Yaşlı nüfus 'sosyal atık' mı?

Çözüm yoluysa uzakta  değildir. Hak aramak ancak laiklik düzende mümkün olduğuna göre , sesimizin daha güçlü çıkması için bize düşen genç, yaşlı demeden,  politik aidiyetlerimize bağlı kalarak laikliği savunma ortak paydasında buluşmaktır.

Tülin Tankut

Yoksullukla boğuşan emeklilerimiz başta olmak  üzere yaşlı nüfusun hal-i pürmelalini uzun uzadıya anlatmanın gereği yok; her şey ayan beyan ortada, siyasilerin ipiyle kuyuya inilemeyeceği de.

Çağdaş toplumda yaşlı;   yeme içme, barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçları karşılanmıyorsa , yaşamını nasıl idame ettirebilir? Örneğin bizde sendikaların hazırladığı  aylık raporlarda, gıda fiyatlarındaki  artışa  karşılık  yoksulluk sınırındaki büyümeye  dikkat çekiliyor. Yaşlının dengeli beslenmesi için yapılması gereken harcamalarsa – süt ve süt ürünleri grubu, yumurta, et , tavuk, balık grubu  ve sebze , meyva grubu  – kazançlarını kat be kat aşıyor. Buna ek olarak  barınma, temizlik, yakıt, cep telefonu, giyim kuşam  (tatilden, sinema, tiyatrodan vazgeçtik) gibi masraflar var. Yaşlı,  et yerine kemik satın alıyor. Beslenmek yerine karnını doyuruyor.   Çarşı pazar , dünyayı paylaşma derdindeki emperyalistleri neden ilgilendirsin? Sokakta kalmış, ilacını sağlayamadığı için yaşamını yitirmiş yaşlılardan onlara ne?  Yoksa artık yaşlı nüfus “sosyal  atık olarak” mı görülüyor?  ( Kavram gazeteci Deniz Zeyrek’e ait.)

Yaşam geçim mücadelesi değildir. Sittinsene kaygıyla yaşamak da insanın düşünme melekelerini felce uğratır. İnsanlar kendi aleyhlerine olabilecek hukuksal uygulamalar karşısında bile tepki gösteremezler. Unutmayalım ki, hükümetlerin yaptıkları yardımlar ekonomik krizle ya da hükümet değişikliğiyle kesilebilir. “Verilen şey” geri alınabilir. Ama “kazanılmış yasal haklar”  kolaylıkla geri alınamaz. Örneğin bizde hükümetin “hayırseverlik anlayışı”nın uygulamaları , sosyal devletin yerini almaya dönüktür ama keyfi olduğundan sürdürülebilir değildir. Onun içindir ki, temel ihtiyaçların karşılanabilmesinin olmazsa olmazı laik düzen, toplumun tüm katmanlarınca sahiplenilmelidir. Sermaye kesimiyse  emek- sermaye çelişkisinin oturmuş olduğu ,  istikrarlı bir ortamda iş yapabilmek için  laikliğe ihtiyaç duyar. (TÜSİAD Başkanı’nın  hükümet karşı laiklik savunmalarını hatırlayalım)

Sözgelimi, iş insanı tatil günü, pazardan cumaya çekilirse yurtdışı alım- satım işlerini nasıl görecektir?

Peki, kapitalizmin tarihinde, yoksulluğun sıfırlandığı bir dönem yaşanmış mıdır acaba? İleri kapitalist ülkelerde bile  , kilise gibi dini kurumların bağışları, ekonomik kriz dönemlerinde hükümetlerin takdiri (!) yardım programları hep devrede olmuştur. Sayıca az  görünse de dilencileri ve sokakta yaşamayı seçenleri de atlamamalı.

SSCB dönemindeyse yaşlılara hizmet veren bakımevleri, nicelik ve nitelik olarak ihtiyacı karşılıyordu. Sonrasında ne oldu? Ülkeye piyasa ekonomisiyle  gelen hızlandırılmış özelleştirmelerden bakımevleri de nasibini aldı. Kapının önüne konulan yaşlıların , buz gibi havada naylon parçalarına sarılarak hayatta kalmak için yürek burkan son çırpınışlarına televizyon ekranlarında tanık olduk.

