Tülin Tankut yazdı: Maaile sınavdan geçiriliyoruz (1)

"Özetle; işsizlik sorunu ; işgücü piyasasındaki belirsizlik, güvencesizlik v.b. etmenler ve bunların yol açtığı barınma, gıdaya erişimde güçlük, hem ekonomik hem de sosyal boyutta yaşanan sıkıntıları tırmandırmıştır. Hal böyleyken aile bireyleri arasındaki bağların gevşemesi, kopması olasılığı, en çok da toplumun çözülmesinden kaygılanan muhafazakâr- dindar siyasetçileri telaşlandırmaktadır."

Tülin Tankut

Ekonomik, toplumsal ve kültürel değişimlerin nesnel etkileri toplumumuzun eğitim, hukuk, aile gibi hemen her kurumunda gözlemlenebiliyor. Malûm, ekonomik sorunlar başı çekiyor. Yoksulluk işsizlikten kaynaklanıyor ama çalışanlar da yoksul. Eşit olmayan gelir dağılımı; serbest piyasacılığa bağlılık ve işverenlerin çıkarlarının önceliği; enflasyon, vergi adaletsizliği vb. nedenler; buna karşılık sosyal güvenlik kurumlarının yetersizliği, neredeyse tüm çalışanları asgari ücrete mahkûm edecek bir tehlikeye işaret ediyor.

Doğaldır ki, evliliklerin istikrarını bozan etkenler de arttı.

Peki, ülkeyi yönetenler hiç mi düşünmüyorlar: Çocuklu ailelerin konut, gıda, sağlık, giyim için daha fazla gelire ihtiyacı vardır. (Bebek ürünlerinin fiyatları dudak uçuklatıyor. Okul masrafları hakeza.) Boşanmış annelerde yoksulluk oranı ve buna bağlı olarak çocuk yetiştirme sorunları katlanarak artıyor. Yoksulluk, çocukların eğitim almalarını engelliyor; özellikle kız çocuklarının.

Paralı eğitimden farklı olarak, geniş kitleler nitelikli eğitimden yararlanamadıkları gibi, eğitimde dinselleşmenin baskısıyla karşılaşıyorlar.
Yasa dışı yollarla para kazanma engellenmiyor.

İşsiz, eğitimsiz gençlerin suça bulaşabileceği tehlikesi önemsenmiyor mu?

Ebeveynlerin korkulu rüyası uyuşturucuyla mücadele için neden daha etkili önlemler alınmıyor?

Ailede kadınların düşük ücretli hizmet işlerinde, erkeklerin yüksek ücretli işlerde, sanayi sektöründe çalışmaları, kadınları -hele çocukluysa- iş yaşamından koparma nedeni değil midir?

Çalışan gençlerin yoksulluk yüzünden aile kurma hayalleri erteleniyor. (Kentlerde ortalama bir evlilik hazırlığının maliyeti dört katına çıkmış.) “Erkek eve para getirir, kadın evi döndürür”, devri geçmiştir. Evlilik kadınları artık koruyamıyor.

Resmi nikahtansa imam nikahı tercih edilir oldu. Bu bağlamda şaşkınlık verici olaylar da görülmektedir. Boşanma ve evi terk etmeler arttıkça erkek, eşine kaçmasın diye resmi nikah baskısı yaparken, evlilik sorumluluğundan kaçan bir başka erkek, çoluk çocuğa karışıp aradan yıllar geçtikten sonra bile eşini dini nikahla oyalamaktadır. (Gündüz kuşağı kadın programlarında daha niceleriyle karşılaşıyoruz.)

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra kadına yönelik erkek şiddetinin artışı istatistiklerle ortaya çıkıyor. (Haksız tahrik indirimine devam!)

Aileler sorumluluklarıyla baş edememenin çaresizliği içinde çocuklarını ayak bağı görecek duruma gelmiş, devletin yurtlarına bırakılan çocuk sayısı artmıştır.

Yaşlılar, çocuklarının inisiyatifine bırakılmış, işsiz çocuklarını emekli maaşıyla destekleyen, emekli ikramiyesiyle bir ev alınan devir geçmişte kalmıştır. (Aile içi küskünlükler, ebeveyn-çocuk çatışması)

“Açlık sofuluğu bozdurur” hesabı, bazıları için sağdan soldan nereden gelirse gelsin, yardımlarla geçinmek, siyasetçilerden inayet beklemek, bir yaşam tarzı olmuştur.

Geleneksel ailenin dayanışma, yardımlaşma âdeti de iklim sorunu, deprem, göç , yoksulluk gibi nedenlerle eskisi kadar aile efradını , akrabaları koruyamamaktadır.

Cinsiyetçi önyargılar, bilisizlik, dinsel bağnazlık yaygınlaşırken kadını erkeğin mülkü ve ailenin devamını sağlayan bir üreme aracına indirgeyen anlayış hortlatılmıştır. (1) Kadınların aile içinde yaşadıkları sorunların haddi hesabı yoktur.

