Şeyh Said: Bir gericinin serencamı

Şeyh Said: Bir gericinin serencamı

17-12-2023 14:12

Peki kimdir Şeyh Said? Bu sahiplenişlerin sebebi nedir? Bazı “sol” parti ve hareketlerin “Kürt Ulusal Hareketi”nin bir parçası gördükleri gibi “Bağımsız bir Kürdistan” için ayaklanma başlatmış bir “Kürt Halk Önderi” midir?

Hikmet Yaman

İdam edilişinin 95. yılında Diyarbakır’da atanan kayyım belediyesince bir bulvara adının verilmesiyle fitili ateşlenen bir tartışma yeniden başlamış oldu. Aslında “yeni” demek de eksikli. Çünkü 2011 yılında DBP’li Osman Badyemir’in  Belediye Başkanlığı döneminde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Meclis kararıyla bulvara Şeyh Said ismi verilmişti. 2014 yılında Dağkapı Meydanı’na “Qada Şex Said” ismi verildiğinde Belediye Eşbaşkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı’ydı.

Diyarbakır Barosu eski Başkanı Cihan Aydın, bu mesele üzerinden Şeyh Said’in hatırasına yönelik ahlaksız, saldırgan ve gerçekdışı açıklamalar yapıldığını ve yaklaşan yerel seçimlerin fırsat bilinip siyasi rant aracı olarak kullanılması utanç verici bir durum olduğunu söyleyerek “Bu mesele rejimin ve ona yedeklenen yargının, Kürt Belediyelerine yönelik çifte standartlı yaklaşımının en çarpıcı örneklerinden biridir. Kürtler Şeyh Said ismi nedeniyle yargılanırken, rejim bundan siyasi rant devşirmeye çalışmaktadır.”  dedi. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) de bir açıklama yaparak “Değerlerimize hakaret edenler haddini bilmelidir” dedi. HÜDA-PAR Batman Milletvekili Serkan Ramanlı ise “Şeref ve haysiyet hakkında en ufak bir fikri dahi olmayan haddini bilmez birtakım zevat Şeyh Said Efendi Hazretlerinin hatırasına dil uzatmaya cüret etmiş” dedi.

Peki kimdir Şeyh Said? Bu sahiplenişlerin sebebi nedir? Bazı “sol” parti ve hareketlerin “Kürt Ulusal Hareketi”nin bir parçası gördükleri gibi “Bağımsız bir Kürdistan” için ayaklanma başlatmış bir “Kürt Halk Önderi” midir? Yoksa açıktan şeriat isteyen başkalarının gördüğü gibi İslam ve hilafet için ”kıyam”a kalkışmış peygamber soyundan gelen Şeyh Muhammed Said Nakşibendi” midir?

İslam Ansiklopedisi Şeyh Saidi’ şöyle anlatıyor:

“Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye koluna mensup Palulu Şeyh Ali Sebtî’nin torunudur. Ali Sebtî’nin Hâlid el-Bağdâdî’nin yahut onun kardeşi ve halifesi Mahmud Sâhib’in halifesi olduğu, oğlu Mahmud’un da kendi halifeleri arasında yer aldığı kaydedilir (Memiş, s. 198-199). Şeyh Said’in babası uzun yıllar Hınıs’ta ikamet eden Şeyh Mahmud Fevzi, annesi Gule Hanım’dır. I. Dünya Savaşı yıllarında Piran bölgesine göç eden Şeyh Said savaştan sonra tekrar Hınıs’a yerleşti. Palu ve Hınıs’ta bazı medreseler kurdu; bu medreselerin müderrisi ve Nakşibendî tarikatının Palevî kolunun şeyhi olarak ün kazandı. Böylece hem müderrislik hem de meşâyih sınıfına mensubiyetiyle öne çıktı. Aynı zamanda çevredeki aşiretlerin de reisi, dinî ve içtimaî konularda, aşiretler arası çatışmalarda bölge halkının ilk başvurduğu kişi idi. Evlilik yoluyla Hamidiye Alayları kumandanlarından Cibranlı Hâlid ile de akrabalığı vardı. Seyyid olduğu yolundaki iddialara rağmen bunu kanıtlayacak bir delil yoktur. Nitekim ailesinde seyyid lakabı ile anılan kimse bulunmadığı gibi kendisi de bu lakabı kullanmamıştır. Bölgenin geleneksel yapısı içinde sözü geçen, fetvalarına başvurulan, tarikat geleneği içinde saygı duyulan etkin bir kişiliğe sahipti. 1925’te çıkan isyanla adını duyuran Şeyh Said’in günümüze ulaşan herhangi bir eseri yoktur.”

Şeyh Said’in şeriatçı ve tarikatçı olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Ancak bu tartışmada esas olan 1925’te yaşanan ayaklanma ve onun bastırılmasının sadece bu özelliklerle basit bir “şeriat isterük” olayı olup olmadığıdır. Şeyh Said aynı zamanda Kürttür ve bu nedenle de bugün onu “soldan” daha açık ifadesiyle “Ulusların Kendi kaderlerini Tayin Hakkı” tartışması üzerinden bir “Ulusal Uyanış” önderi olarak sahiplenilmesinde bir gerçeklik olup olmadığıdır.

