Beyaz ineğin türküsü: Mina’nın çiğnenen onuru

Başkent Tahran’da geçen filmde, kadınların toplumsal konumları oldukça iyi görünmektedir. Fabrikada işçi, devlet dairesinde memur, okulda öğretmen, hastanede doktor gibi kamusal alanda varlık göstermektedirler. Metroyla seyahat ederler, araba kullanırlar ; örneğin Mina konforlu sayılabilecek kombili evinde kızıyla televizyonda Amerikan ve Türk dizileri izler, kız çok sevdiği için sinemaya giderler; kent yaşamının neredeyse Batı’dakilerken farkı yoktur; tek bir farkla, herkes şeriat yasalarına uymak zorundadır.

Tülin Tankut

Yönetmen koltuğunu Behtash Senaee ile Maryam Hoghaddem’in paylaştığı 2020 İran- Fransa ortak yapımı , Berlin Film Festivali ödüllü , ‘Beyaz İneğin Türküsü ‘ adlı filmde, çağdaş İran toplumunda bir kadının adalete ulaşmak için verdiği mücadele konu ediliyor.

Film başlamadan önce ekranda beliren yazı, izleyiciyi filmi dikkatle izlemesi için konulmuş olmalı: ‘Musa, kavmine ineklerini kesmelerini emrediyor’ demişti. Onlar da ‘Sen bizimle alay mı ediyorsun, dediler.’ ( Kur’an- ı Kerim, Bakara Suresi) Yazıyı , kocaman bir hapishane avlusunun ortasındaki beyaz inekle iki ayrı uçta , birbirinden tecrit edilmiş , isyana benzer gürültülü mırıltıları duyulan kadınlarla erkeklerin yer aldığı sahne takip ediyor. Bu, filmin baş karakteri Mina’nın zihninden geçirdiği bir sahnedir.

Bir şişe dolum fabrikasında işçi olarak çalışan, işitme ve konuşma engelli, yedi yaşındaki kızıyla birlikte yaşayan Mina, eşi Babak’ın idam cezasına çarptırılmasına neden olan suçlamaların asılsız olduğunu öğrenince yıkılır. Bu zor dönemde, Rabak’a olan borcunu ödemek için Mina’yı evinde ziyaret gelen Rıza, borçtan haberi olmayan kadına on milyon tümen tutarındaki parayı öder. Bununla da kalmaz, ev sahibinin, evine akrabası olmayan bir erkeği (Rıza’yı) aldığı suçlamasıyla kapı dışarı ettiği Mina’ya boş olan evini düşük bir ücret karşılığında kiraya verir. Üstüne üstlük kombiyi onartmış, evi temizletmiştir; Mina yaptığı iyiliklerden ötürü adama müteşekkirdir; çünkü emlakçı kendisine dul kadınlara kimsenin ev vermediğini söylemiştir.

Başkent Tahran’da geçen filmde, kadınların toplumsal konumları oldukça iyi görünmektedir. Fabrikada işçi, devlet dairesinde memur, okulda öğretmen, hastanede doktor gibi kamusal alanda varlık göstermektedirler. Metroyla seyahat ederler, araba kullanırlar ; örneğin Mina konforlu sayılabilecek kombili evinde kızıyla televizyonda Amerikan ve Türk dizileri izler, kız çok sevdiği için sinemaya giderler; kent yaşamının neredeyse Batı’dakilerken farkı yoktur; tek bir farkla, herkes şeriat yasalarına uymak zorundadır. Öte yandan çalışanların hakları güvence altına alınmamıştır. Mina, ileride işten kovulmasının gerekçesini Rıza’ya , “ işçiler grevde, diğerleri kovuldu, ben de” sözleriyle açıklayacaktır. (Tabii, filmde bir de gösterilmeyenler var, ki bir başka yazıda ele alınacak)