Cumhuriyet’le birlikte aile ilişkileri tanımlanıp kuramsallaştırılmıştır. Ancak, Cumhuriyet’in bir kazanımı olan “çekirdek aile” kavramı, tarihsel olarak aile kurumu açısından bir ileri aşamayı temsil etmesine karşın cinsiyet rolleri günümüze kadar sürdürülmüştür. Çocukların cinsel rollerini kazanmalarında ailenin rolü büyüktür. Aileler kız ve erkek çocuklarını bu anlayışa göre yetiştirmekle mükelleftir. Kadınlık rolüne aykırı en ufak davranış kadını suçlama nedenidir. Utanma, ar, namus kavramlarına yaslanarak kadınların giyim kuşamları, davranışları denetim altında tutulur, hareket özgürlüğü kısıtlanır. Laik kurumlar da kusursuz değildir. Evrensel bir olgu olarak kadın üzerinde denetim kuran normlar ve uygulamalar, aile içinde, okullarda, işyerlerinde, medyada, yasalarda, dinlerde kadınlara varlığını hissettirir. Ancak, laik düzenin kurumları cinsiyetçilikten kurtulamamıştır ama dönüştürülmeye açıktır.

Günümüzde İslam’ın toplumumuzda ağırlıklı bir yerinin olmasıysa, acaba gündeme getirilen anayasa değişikliğinde, “daha kabul edilebilir bir laiklik” ya da “İslam’la uyuşan bir laiklik” mi isteniyor, sorusunu düşürüyor akla. (Unutmayalım ki yalnızca kadınların değil emekçi ve çalışanların da aleyhinedir bu istek) Batı’da kadınların mücadelesi patriyarka ve kapitalizme odaklanırken bizde özellikle son otuz yıldır siyasette din istismarcılığı da mücadele alanına girmiştir. (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın siyasi misyonu olabilir mi? Bir Milli Eğitim Bakanı sözde yararlarını öne sürerek cemaat ve tarikatları savunabilir mi? Uygulamalar anaokuluna kadar iniyor. Gidişata dur demek içinse iş velilere düşüyor.)

Kapitalizm, iş gücünü yeniden üretecek olan aile kurumuna ihtiyaç duyar. (2) Toplumun geleceği, kadının doğurganlık gücüne bağlı olduğundan üç vahiy din anneliğe kutsallık atfetmiştir. İffet ve eşe sadakatle kadın cinselliğinin sınırlarını çizmiştir. Dini önyargılar kadınların erkekler tarafından denetlenmesini kolaylaştırır. Dini çevreler fetvaları kutsal kitaba dayandırdıkları iddiasındadır. Din eğitimi aldığı yanılgısı içinde, belleğine kazınmış dini önyargıları yineleyerek yaşamaya alışmış kişiyi bu alışkanlığından koparmaksa çok güçtür. (3)

Din toplumsal bütünleşmeyi sağlar savı da toplumda istikrar arayan muhafazakâr-dindar kesimce sahiplenilmiştir. Oysa geçmişte olduğu gibi günümüzde de dini yönetimler toplumda istikrarı sağlayamamaktadır.(Emperyalistlerin birbirine düşürdüğü Ortadoğu’daki Müslüman halkların bitmeyen mezhep kavgaları bu savı çürütüyor.)

Özetle; işsizlik sorunu ; işgücü piyasasındaki belirsizlik, güvencesizlik vb. etmenler ve bunların yol açtığı barınma, gıdaya erişimde güçlük, hem ekonomik hem de sosyal boyutta yaşanan sıkıntıları tırmandırmıştır. Hal böyleyken aile bireyleri arasındaki bağların gevşemesi, kopması olasılığı, en çok da toplumun çözülmesinden kaygılanan muhafazakâr-dindar siyasetçileri telaşlandırmaktadır. Bizlerse maaile bozulmamaya direniyoruz, desek yeridir. Ama nereye kadar? (Sürecek)

DİPNOT:

1) Aileyi “fıtrat” üzerinden tanımlayan zihniyet kadınları da hak ve özgürlükleri açısından değil de aile içindeki konumu üzerinden tanımlayacaktır.

2) “Küresel milyarder” Elon Musk bile ne diyor? “Demografi önemli bir sorundur, gelişmiş ülkeler nüfusundaki düşüşü göçle çözümleyemez. Hükümet liderlerine tavsiyem, yeni kuşaklar yaratmak için çocuk yapmayı teşvik etmelidir.” (Aktaran 17.12.2023, Cumhuriyet gzt. Nilgün Cerrahoğlu)

3) Netflix’te, Museviliğin ve Hıristiyanlığın, İran ve Afganistan dizilerinde İslam’ın uygulanmasını irdeleyen yapımlardan geçilmiyor. Ana izlek: Şiddete göz yumuluyor, şiddet meşrulaştırılıyor.