Genç Cumhuriyet’in kuruluş sancıları içinde palazlanmaya başlayan Türk burjuvazisinin Kürt feodalitesi ile sorunu yoktur. Bu nedenle de Kürt topraklarındaki feodal yapının ağalar, şeriatçılık, tarikatlar bağlamında kalması çabasını hep sürdürmüştür. Cumhuriyet’in ulusallaşma çabaları, bu çabaların dinsizlik olarak suçlanması, Kürt illerindeki feodal aşiret yapısı için kabul edilemezdi. Bir Nakşi Şeyhi olan “Said” için de, kendilerini var eden hilafet ve şer-i düzeninin yerine modern-kapitalist bir toplum düzeninin tahkim edilmesi elbette bir “yokoluş” olacaktı ve bu nedenle “kıyam” kendi varlıklarını korumak için kaçınılmazdı.

İSYANIN AYAK İZLERİ

Cibranlı Miralay Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey’in önderliğinde kurulan Azadi örgütü (Kürdistan Bağımsızlık Cemiyeti), 1922 yılından beri faaliyet sürdürmekteydi. Milliyetçi-liberal yanı baskın özellikler taşıyan bu hareket Şeyh Said ayaklanmasının örgütsel yanı olarak ifade edilebilir. 21 Mart 1925 Azadi tarafından 21 Mart 1925 ayaklanma günü olarak belirlenir. Fakat ayaklanma bazı bölgelerde erken başlar. Halit Bey ve Yusuf Bey Yakalanıp tutuklanırlar. Azadi örgütünün milliyetçi özellikler barındırması yanıltıcı olmamalıdır. Esas olarak ağaların, şeyhlerin ayakları altından kayıp giden feodal “iktidar”dır sahip çıkılan. Bu nedenle de Azadi’nin başlattığı ayaklanmanın yeni “önderi”nin zaten başından beri Azadi örgütü ile birlikte hareket eden Şeyh Said olması şaşırtıcı değildir. Said kendisiyle birlikte diğer şeyhler ve mollalarla birlikte Lice ve etrafında görüşmeler yapıp ayaklanmaya taraftar toplamaya çalışıyordu.

Gelişmeler çok da planlı programlı bir yapıya sahip olmayan ayaklanmacıların istediği gibi gitmedi. Piran’da bir evde oldukları sırada etraflarının sarılması ve çıkan çatışmada askerlerin de öldürülmesi erken başlayan bir isyana dönüştü. Lice’de postane basılarak paralara el kondu. 14 Şubat’ta Şeyh Said onbine yakın isyancıyla Genç’i işgal etti. Genç şehrini geçici başkent yapan, her Kürdü din yolunda mücahit kabul eden, dinsel ve dünyevi yetkileri Şeyh Saidde toplayan, bütün vergi ve eserlerin Genç’te toplanmasını yürürlüğe sokan geçici bir “kanun” ilan edildi. Bütün olan bitenlerin içinde bazı Kürt aşiretleri bu isyanı desteklemedi. Bölgedeki işgaller ve çatışmalar artınca Hükümet Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkari illeriyle Erzurum’un Hınıs ve Bingöl’ün Kığı ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etti.

TBMM 4 Mart tarihinde 58 nolu Takriri Sükûn Kanunu çıkardı ve hükümete geniş yetkiler verildi. Ardından İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Nisan ortalarında Genç Ovası’nda ayaklanmanın merkezi kuvvetlerinin etrafı sarıldı. Şeyh Said ve ayaklanmanın diğer önde gelenleri, Murat Çayı üzerindeki köprüde yakalandılar. Şeyh Said ile beraber yakalananlar arasında Şeyh Abdullah, Şeyh Ali, Şeyh Galip, Reşit Ağa, Temur Ağa ve 26 Kürt isyancısı da vardı.

Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 29 Haziran’da Şeyh Said ve ayaklanmaya katılan 47 kişi hakkında idam kararı verdi. Karar ertesi gün infaz edildi.

Şey Said kendisiyle cezaevinde asılmadan önce “Ne hissediyorsunuz?” diye soran Akşam gazetesinin muhabirine “Asıldığıma acıma. Zira asılmam Allah ve din içindir” der. Ve bu arada eline kalemi alır ve bir kâğıda Arapça olarak şunları yazar:

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Onlar yaşıyorlardır. Lâkin siz o şuurda değilsiniz. Biz muhakkak ki Rabbimize avdet ederiz… Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslam içindir.  Muhammed Said Palevi Elamedi.”

Şeyh Said isyanı hakkında söylenecek yazılacak çok şey olabilir. Ancak bugün etrafımızı saran gericiliğin ayak izlerini taşımasının ötesinde laikliğin ayaklar altına alındığı, tarikatların devletin her alanında cirit attığı, imama hatipleştirilen eğitimin cenderesindeki çocuklarımızın karanlık bir geleceğe sürüklenmek istediği “şeriat isterük”çülerin içinde kalmamak için açıktan ve yüksek bir sesle şeriatçı gerici ayaklanmaya ve onun taleplerinin bugün gerçekleşmekte olduğunu görerek ayağa kalkıp mücadele etmeye ihtiyacımız her zamankinden daha yakıcı bir görev olarak duruyor.