Derken küreselleşmeyle birlikte, siyaseti din üzerinden okuyan yönetimler, dinsel- mezhepsel aidiyetleri siyasallaştırma yönünde harekete geçtiler. Amaç laikliği itibarsızlaştırıp  iktidarda kalabilmekti. Örneğin bizde Kuran-ı Kerim’e dayanarak fetva veren; yasalara aykırı,  haddini aşan  dini söylemleriyle kafaları bulandıran ; sağcı milliyetçi  küresel akımların estirdiği rüzgarların sağladığı siyasal ortamda at koşturan siyasetçiler kol gezmektedir. Faaliyetleri denetime tabi tutulmadığı için de başta hukuk ve eğitim olmak üzere toplumsal kurumlar giderek anlamlarını , güvenilirliğini yitirmektedir. Bugün laik düzenin kazanımları olan tüm kurumlar,    ayakta durabiliyorlarsa bunun nedeni  toplumda hâlâ   etkili olmaları yüzündendir.

Huzurevleriyse  giderini karşılayabilenler için bir gelecek garantisidir. Yapılması gereken  ücretsiz bakımevlerinin yaygınlaştırılması değil midir? Düşük gelirliler ne olacak? Vaktiyle yaşlılara çocuklarının bakması adettendi.

Ancak çağdaş toplumda aile, daha önceki üretim biçimlerinin – büyük aile gibi – öğelerini barındırmakla birlikte kapitalizmin yarattığı bir kurumdur ve haliyle aile içi ilişkiler onun damgasını taşımaktadır. Dolayısıyla bireyler  serbest piyasanın çarkları arasına sıkışmış,  ‘her koyun kendi bacağından asılır’ felsefesinden medet ummaktadır. Yoksul yaşlılar sığıntı gibi görülmektedir.Aile içi şiddetin artması, sonu ölümle biten ev sahibi – kiracı anlaşmazlığı, yaşam değerlerinin erozyonunun gözle görülen örnekleridir.

Laikliği korumaksa giderek zorlaşıyor. Devletin dinci akımlar üzerindeki yaptırım gücü zayıflarken bazıları  kollanıyor. İslam coğrafyasında yaşanan kaos, üstelik dünyanın seyirlik bir nesne gibi izlediği savaş,    durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.   İşgalci bir devlet olduğu tescilli İsrail’in başındaki sağcı, ırkçı , dinci Netanyahu’un güçleriyle radikal İslamcı Hamas’ın çatışmasından çıkartılacak  uyarı niteliğinde dersler var. İki tarafın da derdi Filistin sorunu değil, kuşkusuz. Siyasi ahlâktan yoksun, savaş hukukunu tanımayan böyle bir çatışma da  ancak  beyinleri ideolojik dogmalarla dolu, intikam ateşinden  gözü dönmüş radikaller arasında sürdürülebilirdi. Tabi, her taşın altından başta ABD yönetimi olmak üzere, emperyalistlerin  çıktığını da atlamayalım. Sahte haberler, manipülasyonlar… Savaş adı altındaki katliamlara  bile göz yumar hale geldik.

Vahiy dinlerin dini ritüelleri yenilenip dönüştürülmedikçe inananların gerçekliği algılayışında

kalıp yargıların, bâtıl inançların, bağnazlık ve cehaletin , hurafelerin yansımaları ortadan kalkmayacaktır. Bu yüzden gerçeği yansıtmayan görüşleri kuşkuyla karşılamak gerekir. Çözemediğimiz sorunları Allah’a havale etme ya da siyasilerin iradesine teslim olma kolaycılığına kaçmak bizi  çözüme götürmez. Tarih  göstermiştir ki, haksızlığa uğrayan, sömürülen , ezilen, buna karşı çıkma potansiyelini içinde  taşıyorsa , bu potansiyel açığa çıkmayı bekliyordur.

Çözüm yoluysa uzakta  değildir. Hak aramak ancak laiklik düzende mümkün olduğuna göre , sesimizin daha güçlü çıkması için bize düşen genç, yaşlı demeden,  politik aidiyetlerimize bağlı kalarak laikliği savunma ortak paydasında buluşmaktır.

Yaşlılık kaçınılmaz bir olgudur ve  herkes  sıra bir gün bana da gelecek, bilinciyle hareket etmek zorundadır. Çünkü hiçbir şey kendiliğinden değişmez.