Mina, Rabak için yetkili makama baş vurduğunda Babak’ın , iki yüz yetmiş milyon tümen tutarındaki kan parasının (tazminat) mirasçılara – Mina ve eşinin ailesine – ödeneceğini öğrenir. Ancak, ödeme süresi ha bugün ha yarın, on yılı bile bulabilmektedir. Mina’ysa eşinin haksız yere idam edilmesinin karşılığının parayla ödenmesini sineye çekecek bir kadın değildir. Gazeteye ilan vererek yetkililerden resmi özür talebinde bulunur. Rıza, “ Rabak’ın masum olduğunu bilmiyorlardı “ diyerek hakimleri korumaya çalışırken Mina’nın , “Her şeyi parayla halledeceklerini sanıyorlar “ sözü üzerine kaçamak bir yanıtla konuyu kapatmaya çalışır , “ Belki de Allah öyle olmasını emretti” der.

Rıza hakkındaki gerçeği, evinde oğlu Maysam’la yaptığı konuşma sırasında öğreniriz. Delikanlı kılık kıyafeti, konforlu odası, gitarı, bilgisayarı, her şeyiyle modern bir görüntü sergiler. Konuşmaları da görüntüyü tamamlar niteliktedir. Baba oğulun arası yoktur. Maysam askere gideceğini söyleyince baba, yetkisini kullanıp onun askerlikten muaf tutulmasını sağlayabileceğini hatırlar. Ama artık çok geçtir, hakimlikten istifa ettiği için elinden bir şey gelmez. Maysam eve ara sıra uğradığından Rabak’ın idamını yeni öğrenmiştir. Babası istifa ettiğini söylediğinde, “ Şimdi mi? Zavallı adamı idama gönderdikten sonra mı?”diyerek tepki gösterir. Öbürü, günah çıkarmaya çalışır ; “ilk idam kararımdı, “diğer hakimler de idam cezasını uygun buldu”, “adamın eşine kızına yardım ediyorum’ diye kem küm eder ; idam cezasının kaçınılmaz olduğunu savunmaya kalkışınca oğlu, “hepiniz aynısınız”diyerek veda etmeden çekip gider.

Hakim arkadaşı Murtaza, istifadan vazgeçirmek için son bir kez Rıza’yı arar. Ama o , “ idam cezası geri alınamaz; idam yerine müebbet verseydik, adam şimdi yaşıyor olacaktı” der; ısrarla hakimlik yapmak istemediğini söyler, istifasında haklı olduğunu savunur, sonunda Murteza’nun sabrı taşırır ; ” Bir kişi için yasaları değiştiremeyiz diyen Murteza , ayrılırken “ İnşallah bunun bedelini ödemezsin ” demeyi de ihmal etmez.

Rıza’nın oğlunun aşırı uyuşturucudan öldüğü haberi, Murteza’nın imalı , uyarı niteliğindeki sözlerini getirir akla. Acı haberle yıkılan Rıza’yı Mina hastaneye götürür , doktorların hastanın felç olabileceği ve yalnız kalmaması uyarısı üzerine ona evinde bakar. Rıza Mina’ya yük olduğunu, evine dönmek istediğini söyler. Mina izin vermez, ondan gördüğü iyiliklerin karşılığını vermek ister.

İstifasını geri almamakta direnen Rıza, yetkililerce sorguya çekilir: “ Neden istifa ettin? Sisteme karşı olduğun halde hakimlik yapıp sonra öyle bırakabileceğini mi sandın? İnternette yazdıklarını nasıl açıklayacaksın? İnsan hakları aktivisti mi oldun?” Sorgu bununla bitmez; “ Evini kadına neden kiraladın? Kadının evinde neden kaldın?” Peş peşe gelen sorulardan sonra , konuşmalarından rejim için bir risk oluşturamayacağı anlaşılan Rıza , Tahran’dan ayrılmaması koşuluyla serbest bırakılır.

