıdır.
Selin Aksoy
Yeni Akit’in “aileyi yıkıyorlar” çıkışı yeni değil, geçtiğimiz senelerde de defalarca kez İstanbul Sözleşmesi gibi 6284 sayılı kanunun da aileyi yıktığı yönünde haberler yapmıştı,[1] daha da ileri gitmiş, kadın cinayetlerinin artışını da bu düzenlemelere bağlamıştı. Zira bu sava göre söz konusu mevzuat nedeniyle erkekler haksızlığa uğruyor ve bu nedenle kadınları öldürüyorlardı… Bundan doğal ne olabilirdi ki? Dolayısıyla söz konusu mevzuat kaldırılmalıydı.
Yeni Akit’in bu konuda kadrolu yazarı Faruk Arslan; “Kadına şiddet” olaylarının önlemesi amaçlanan ancak Türk aile yapısına dikkat edilmeden hazırlanan 6284 sayılı Kanun, 2012 yılından bu yana aile dramlarının ana kaynağına dönüşmüş durumda. Şiddet olmasa dahi kadının en ufak şikayetiyle erkeklerin evlerinden 6 aylık süreyle uzaklaştırılması yuvaları yıkıyor, öfke patlamalarına yol açarak cinayet vakalarına sebep oluyor.
Kadına şiddet temalı olayların önlenmesi amaçlanan ancak Türk aile yapısına dikkat edilmeden hazırlanan 6284 sayılı Ailenin korunması ve Kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun, yuvaların dağılmasının başlıca unsuru oldu.”
Öncelikle yazarın kendisinin baştan itibaren “kadına şiddet” demekten ne kadar imtina ettiğini üslubundan anlıyoruz sanıyorum, öyle ki “kadına şiddet” adeta bir tema, uydurulan ve büyütülen bir olay imişçesine ifade ediliyor, kaldı ki cinayet vakalarına sebep olan ise “haklı” öfke patlamaları anladığımız kadarıyla. Bu ifade biçimi kadına bırakın toplumsal hayat içerisinde eşit bir konum tanımayı, ev içerisinde dahi kadının tüm baskı ve şiddete boyun eğmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Oysa 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi yasasının adında dahi “Ailenin Korunması”nın yer alması, AKP iktidarının Türkiye’de belirgin kılmaya çalıştığı muhafazakâr aile yapısı ile uyumludur. Zira 6284 sayılı yasaya bir bütün olarak baktığımızda, yasa kadını erkek ile eşit birey olarak ele almak yerine, failden kaçması, saklanması ve korunması gereken bir birey olarak ele almaktadır. Bu nedenle yasada, kadına kimliğini değiştirme, başka şehre taşınma seçenekleri sunulurken, şiddeti uygulayan ve süreklileştiren kişi hakkında daha somut önlemler yer almamaktadır.
Bu yasada, şiddet uygulayan üzerindeki yegane yaptırım şiddet mağduruna yaklaşmama, iletişim kurmama şeklinde tanımlanmıştır. Oysa bir çok örnekte görmüş olduğumuz üzere bu tedbire uyulmamakta ve şiddet devam etmektedir. Yeni Akit gazetesinde cinayetlerin sebebi olarak tutuklamalar ise hiç de 6 ay sürmemekte, kadınlar hakkında verilen koruma kararlarının ihlali nedeniyle şiddet uygulayana verilen kısa süreli (3-10 günlük) hapis cezalarının ise hiç bir caydırıcı niteliği bulunmamaktadır.
Haliyle daha 6284 sayılı ve adı dahi aslında kendi istedikleri gibi “Ailenin” korunmasını hedefleyen bir yasayı kabul etmeyen bu zihniyetin İstanbul Sözleşmesi’ne savaş açması şaşırtıcı değildir.
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 8 Mart 2012’de Resmi Gazete’de yayımlanarak, iç hukukun bir parçası haline gelmiştir.
Sözleşmenin imzaya açıldığı dönemde Avrupa Konseyi dönem Başkanlığı’nı Türkiye yaptığı için İstanbul’da imzaya açılan sözleşme kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak bilinmekte.
