Halil Yeni yazdı: Kendi mezarında kendi açan bir güldü İlhan

İlhan Erdost edebiyat çevreleri tarafından çok sevilen bir yayıncıydı ve ölümü büyük bir acı yaratıp, yokluğu çok sayıda şiire yansıdı. İkinci yeniden toplumcu gerçekçi akıma kadar onlarca şair onun ardından en güzel şiirlerini yazacak, onu ölümsüz kılacaktı.

Halil Yeni yazdı: Kendi mezarında kendi açan bir güldü İlhan

‘’Bir bardak su içsem şimdi / Yaralarımdan dökülür / Gün ki yıkımlar günüdür.’’

Halil Yeni 

Sol ve Onur Yayınları kurucularından İlhan Erdost, 7 Kasım 1980’de ağabeyi, Muzaffer Erdost’la birlikte gözaltına alındı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası, yasak yayın bulundurmak iddiasıyla gözaltına alınan kardeşlerin ‘’suçu’’ İlkyaz Basımevi’nde çok sayıda yasak yayın bulundurmak olarak belirtilmişti. Oysa İlkyaz Basımevi’nde yasaklanmış tek bir yayın yoktu. Bundan dolayı, ifade verip hemen serbest bırakılacaklarını düşünüyorlardı. Fakat düşündükleri gibi olmadı.

İfadelerinin ardından Mamak Askeri Cezaevinde götürüldüler. Saçlarını ve sakallarını kesip fotoğraflarını çektiler. Yazıcı er Eyüp Ergün, kademeyi arayıp “C-Blokta iki gözaltı var! Küçük araba olmaz, anlarsın ya!” dedi. Kardeşler bu kadar kısa mesafe için büyük bir araca neden ihtiyaç duyulduğunu anlayamadı. Bir astsubay odaya girdi. Ardından iki er. Erlerden İbrahim Keskin görüşlerini sordu Erdost’lara. “Sol” yanıtını alınca Astsubay Şükrü Bağ, “10 yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu.” dedi. Erlere dönüp “Bunlar birer yılandır, analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım!” diyerek, dövmeleri için emir verdi. Tekmeler, yumruklar ve joplar… Kardeşler şaşkınlık içinde kendilerini zar zor cezaevi aracının içine attılar. Büyük aracın neden istendiği orada anlaşılacaktı. İki er İlhan’ı iki er Muzaffer’i dövmeye devam etti. Astsubay, şoför mahalline ağır adımlarla geçtikten sonra araba da yavaşça hareket etti. Kardeşlerin yüzüne, sırtına, başına darbeler iniyordu. İlhan yüzükoyun yere düşüp elleri üzerine çömelse de erler ayağa kaldırıp, hazır ola geçirdikten sonra dövmeye devam ediyordu.

Araç durdu. Arabadan ite kaka indirildiler. Astsubay Şükrü Bağ, ayakta duracak hali kalmayan iki kardeşi hazır ola geçirip, komutla yürüttü. Henüz çok az yürümüşlerdir ki arkadan bir er, “durun, durun” dedi. Tekrar dövüleceklerini anlayan İlhan, yürekleri sızlatan sözünü orada söyledi. “Küçük kızımı uyandırmaya kıyamadan buraya geldim, bizi dövdürmeyin” dedi. Ama ne çare… Astsubay erlere, dövmeleri için devam edin emrini verdi. Kendisi olay yerinden uzaklaşırken dört er kardeşleri dövmeye devam etti. İlhan, bir kez daha yüzükoyun yere düştü. Astsubay geri döndü. “Bir patlatılmadık hayâlarınız kaldı. Şimdi onu da patlatırlar.” dedi. Dayak koğuşa gidilen her adımda her aşamada devam ederken İlhan bir kez daha düştü. Kaşını bir taşın kıyısına vurup yüzü gözü kanlar içinde kaldı.

‘’Bir bardak su içsem şimdi / Yaralarımdan dökülür / Gün ki yıkımlar günüdür’’

Sonunda işkence bitmiş kardeşler koğuşa girebilmişlerdi ki nefes almakta zorlandı İlhan. Kalkıp, pencereye doğru yürüdü. İlhan’ın yüzü kanlıydı. Gözleri kanlıydı. Paltosu kanlıydı. “midem bulanıyor, kusacağım” diye bağırdı ve yere yığıldı. Mahkûmlar İlhan’ın koluna girdiler, kaldırdılar. Alt yatağına yatırdılar. Üstünü soydular. Yüzünü yıkadılar. İlhan “nefes alamıyorum!” dedi. Son sözü bu oldu. Kolları sarktı, başı öne düştü. Yayıncı İlhan Erdost, aldığı ağır darbeler sonrası gelişen beyin kanaması nedeniyle henüz otuz altı yaşındayken abisinin gözleri önünde hayatını kaybetti.