Mina evde Rıza’ya bakarken eve iş alır, ‘Sevgililer Günü’ için ‘hediye şişesi’ hazırlar. Rıza’nın, işaret diliyle anlaştığı Bita’yla arası iyidir. Mina mutludur, belli ki Rıza’yla bir gelecek hayal etmektedir. Rıza’ya, “Yargıtay’a gittim, hakimleri şikayet ettim” diyerek övünür. Rabak’ın babasıysa kan parasıyla güzel bir ev alıp ailesi , Mina ve kızıyla birlikte oturmak istemektedir. Mina bu teklifi kabul etmeyince de, adam onun annelik yapamadığını öne sürerek torunu Bita’nın velayetini almak için mahkemeye başvurur. Bu bir iftiradır, Mina çocuğuyla ilgili , iyi bir annedir; ama yine de tedirgindir; adam hakimlere rüşvet yedirerek davayı kazanabilir. Rıza “kanunlara göre kazanamaz”, der; dosyayı ilgilenmesi için bir arkadaşına vereceğini söyler. Artık ne olmuşsa olmuş, tanıdık hakimden mi , mahkemenin dürüstlüğünden mi, nahkeme velayeti anneye bırakır. Karşı taraf mahkemeyi kaybedince, Mina, Rabak’ın erkek kardeşinden telefonda, okkalı küfürler ve hakaretler eşliğinde, Rıza’nın, eşini idama gönderen hakimlerden biri olduğunu öğrenir. Oysa akşam yemeğinde Bita’nın velayeti annesinde kaldığı için kutlama yapacaklardır.

Kutlama için hazırlanmış izlenimi veren yemek masasında Rıza ve Mina karşılıklı oturmuşlardır. Mina makyajlı, süslenmiş ama neşesiz, dalgındır. Bita’yı komşuya göndermiştir. Usulca yerinden kalkar, Rıza’ya bir bardak süt ikram ediyor. Adam önce duraksar, bir kaç yudum içmekle yetinir; derken Mina’nın gözleri dolu dolu, acılı yüzüne bakınca onun gerçeği öğrendiğini anlar ve sütü bitirir . Zehirli süt anında etkisini gösterir.

Peki, Mina , Rıza’yı eşinin öcünü almak için mi zehirlemiştir? Film bu yoruma kapı aralamaz. Mina’nın hakimlerden beklediği kan parası değil, resmi bir özürdür. Ama Rıza, belli ki peşini bırakmayan vicdan azabından bıkmış, ölümü bundan kurtulmak için seçmiştir. Hatasıyla yüzleşip gerçeği Mina’ya itiraf edeceği yerde, kendisini haklı çıkarmak için tıpkı rejime bağlı hakim arkadaşları gibi davranmış, Mina’ya ‘kan parası’ ödeyerek , yardım ederek hatasının bedelini ödeyeceğin sanmıştır.

Ekranda yine baştaki hapishane avlusundaki sahne: İnek ortada, iki uçta gürültülü mırıltılarıyla kadınlar ve erkekler…İdam kabul edilebilir mi? Ama adalet, mollalar rejiminin elindedir. Hakimler de İslam adına sınıfsal ve ataerkil ayrıcalıklarını sürdürmek peşindedirler. Öte yandan dini liderlerin iradesinin yasaların üstünde olduğu baskısı topluma dayatılınca ; işlevini yerine getiremeyen hukuk sisteminden umudunu kesen yurttaş , kendi hukukunu uygulamak zorunda kalmaktadır. Mina’nın Rıza’yı öldürmek gibi ağır bir suça bulaşmasının nedeni de bu değil midir?

Son sahnede Mina elinde bavulu , kızıyla otobüs durağında, kentin gürültüsü içinde, önünden gelip geçen taşıtları seyrederken nasıl bir halet-i ruhiye içindedir acaba? Mina’nın ve kızının çıkışı yok mudur? Yoksa özgürlüğe kavuşmak için hâlâ bir umut var mıdır? Film bundan sonrasını izleyicinin hayal gücüne bırakıyor. İran sinemasında sık sık tanık olduğumuz gibi bu filmde de rejim, bireyler aracılığıyla eleştirilirken sinema estetiğinden ödün verilmiyor.