Kadınlara yönelik şiddetin kadın erkek eşitliğinin zayıflamasının tarihsel bir sonucu olduğunun vurgulandığı sözleşmenin ana çerçevesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanmakta ve taraf devletlere bir dizi yükümlülükler getirmektedir.
Sözleşmenin amaçları “kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu dahil kadınlar ve erkekler arasındaki temel eşitliği teşvik etmek” olarak belirtilmiş olup bugün Yeni Akit Gazetesi, Hür Dava Partisi (Hüda-Par), Yedi Hilal Derneği gibi gericilerin, başka bir gerici cenah olan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın Başkan Yardımcılığı, Berat Albayrak‘ın yengesi Hafize Şule Albayrak‘ın[2] Yönetim Kurulu Üyesi olduğu Kadın ve Demokrası Derneği (KADEM) üzerinden İstanbul Sözleşmesi’ne saldırıları asıl olarak kadın ve erkek eşitliğine karşı yapılmış bir saldırıdır.
İstanbul Sözleşmesi’ne “Türk aile yapısına aykırı olduğu, yuva yıktığı” için karşı çıkanların Anayasa’yı da hedef almaları beklenir. Zira Anayasa’nın 10. Maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” denilmektedir. Kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ayrıca vurgulanmak zorunda kalmıştır. Aksi takdirde cinsiyet eşitliği ibaresi yeterli olamamıştır.
Bir de yine Anayasa’nın 41. Maddesine bakalım “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” başlıklı madde “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” şeklindedir.
Bu madde 1-Aileyi kutsar. 2 – Anne ve çocuğu ailenin temel parçası haline getirir ve anneye çocuk bakma “görevi”ni ayrılmaz bir parça imişçesine “hüküm altına alır.”
AKP eli ile tesis edilmeye çalışılan muhafazakâr toplum yapısında ailenin ve kadının yeri çok önemlidir. AKP’nin İslami motiflerle bezeli muhafazakâr aile yapısını kurumsallaştırması için bu aile ile yaşamayı kabullenen kadın ve çocuklara ihtiyacı vardır. Dolayısıyla KADEM’in de aile içi şiddeti önlemek adına, diyanetle ve emniyetle el ele projeler geliştirmesinin sebebi de muhafazakâr aileyi koruma adınadır. Ve burada hedeflenen hiçbir zaman kadına yönelik şiddeti sonlandırmak veya cinsiyet eşitliği sağlamak değildir.
Dolayısıyla, bugün İstanbul Sözleşmesi bağlamında kadının toplumsal alandaki yeri, cinsiyet eşitliğine karşı yapılan saldırının bir gerici cenah tarafından ileri sürülmesi, geçmişte başka gericilerin kadının kaç çocuk doğuracağını, bu çocukları da normal doğumla yapacağını, neyi giyip neyi giyinmeyeceğini, erkeğin nasıl tahrik olup nasıl olmayacağını söyleyenlerden şaşırtıcı ya da olanağan dışı olan bir yanı yoktur. Bu muhafazakâr aile yapısı, ideolojik ve ekonomik anlamda yönetilebilir bir toplum yapısına imkan vermektedir. Böylece kadın ikinci role mahkûm ederken, diğer yandan aile yapısının bozulmaması için kadınların boşanmamaları murat edilmektedir. Bu anlamda kadın cinayetlerinin, kadının boşanmak istediği veya 6284 sayılı Kanun ya da İstanbul Sözleşmesi’nin koruyucu hükümlerinden faydalanmak için başvurulması aşamasında gerçekleşmesi, dayatılan muhafazakârlaşmayla ilintilidir.
[1] Yeni Akit’in başlıklarından örnekler; Aileyi Yıkan 6284 Değiştirilsin, 6284 Aile İçine Bırakılan Dinamit, 6284’ün Vebali Meclisin Boynuna, 6284’ten Hala Kan Damlıyor, Cinnet Geçirten Yasa 6284…
[2] Hafize Şule Bayraktar bir dönem laikliği savunanlar ile IŞİD arasında benzerlik kurduğu bir yazı ile de gündem olmuş ve epey tepki toplamıştı.