Türk Ceza Kanununun 141. ve 142. maddeleri İtalyan ceza yasasından ceza yasamıza aktarılmıştı. Maddeler Mussolini tarafından faşist devletin korunması için 1926 yılında yürürlüğe sokuldu. 1936 yılında Türk Ceza Yasasına aktarılan bu maddeler; yurdumuzda eşitlikten, özgürlükten ve emekten yana olan işçiler, aydınlar, sanatçılar, yazarlar üzerinde tarih boyunca bir silah olarak kullanıldı. İnsanlar uzun yıllar süren hapis cezalarına çarptırıldı, sürgünlere gönderildi, yurdundan edildi.

1965’te kurulan ve birçok Sosyalist liderin teorik ve felsefi eserlerini Türkçeye çeviren sol yayınlarının kurucularından Muzaffer Erdost’da bu maddeler nedeniyle uzun yıllar cezaevinde kalırken İlhan Erdost gözaltında uğradığı işkence sonrası hayatını kaybetti.

İlhan Erdost edebiyat çevreleri tarafından çok sevilen bir yayıncıydı ve ölümü büyük bir acı yaratıp, yokluğu çok sayıda şiire yansıdı. İkinci yeniden toplumcu gerçekçi akıma kadar onlarca şair onun ardından en güzel şiirlerini yazacak, onu ölümsüz kılacaktı.

‘’Gülün Kanından’’

Turgut Uyar’da onlardan biriydi. ‘’Gülün Kanından’’ adını verdiği şiirinde arkadaşına ‘’kendi mezarında kendi açan bir güldü ilhan’’ diye eslendi.

gülsuyu, gülün kızkardeşi özbeöz / bir buğu olarak tenlerde uçuşan
gülyaprağı, gülün çocuğu özbeöz / yaşarmış gibi hep kendi okşanan
güldalı, dikenli ama güllü / ince dirençli ve kahraman
yeni bir soydandı yepyeni / kendi mezarında kendi açan bir güldü ilhan
sabah da kırmızı akşam da kırmızı / hep kırmızı kalacak solmadan
evet “süslü püslü ve şık bir bayan” / en güzel reçelleri yapıyormuş gülün kanından

‘’İlhan’ın Anısına Türkü’’

Cemal Süreya ise ‘’İlhan’ın Anısına Türkü’’ adını verdiği şiirinde öfkesini imgeye katıp, acısını ‘’Bir bardak su içsem şimdi yaralarımdan dökülür’’ diyerek dile getirdi.

Senli benli buğday çocuk / Nerden başlasam bilemiyorum / Taşıtlar seçenek değil artık / Ayrıca cesaretim de yok
Bir bardak su içsem şimdi / Yaralarımdan dökülür / Gün ki yıkımlar günüdür / Boştur ne söylesem şimdi
Birini görüyorum kalabalıkta / O adam işte sana benziyor / Ama sana nasıl da benziyor / Binlerce adam kalabalıkta
O’sun sen yürüyüp gidiyorsun / Parmağında küçük bir zincir / Bıyıkların yazgı gibidir / Dolmuştan indin gidiyorsun
Anıştırır yüzleri aşklar / Belirsizdir o mu değil mi / Ama orda kalmaz acılarınki / Değiştirir her şeyi, o kılar
Şimdi bir parçasısın artık / Ekmeğin Ankara’nın Türkçenin / Gurbet ezgilerinin her şeyin / Eşi küçüğü kendisisin artık

‘’Bedeli canla ödenmiştir elindeki kitabın’’

Ahmet Telli ise ‘’İlhan İçin Dörtlükler’’ adını verdiği şiirde geçmişi unutmamak ve unutturmamak için bedeli canla ödenen kitaplara değinir.
I
Sustuğun yerde insan katlolur / Kana bulanır kitap, ışıklar kan kokar
Kentin yüreği yanmazsa ey oğul / Türküler diyarı büsbütün viran olur
II
Yine el basacaksın o kitaplara / Dostun, kardeşin, aydının el basacak / Birşeyi hiç unutmayacak üniversiteli genç / Bedeli canla ödenmiştir elindeki kitabın

‘’Gitme derdim, gitme yerine ben öleyim.’’

Ve eşi Gül Erdost, acısını ve babasız kalan iki küçük kızını bağrına basıp, duygularını 12 Aralık 1980 yılında kaleme aldığı ‘’Bilseydim’’ şiirinde şöyle dile getirir.

Bilsem, / Sevgiyle bakan gözlerini söndüreceklerini / Bilsem kahpece pusuya düşüreceklerini / Bilsem sapasağlam yiğidimi / paramparça / soğuk taş üzerinde / son kez öptüreceklerini / Bilebilseydim kudurmuşçasına seni öldüreceklerini / Gitme! Derdim / Gitme, güzelliğini doyasıya seyredeyim / Gitme, dudaklarından dökülen türküleri / bir daha dinleyeyim / Gitme derdim, gitme yerine ben öleyim.